Ürdünlü Bir Bayan İsa'ya Nasıl İman Etti?
Bir Cumartesi günüydü, 10 Şubat 1990’da, 23 yaşımda havaalanında oturuyordum. Bana daha önce ne olduğunu, şu anda ne olduğunu ve gelecekte neler olabileceğini düşündüm. Ürdün’e uçağım bir saat içinde kalkacaktı ve yaşamım hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı. Babamın benim için seçtiği bir adamla evlenecek, eşim oraya taşınmaya karar vermediği sürece artık bir daha ABD’ye dönmeyecektim.
Ürdün’de Filistinli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim ama birkaç yıl Amerika’da yaşadım. Büyükannem, üçüncü ve ortanca çocuk olduğum için erkek ve kız kardeşlerim arasında Müslüman bir isim taşıyacak ilk çocuk olmam gerektiğine karar verdi. Peygamber Muhammed’in kızlarının birinin adını verdi bana. Sekiz yaşıma geldiğimde babam daha iyi para kazanmak için hepimizi ABD’ye taşımaya karar verdi. Sonunda Ürdün’e geri dönmeye karar verdi çünkü kızlarının Amerikalı kadınlar gibi olacağından ve büyük olasılıkla Amerikalı erkeklerle evleneceklerinden korkuyordu. Babam Arap geleneklerine sıkı sıkıya bağlıydı ve çocuklarının, özellikle kızlarının, İslam’ın yollarını ve öğretişlerini takip etmenlerini arzuluyordu. İslam’a göre Arap Müslüman bir kadının Müslüman olmayan bir adamla evlenmesinin yasak olduğuna inanıyordu. Eğer kızlarından biri Müslüman olmayan biriyle evlenecek olsa aile için bu büyük bir utanç olacaktı. Öte yandan erkek kardeşlerim, Tevrat, Zebur ve İncil’e inandıkları sürece istedikleri kişiyle evlenebilirlerdi. İslam’ın oğullarına bu hakkı verdiğine inanıyordu. İşte babam bu nedenle onlu yaşlarıma geldiğimde beni Ürdün’e geri gönderdi. Eğitimime Ürdün’de devam edecektim ve böylece Amerikalı biriyle evlenmem önlenmiş olacaktı.
Birkaç yıl boyunca büyükannem, amcam ve ailesiyle yaşadım. Babam benden çok memnundu çünkü dinine bağlı bir Müslümandım ve hem Allah’ı hem de kendisini memnun edecek bir hayat sürdürüyordum. Ablam konusunda rahatlamıştı çünkü ablam Arap Müslüman olan biriyle evlenmişti. Küçük kız kardeşime gelince, daha kaygı duymasına gerek olmayacak kadar gençti.
Ürdün’de okula giderken ailemle zaman geçirebilmek için Ürdün ve ABD arasında gidip geliyordum. Ailemi ne kadar sevsem de, Orta Doğu’da yaşamaktan ve Allah’ın yollarını izlemekten dolayı mutluydum. Günde beş kez namaz kılıyor, Ramazan ayında oruç tutuyor, her gün Kuran’ı okuyor, çarşaf giyiyor ve her açıdan Peygamber Muhammed’i örnek almaya çalışıyordum. Allah için ne yaparsam yapayım, ne kadar itaatkâr olduğumu göstermek için daha fazlasını yapmam gerektiğini hissediyordum. ABD’de ailemi ziyaret ettiğimde sık sık kardeşlerimle oturur onlara Muhammed’in ve Kuran’ın sözlerini anlatırdım. Babam benimle gurur duyuyordu.
Bu sizi şok edecek ama İslam’la ilgili şeylerle ne kadar zaman geçirirsem Allah’tan o kadar uzaklaşıyordum. Tanıdığım Müslümanlar Allah’ı gerçekten seviyor gibi görünmüyorlardı. Cennete gidebilmek, gazabı ve öfkesinden korktukları için O’na ibadet ediyorlardı. İslam’ı izleme konusunda kendi niyetimi de sorgulamaya başladım. “Bu yolu Allah için mi takip ediyordum yoksa çevremdeki insanlar nedeniyle mi?” Bu soruya yanıtımın nasıl olacağından artık emin değildim ama bir gün başımı örtmeyi bırakmaya karar verdim. Bir Müslüman gibi görünmek yerine bir Müslüman gibi davranmaya karar verdim. Allah’a tapınmak birden bire sadece Allah ve benim aramda olan bir konu haline geldi.
