headerLogo2b-18pt-myriadpro

Neden Mesih?

03 zinnur trkiye testimony size image11980 internet blue1969 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. İlkokulu ve ortaokulu Adapazarı’nda bitirdim. Şu anda, Türkiye’deki üniversitelerden birinde Halkla İlişkiler Bölümünde okumaktayım. Yaklaşık 10 yıl kadar çeşitli bilgisayar şirketlerinde çalıştım ve şimdi Türkiye’de bir İnternet sağlayıcısında çalışıyorum.

Dindar bir Müslüman ailede yetiştim. Nitekim babam hafızdı ve yıllar içinde çeşitli camilerde çalıştı. Ağabeylerim ve ben, ailemizden aldığımız İslami eğitim ve yazları katıldığımız Kuran kurslarının yanı sıra ilkokuldan sonra yatılı bir okula devam ettik. Böylece daha küçük yaşta İslam konusunda oldukça bilgi sahibi olduk. Liseyi bitirene kadar İslam’ı sadık bir şekilde uyguladım ve dindar bir Müslüman olarak yaşadım.

1988 yılında liseyi bitirdikten sonra İstanbul’a taşındım, okul ve iş hayatıma orada devam ettim. Rab İsa’yla ilk karşılaşmam İstanbul’da oldu. Bir gün Beyoğlu civarında yürürken sırf meraktan St. Antuan kilisesine girdim. Hayatımda ilk kez bir kiliseye giriyordum. İçeri ilk girişimde biraz çekindim, korktum ve heyecanlandım. Kilisede başka birçok ziyaretçi vardı: Kadınlar, erkekler, yaşlılar, aileler, bekarlar ve sevgililer. Dua ediyorlar, mum yakıyorlar, sessizce duruyorlar ya da benim gibi çevrelerini hayret içinde izliyorlardı. Bu ibadet yerinde insanlar birbirlerini daha önce hiç görmediğim bir şekilde gülümseyerek, saygı ve sevgiyle selamlıyordu. Hayatım boyunca insanları ve karakterlerini uzun uzun incelemiştim ve çok hata yapmamayı öğrenmiştim. O gün masum, doğal ve maskesiz yüzler görmüştüm. Bu beni çok etkiledi. O gün başka birçok kişi gibi sırada oturdum, çevrede yürüyen insanları izledim ve hayatımı gözden geçirdim. Ama o an hissettiğim mutluluk ve sevgiye benzer bir ruh hali içinde olduğumu hatırlamıyorum. Sanki transa girmiştim. Kendime geldiğimde dua ettiğimi fark ettim. Tabii İslami kurallara göre dua ediyordum. Daha önce hiç hissetmediğim bir sevinçle dolmuştum. 

Sonunda hazırlandım ve çıkışa doğru yürüdüm. Ana kapının dışında asıl kapıya giden birkaç basamak vardı. Basamaklarda yürüdüğümü hatırlıyorum- ayaklarım yerden kesilmişti. Sanki havada yürüyordum. Çevremdeki insanlara bakıyor, onlara sevgimi ve mutluluğumu haykırmak istediğimi hissediyordum. Bu deneyimden sonra kiliseyi tekrar ziyaret etme arzusu duydum. İkinci kez gittiğimde tam olarak aynı şeyi yaşadım. Bu bir süre böyle devam etti. Bir gün kiliseden ayrılırken eskiden çalıştığım bir gazetenin yöneticisiyle karşılaştım. Birbirimizi iyi tanıdığımız için ziyaret sebebini sormaktan çekinmedim. Biraz bilgi toplamak için orada olduğunu söyledi. Onu ve Hıristiyanlık karşıtı faaliyetlerini biliyordum; o nedenle, duyduklarım beni şaşırtmadı. Dindar bir Müslüman aileden geliyordu ve Hıristiyanlara zulümle sonuçlanacak haberlere imza atmaktan çekinmiyordu.

Benim orada bulunma nedenimin ‘huzur bulmak’ olduğunu söyledim. Salı günleri saat 11’de Türkçe ibadet olduğunu söyledi ve ayrıldık. Bundan sonra en azından ayda bir kez, orada bulduğum huzurun kaynağını bulmak için Türkçe ibadete gelmeye başladım. Bir süre sonra bu gazetenin yöneticisiyle tekrar karşılaştım. Bu kez bana farklı göründü. Daha sıcak, daha huzurlu ve bir şekilde daha yakın görünüyordu. Bir süre sohbet ettikten sonra hala bu kiliseye devam edip etmediğimi sordu. Ayda bir kez gelmeye çalıştığımı söyledim. Neden bu kadar mutlu olduğunu anlayamadım. Beni başka bir yere davet etti. Onun da bir kilise olduğunu söyledi. O pazar toplantı yerine gittim. Yanlış yere geldiğimi düşündüm. Bir konsolosluğun arka bahçesinde küçük bir binaydı. Müziğin sesini duyabiliyordum. Cesaretimi toplayıp kapıyı açtım. Sonra kesin olarak yanlış yerde olduğumu düşündüm çünkü içerideki insanlar müzikle dans ediyor gibi görünüyorlardı. Bunun bir kilise olmayacağından emindim. Kapıyı kapadım ve oradan uzaklaştım ama biri arkamdan geldi ve beni yeniden içeri davet etti. Merakla, deneyimli bir gazeteci gibi davranarak daveti geri çevirmedim.  