Yirmi üç yaşına geldiğimde babam evlenmem gerektiğine karar verdi. Arap kültüründe evlilik için bir erkeğin kızı ailesinden istemesini gerekir. Evlenmeden önce arkadaşlık etmeye izin verilmez ama birbirleri için doğru kişi olup olmadıklarına karar vermeden önce ailelerinin huzurunda birbirleriyle konuşma fırsatı verilir.
Birkaç Arap Müslüman beni istemek için geldiler ama ben reddettim. Sadece babamı memnun etmek için tanımadığım biriyle evlenmek bana çok zor geliyordu. Kültürümüz ve İslam birinci dereceden kuzenlerin evlenmesine izin verir fakat ben kuzenimle veya uzak akrabalarımla evlenmeyi kabul etmedim. Hele de yabancı birisiyle evlenmeyeceğimden kesinlikle emindim. “Babam sevmediğim, hatta tanımadığım biriyle evlenmemi neden istiyor?” diye sordum kendime. Aynı zamanda, babam da neden bu iyi adamları reddettiğimi anlamıyordu çünkü sevginin evlilikten önce değil, sonra geldiğine inanıyordu. Babam bu düşünce biçiminin bende işe yaramadığına anladığında zorlamaya karar verdi. Ürdün’e geri gidip evlenene kadar orada kalmamı istedi. O zaman küçük kız kardeşim on altı yaşındaydı bu nedenle babam onun da benimle gelmesine karar verdi. Bu zaman gerçekten beni zorlayan bir zamandı.
Aileler açısından kızlarından ötürü yaşayacakları utanç ailenin başına gelebilecek en korkunç utançtır. Birçok aile kültürün utanç verici veya ailenin adına onursuzluk getirecek şeyler olarak saydıkları nedeniyle kızlarını öldürmüştür. Ürdün’e gitmeye hazırlanırken kız kardeşimle havaalanında oturduğumda bunları düşünüyordum.
Babam, düğünüm için hazırlık yapmak üzere bizden önce Ürdün’e uçmuştu ve abim havaalanına sorunsuz bir şekilde gitmemiz için gereken hazırlıkları yapmıştı. Havaalanında oturduğumda neyle yüzleşeceğimi biliyordum: Utanç ya da felaket. Kaçsam, aileme utanç getirecektim. Kuzenlerimden biriyle evlenmek zorunda kalsam hayatımın geri kalanı boyunca sefil olacaktım. O noktada babama ve Allah’a karşı büyük bir öfkeyle doluydum. Bana yaptıklarından ötürü babama kızgındım. Bunların olmasına izin verdiği için de Allah’a karşı öfkeliydim. Yüreğimde Allah’a bağırıyordum,
“Ailemdekiler arasında sana dua eden BENDİM. Senin için oruç tutan BENDİM. Kuran’ı çalışan BENDİM, BANA bunların olmasına mı izin veriyorsun? Hala küçükken neden ailemin beni Ürdün’e göndermesine izin verdin? Neden ilgisiz bir evde büyümek zorunda kaldım? Babam eğitimime devam etmeme izin vermediğinde neden devam etmem için bana yardım etmedin? Onlarla yaşadığım sırada büyükannem, amcam ve ailesinin bana karşı bu kadar sert olmasına neden izin verdin? Neden bütün bu kötü şeylerin bana olmasına izin verdin? Neden, Allah, NEDEN?” O gün Allah’a dua etmeye son vermeye ve geçmişte yaptığım gibi O’na itaat etmemeye karar verdim.
10 Şubat 1990 hayatımı tamamıyla değiştiren gündü. Kız kardeşim ve ben valizlerimizi aldık ve en yakın otele doğru yola çıktık. Uçak Ürdün’e on altı saat gecikmeyle varmıştı. Babam ve akrabalarımız o kadar zaman bizi karşılamak ve eve götürmek için havaalanında bizi beklemişlerdi. Ama çıkış alanından hiç çıkmadık! Uçağa binmemiştik! Babam uçakta olmadığımızı anladığından delirecek gibi olmuştu! Abimi arayıp uçakta olmadığımızı söylemiş. O zaman abim çaresiz bir şekilde bizi aramaya başladı.
Kız kardeşim eve dönmek zorunda olduğunu biliyordu çünkü ailem bizi bulur bulmaz ikimizi de öldürürdü. Yaşı küçük olduğu için kız kardeşimi kaçırdığımı da iddia etme olasılıkları vardı. Uçağa binmesine benim engel olduğumu söylemesi konusunda aramızda anlaştık. Ailemize kendisini benimle gelmeye benim zorladığımı söyleyecekti. Böylece, kendisine zarar vermeyeceklerini umuyorduk. İstemediği bir şeyi yapmaları için onu zorlarlarsa, sevmediği biriyle evlenmek gibi, geri gelip onu alacağıma söz verdim. Gözlerimizde yaşlarla otelde vedalaştık, artık birbirimizi görmeyeceğimizi düşünüyorduk. Otel odama geri döndüm. Kızkardeşim Ürdün için yeni bir rezervasyon yaptı ve havaalanına geri gitti.
Beni koruyabilecek tek Tanrı’ydı ama O’na karşı o kadar öfkeliydim ki Tanrı’nın yardımını istemedim. Fazla param yoktu ve çalışamayacağımı düşünüyordum. Çünkü sosyal güvenlik numaramla nerede olduğumu bulabilirlerdi. Fazla Amerikalı arkadaşım yoktu çünkü babam onların ‘Şeytani yollarından’ etkilenmeme izin vermezdi. Daha da önemlisi, nadiren ilişki kurma ihtiyacı duyduğum bu toplumda ne yapacağımı bilmiyordum. Cesaret, güç ve bilgeliğe ihtiyacım vardı. Hemen şimdi!
Devletin beni koruyabilmesi için hemen ABD Ordusu Ulusal Güvenliğe katıldım. Askerlik hizmetimi tamamladıktan sonra ailemin yaşadığı kentte bir banliyöye yerleştim. Orada saklanarak yaşıyordum. O sırada, iş buldum ve işimde çok başarılı oldum. Askeriyede etkin görevdeyken biriktirdiğim parayla bir daire kiraladım. Sanki ailelerinden biriymişim gibi benimle ilgilenen pek çok arkadaş edindiğimi söylemekten memnunum.
Dört yıl sonra, yavaş yavaş ailemle iletişim kurmaya başladım. Babam Ürdün’e taşınmış ve orada başka bir kadınla evlenmişti. Erkek kardeşlerim kendi başlarına ve annem ile kız kardeşim birlikte yaşıyorlardı. Beş yıl sonra, ailemle barıştım. Kendi başıma yaşadığım ve hayatıma yön verdiğim gerçeğini kabul ettiler. Ailemin bunu ne kadar açıklıkla kabul ettiğini görmek beni şaşırttı. Tanrı’nın lütfunun yaşamımda gerçekten işlediğini düşünmeme neden oldu. ‘Aslında beni ihmal etmedi’ diye düşündüm, ‘Sevgisi ve lütfu olmadan ne yapardım bilmiyorum. Beni daha iyi bir duruma getirmek için kötü bir durumdan çıkardı. Beni korudu ve kendi başıma hayatta kalmayı başarmam için bana cesaret, bilgelik ve kuvvet verdi.’ Tanrı’ya karşı öfke duyduğum için utanıyordum. İslam’a geri dönerek O’nunla da barışmam gerektiğini hissettim. Günde beş kez namaz kılmıyor,her gün O’na şükrediyor ve O’nu memnun edecek şeyler yapıyordum.
1998 yılının Şubat ayında, birkaç ay sürecek bir eğitimden sonra, satış görevlisi olarak başka bir eyalete gideceğim bir şirkette çalışmaya başladım. Aynı ay, çok sevdiğim bir arkadaşım araba kazasında hayatını kaybetti ve beni acı ve sıkıntı içinde bıraktı. Tanrı’yla barış yaptığım için O’nunla konuşabildim. Ben anlamasam da her şeyi bir nedenden ötürü yaptığını biliyordum.
Taşınma zamanı gelip çattı. Kimseyi tanımadan ve nakledildiğim bu kentte ne beklemem gerektiğini bilmeden gittim. Yeni şehirde tek başıma yaşamaktan korkuyordum, ve ailemi ve arkadaşlarımı geride bıraktığım için üzgündüm ama yeni işim konusunda heyecan duyuyordum. İspanyolcayı iyi derecede öğrendim ve Meksika’ya bu denli yakın olma konusunda heyecan duyuyordum böylece dili daha fazla öğrenebilecek ve şirketim için bu ülkeye seyahat edebilecektim. Planım uluslararası satış konusunda başarılı olmaktı ama Rab’bin benim için tasarıları farklıydı.