İçeri girdiğimde, şaşkınlığım yüz kat daha arttı. Gördüklerime inanamıyordum. Buharlanmış gözlüklerim bile şaşkınlığımı saklayamıyordu. İnsanlar, gitar, piyano ve darbukanın eşliğinde zarif bir şekilde hareket ediyor ve şarkılar söylüyorlardı- daha sonra bunların ilahi olduğunu öğrendim. İlahilerde, ‘İsa’, ‘Tanrı’, ‘Baba’, ‘Haleluya’ ve ‘Hamdolsun’ gibi sözler vardı. En şaşırtıcı olan gazeteden eski üssüm olan dindar Müslüman olan gazetecinin de orada olmasıydı. Haber için bilgi toplamak amacıyla orada olduğunu düşündüm. Bunların bir tarikat olduğundan emindim. Fakat toplantıdan sonra biri bana durumun öyle olmadığını söyledi. Bu kişi kilise liderlerinden biriydi. Sorularımla onu köşeye sıkıştırmak için İslam bilgimi kullanmaya çalıştım. Konuşma biçimi, Türkçeyi kullanma yeteneği, dikkatle seçilmiş kelimeleri, sorularımı cevaplarken hissettiğim sevgisi, bunların hepsi beni hayrete düşürdü. Ayrıca, benim İslam bilgim onun bilgisi yanında çok zayıf kalmıştı. Bu adam kimdi? İslam’ı çok iyi biliyordu, Kuran’daki ayetleri kolaylıkla ezbere söylüyordu ve Kuran’ı zorlanmadan yorumlayabiliyordu. Şaşkındım. Daha sonra İstanbul Üniversitesi’nin Arapça Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduğunu ve bazı İslami grupların çok saygın eski bir üyesi olduğunu öğrendim. 

O günden sonra, her hafta sonu toplantılarına katılmaya başladım. Hafta içinde bana hediye ettikleri Kutsal Kitap’ı okuyup Kuran’la kıyaslıyordum. Zayıf veya anlamsız gibi görünen bir nokta bulduğumda altını çizip onlarla tartışıyordum. Sağlam bir İslami eğitim aldığım halde İslam bilgim konusunda oldukça yetersiz hissediyordum kendimi. Sürekli olarak Kuran’ı okuyup İslam hakkında bilmediklerimi İslam hocalarına soruyordum. Hıristiyanlığı aşağılamak için kuvvetli kanıtlar ve bilgiler getiriyordum ama onlar hiç baskı yapmadan sorularıma yumuşaklıkla cevap veriyorlardı. Bu da beni çok şaşırtıyordu. Gözlerinin içine bakıp, ‘Sizi sevmiyorum, benim düşmanımsınız’ dediğim halde beni sevdiklerini söylediler ve korkmadılar. Onlardan şikayetçi olup kolayca onlara zarar verebilirdim. O sıralarda Hıristiyanlık ciddi bir şekilde reddediliyordu ve Hıristiyanlara karşı bir zulüm vardı. İnsanlar Hıristiyanlara karşıydı ve onlara karşı hoşgörüsüzdü, onlara zarar vermek için fırsat kolluyorlardı.

Bu şekilde dört yıl geçti. Bu süre içinde sevgilerini, samimiyetlerini, ‘göstermelik’ olup olmadıklarını ve kişiliklerini sınadım. Olumsuz bir şey bulamadım. O sırada yüreğimdeki düşmanlık ortadan kaldı, arkadaşlık sevgiye dönüştü ve aramızda göksel bir kardeşlik bağı kuruldu. Tanrı’nın bu insanlarda yaşadığımdan ve onlar aracılığıyla benimle konuştuğundan emindim. Tam bir güvenle ve hayatım pahasına İsa’yı Rabbim olarak kabul ettim. Tanrı’nın armağanı olarak O’nun günahlarımız için ölmeye geldiğine inanıyorum. 15 Mayıs 1994’te Rab İsa’ya hayatımı vermenin bir işareti olarak vaftiz oldum. Beni seçtiği için Tanrı’ya şükürler olsun. Ben O’nu reddettiğim halde O beni bırakmadı.

Hepinizi İsa’nın yaşamını görmeye ve araştırmaya davet ediyorum. Bunu yaptığınızda kaybedeceğiniz bir şeyiniz yok ama kazanabileceklerinizi ölçemezsiniz bile.