Bir akşam çok tuhaf koşullar altında dairemin önünde köpeğini dolaştıran bir kadınla tanıştım. Hemen arkadaş olduk. Bir gün beni kilisesine davet etti. Bundan zarar geleceğini düşünmedim. ‘Ne de olsa,’ diye düşündüm, ‘Tanrı Yahudi ve Hıristiyan Kutsal Yazılarının yazarıysa, Müslüman olsam da kiliseye gittiğim için kızmaz.’
Arkadaşımın kilisesine ziyaret iki oldu, sonra üç, sonra çok. Vaizin vaazlarını gerçekten beğeniyordum ve vaazlarını Kutsal Kitap’tan sağlam görünen ayetlere dayandırdığını hissediyordum. Bana doğru gelmeyen tek şey vaizin İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğunu söylemesiydi. Ne var ki, Tanrı’nın kilise önderini bağışlayacağını düşündüm çünkü ailesi ve başkaları tarafından yanlış yönlendirilmişti. ‘Tabii ki İsa Tanrı’nın Oğlu değil’ dedim kendi kendime. Bazen kilise önderi İsa’nın bedende Tanrı olduğunu ve bazen de İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğunu söylerdi. Kilise önderinin kafası karışmış olmalı diye düşündüm çünkü nasıl olur da İsa hem Tanrı hem de Tanrı’nın Oğlu olabilirdi? Bu, bana hiç de mantıklı gelmiyordu.
Bir gün kilise önderi Müslümanların İsa Mesih’i tanımadığını söyleyene kadar o kiliseye gitmeye devam ettim. Bu yorum beni çok şaşırttı. İçimde bir şey şöyle dedi, ‘Tabii ki Müslümanlar İsa’yı tanır! Kilise önderi maalesef yanılıyor ve bunu düzeltmem gerek." İbadetten sonra kilise önderine gittim ve kendimi tanıttım. Müslüman olduğumu ve İsa Mesih’i TANIDIĞIMI söyledim. Genel bir ifade kullandığı için özür diledi ve ‘Müslümanların O’nun peygamber olduğuna inandığını biliyorum’ dedi. İmanı hakkında konuşmak için kendisiyle görüşmek istediğimi söyledim. Eninde sonunda kilise önderine gidip İsa’yla ilgili yanlış görüşleri hakkında konuşmam gerektiğini biliyordum. O gün kendimi tanıtmam süreci hızlandırdı. Onu düzeltme süreci değil, benim gerçeği araştırma sürecimi. Bu hayatımın da diğer bir dönüm noktasıydı.
Yüreğim ve canım Muhammed’in son elçi ve Kuran’ın Tanrı tarafından gönderilen son kitap olduğu konusunda emindi. Kuran açıkça İsa’nın bakire bir anne olan Meryem’den doğduğunu söylüyordu. Hastaları iyileştirmek, bebekken konuşmak ve topraktan bir kuş yaratmak da dâhil olmak üzere pek çok mucize gerçekleştirdi. Tanrı kendisini o kadar çok sevdi ki düşmanları çarmıha germek için hazırlanırken Tanrı İsa yerine çarmıhta ölmesi için İsa’ya benzer birini gönderdi. Müslümanlar hiç ölmediğine ve düşmanlarından korunmak için göğe alındığına inanıyorlar. Kuran’da İsa, kimseye kendisine tapınmayı söylemediğini, sadece gerçek Tanrı’ya tapınmalarını bildirdiğini söyler. Ayrıca Müslümanlara göre Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olduğunu, Hıristiyan ve Yahudilerin gerçek kitaplara sahip olmadıklarını biliyordum. Tanrı Muhammed’e insanlığa getirmesi için mesajı verdiğinde Tanrı Kuran’ı korudu ve Tora ve Müjde’de olduğu gibi kimsenin değiştirememesini sağladı. Bana bu öğretilmişti ve buna inanıyordum.
Kiliseye gitmeye ve vaizin vaazlarını dinlemeye devam ettim ama Hıristiyanların inançlarının Müslümanların inançlarından neden farklı olduğunu düşünüyordum. Kafam karışmıştı ve artık neye inanacağımı bilmiyordum. Boğuştuğum pek çok konu vardı: İsa çarmıha gerilmiş miydi? İsa çarmıhta insanların günahları için mi öldü? İsa Tanrı mı, yoksa Tanrı’nın Oğlu mu? Tanrı üçlübirliğe sahip bir Tanrı mı? Kutsal Kitap gerçekten doğru mu? Eğer bu sorularımın hepsinin yanıtı ‘evetse’, buna göre Muhammed ve Kuran Tanrı’dan olmayabilirdi. İş, aile, arkadaşlar ve çevremdeki her şey birden bire neredeyse anlamsızlaştı. Günlerim, gecelerim Tanrı ve gerçek konusunda gözyaşı ve kederle geçmeye başladı. 2000 yıl önce ne olduğunu nasıl bilebilirdim? İsa Mesih’e iman etmeye karar verirsem ailemi veya Tanrı’yı nasıl aldatabilirdim? Bu kararı kendi başıma almak istemiyordum. Fakat okumaya ve sorularımın hepsi için yanıt aramaya devam ettim.
Sorularım ikna edici yanıtlar gerektiriyordu ve bana kimin yardım edebileceğini bilmiyordum. Ta ki kilise önderi ilahiyat fakültesinde bir profesörü önerene kadar. Profesörle konuştukça ve pek çok kitap okudukça her şey mantıklı gelmeye başladı. Ölüdeniz tomarları nedeniyle Kutsal Kitap’ın doğru olması gerekiyordu. Ölüdeniz tomarlarından bir İ.Ö. 125 yılına uzanan Yeşaya Kitabı’ydı. Ölüdeniz tomarlarından ayrı olarak Yuhanna ve Matta’ya göre Müjde’nin Avrupa ve Orta Doğudaki bazı müzelerde çok eski elyazmaları da bulunmaktadır. Tevrat ve Zebur’da Mesih’in gelişi hakkındaki peygamberlikleri ve İncil’de nasıl gerçekleştiklerini okuyup karşılaştırmaya başladım. Eski Antlaşma (Tevrat ve Zebur) Mesih’in elleri ve ayaklarının insanların suçları nedeniyle delindiğinden söz eder. Bakire bir anneden doğacağını, kuzu gibi boğazlanmaya götürüleceğini, 30 parça gümüş için satılacağını, Yeruşalim’e eşek üzerinde gireceğini ve kendisine Yüce Tanrı ve Barış Prensi denileceğini söyler. Eski Antlaşma peygamberlikleri ve Yeni Antlaşma’da (İncil) gerçekleşmeleri İsa Mesih’in çarmıha gerilmesine inanmama yol açtı. Boğuştuğum tek konu İsa’nın üçlübirliğe sahip Tanrı’nın bir parçası olarak tanrılığı konusuydu. ‘Hiçbir koşulda İsa’nın Tanrı olduğuna inanamam. Bu Tanrı’ya küfür sayılır’ diye düşünüyordum kendi kendime. Ya araştırmama son vermeliydim ya da İsa’nın tanrılığına meydan okumalıydım çünkü İsa’nın tanrılığına inanmak zorunda olduğum takdirde Hıristiyanlığı benimseyeceğimi biliyordum. Bir mucizeye ihtiyacım vardı.
Bir gün İsa’ya şöyle dedim, "Tamam, Mesih, ya benim yolum olacaksın ya da hayatımdan çıkacaksın. Eğer Tanrı isen, istediğimi gerçekleştirerek bana Tanrı olduğunu kanıtlamalısın." İsa hemen yanıt vermedi. Tanrı’nın İsa’ya güvenmemi istemediğine inanmaya başladım çünkü dualarıma karşılık vermediğini düşündüm. Sonra bir Pazar günü, kiliseye gittim ve vaiz duadan söz ediyordu. Şöyle dedi, ‘Bir şey için dua ettiğimde genellikle şöyle söylüyorum: ‘Tanrım, eğer bu senin isteğinse kapıyı iyice aç ya da tamamen kapa ama Rab lütfen bu kararı kendi kendime almama izin verme.’ Böyle bir dua etmek aklıma yattı çünkü Tanrı hakkında yanlış karar vermekten korkuyordum. O gün eve gelir gelmez dua ettim ve şöyle dedim, ‘Tanrım eğer Hıristiyanlığı izlememi istiyorsan kapıyı iyice aç ya da kapat ama Rab lütfen bu kararı kendi kendime almama izin verme.’ Bir hafta boyunca hiçbir şey olmadı.
2 Ağustos 1998 Pazar sabahı her zamanki gibi araştırmam konusunda kendimi bunalmış hissederek uyandım. Kiliseye gitmemeye karar verdim - artık insanların İsa’nın Tanrı olduğunu söylediklerini işitmek istemiyordum. İranlı Hıristiyan bir kilise önderi beni aradı ve bir Kuran istediğini söyledi. O akşam kendisine Kuran vermek üzere kilisesine gittim çünkü bunun hoş bir şey olacağını düşündüm. Birkaç aydır gerçeği araştırdığımı biliyordu. Kiliseye vardığımda araştırmamın nasıl gittiğini sordu. İsa Mesih’in çarmıha gerildiğine inandığımı ama tanrılığına inanmadığımı söyledim. İranlı kilise önderine şunları da söyledim, ‘İsa’nın yaşamı hakkında araştırmalarımdan onun gibi birinin komşum, babam, patronum, mahkemede davama bakan yargıç ve kralım olmasını istediğimi söyleyebilirim çünkü kimse onunla kıyaslanamaz.”
Şöyle karşılık verdi, “O kadar harika olduğuna ve günahların için çarmıhta öldüğüne inanıyorsan bunu Tanrı’nın huzurunda ikrar eder misin?”
Kabul ettim ve birlikte dua ettik. Eğer bu duayı etmeyi kabul edersem elimi sıkıp Tanrı’nın çocuklarından biri olduğum için beni tebrik eden ilk kişi olmak istediğini söyledi. Dua etmeye, her gün Kutsal Kitap’ı okumaya ve herkese o an yaptığımı anlatmaya devam etmemi rica etti. Neden söz ettiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Vaizle vedalaştık ve arabama yöneldim. Arabama bindim ve bir anda her şeyi anladım. Tamamıyla şok olmuş bir şekilde oturdum ve sanki Tanrı yanımda oturuyormuş gibi yüksek sesle şöyle dedim, "Zaten bunu yapmamı istiyordun, öyle değil mi? Bu adımı atmamı gerçekten istiyordun, değil mi?"
Sonra ağlamaya başladım çünkü o anda ne olduğunu fark ettim. Tanrı benim yerime karar vermişti! İsa’yla savaştım ve kaybettim! Kendisini bana, benim koşullarıma göre açıklamasını istedim ama çok uzun süre önce bana kendisini kendi koşullarına göre açıklayacağına karar vermişti. İsa’nın kendisine meydan okumam yerine kendisiyle birlikte yaşamamı istediği benim için açıktı.
“Beni arayacaksınız, bütün yüreğinizle arayınca beni bulacaksınız. Kendimi size buldurtacağım” diyor RAB.” (Yeremya 29:13-14, Eski Antlaşma)
Rab İsa’nın ruhsal çobanım olmasından ve arabamın ön koltuğundaki o andan beri bana rehberlik etmesinden ötürü büyük bir minnettarlık duyuyorum. O’na ihtiyacım olduğumda yanımdaydı hatta O’na ihtiyacım olmadığını düşündüğüm zamanlarda bile. Yürümeyi hiç düşünmediğim yollardan geçirdi beni. Her şeyin üstünde, beni bu kadar sevmesi karşısında hayrete düşüyorum. Çarmıhta benim için öldü! Bu gerçek benim için o kadar alçaltıcı ve değerli ki! Rab benim çobanım. Koyunlarının tüm ihtiyaçlarıyla eksiksiz bir şekilde ilgilenen bir çoban.
“Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur. Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır. Kapıyı bekleyen ona kapıyı açar. Koyunlar çobanın sesini işitirler, o da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır ve onları dışarı götürür. Kendi koyunlarının hepsini dışarı çıkarınca önlerinden gider, koyunlar da onu izler. Çünkü onun sesini tanırlar. Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar.” (Yuhanna 10:1-5, İncil)
“İsa onlara bu örneği anlattıysa da, ne demek istediğini anlamadılar. Bunun için İsa yine, ‘Size doğrusunu söyleyeyim’ dedi, “Ben koyunların kapısıyım. Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve hayduttu, ama koyunlar onları dinlemedi. Kapı Ben'im. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur. Girer, çıkar ve otlak bulur. Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim. Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir. Koyunların çobanı ve sahibi olmayan ücretli adam, kurdun geldiğini görünce koyunları bırakıp kaçar. Kurt da onları kapar ve dağıtır. Adam kaçar. Çünkü ücretlidir ve koyunlar için kaygı duymaz. Ben iyi çobanım. Benimkileri tanırım. Baba beni tanıdığı, ben de Baba'yı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanır. Ben koyunlarımın uğruna canımı veririm. Bu ağıldan olmayan başka koyunlarım var. Onları da getirmeliyim. Benim sesimi işitecekler ve tek sürü, tek çoban olacak. Canımı, tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever. Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var.” (Yuhanna 10:6-18, İncil)
“Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz.” (Yuhanna 10:27-28, İncil)