Hiç bir cırcırböceğini kaygılanmaması konusunda ikna etmeye çalıştığınız oldu mu? Eğer olduysa benden daha bilgesiniz demektir. Geçen ay bu konudaki girişimim başarılı olmadı. Rahatlatıcı sözlerim ince kahverengi duyargalar üzerine düştü.
Merhamete ihtiyaç duymuyor değildi zavallıcık. Onun yüzünden eşim çığlık çığlığa banyodan kaçtı. Göğsümü şişirip elimde birkaç peçeteyle banyoya girdim.
Cırcırböceğinin hiç şansı yoktu. Her gün düzenli aerobik yürüyüş yapıyorum. Fiziksel olarak kusursuz bir durumdayım. Cırcırböceği tam kendine göre birisiyle karşı karşıyaydı. Ayrıca, özgürlüğüne kaçmasını engelleyecek şekilde, küvetin kaygan kenarlarıyla çevriliydi. Yukarı doğru tırmanmaya çalışıyor, aşağı doğru kayıyordu. Yukarı, aşağı, yukarı, aşağı.
Zavallıcık dehşet içindeydi. Onun yerinde kim olsa öyle olmaz mıydı? Kenarları buzlarla çevrili bir buz pistinde olduğunuzu hayal edin. Kafanızı kaldırıp yukarı bakıyorsunuz ve bir insanın büyük yüzünü görüyorsunuz. Binamızın çevresindeki sık çimenler arasında her akşam verdiği senfoni müziğine sonsuza dek son vermesi için yeterliydi.
Eşim bir yandan köşeden bizi izlerken sordu, ‘Ne yapacaksın ona?’ Oturma odasındaki açık bir pencereye doğru yürürken ‘Merak etme’ dedim.
Herhalde sifonu çekip cırcırböceğine bir lunapark bileti keseceğimi düşünüyordu ama buna yüreğim el vermezdi. Peçetenin içindeki böceği, bıraktığımda güvende olacağını bildiğim, çimenlerin üzerinde yumuşak bir iniş alanına bıraktım.
Sanki idamı bekleyenlerin sırasında olduğumuzu sanırdınız. Peçeteleri sıkı bir şekilde tutuyor olmasaydım, çırpınan yaratık kaçabilirdi. ‘Canını yakmayacağım’ diye açıklıyordum bir yandan. ‘Serbest bırakacağım. Kendini bu işin içine sokan sensin. Ben sadece seni çıkarmaya çalışıyorum.’
Hiç sakinleşmedi. Hiç rahat durmadı. Hiç --- hiç bana güvenmedi. Son anda peçeteyi açıp onu özgür bıraktığımda bile. Dönüp, ‘Teşekkür ederim’ dedi mi? Evlerine cırcırböceği cipsi ya da yedikleri her neyse, yemek için davet etti mi? Hayır. Sadece atladı ve çimenlerin arasında kayboldu.
Güvenini kazanmak için ben olsaydım ne yapardım? Cırcırböceği dili öğrenir miydim? Uzun, dalgalı duyargalar mı edinirdim? Bacaklarımı belli bir şekilde birbirine sürterek şarkı söylemeyi öğrenmek? Peki tamamıyla onun gibi olmak? Cırcırböceği olma fikri kulağa nasıl geliyor? Asla! Cırcırböceği tatlıydı ama buna değmezdi.
Fakat görünen o ki, siz ve ben buna değeriz!
Görünen o ki, siz ve ben Tanrı’nın bizim adımıza dünyayı ziyaret etmesine değeriz! Bunu biliyor muydunuz?
İnsanın cırcırböceği olmasının saçma bir fikir olduğunu mu düşünüyorsunuz? Tabii ki, siz de ben de bunun mantık ötesi olduğunu biliyoruz. Ama mümkün olsaydı, acaba benim dünyamdan onun dünyasına yolculuk ne kadar uzun olurdu? Melekleri hala hayret içinde bırakan cennetten dünyaya yolculuktan çok daha kısa olmalı. Cennetten dünyaya hangi yolculuk mu? İsa’nın yolculuğu. Böyle bir yolculuk mu yaptı? Neden? O’na güvenmemiz için. O’nu tanımamız için. Bir gün sonsuz evinde, cennette O’nunla birlikte olmamız için.
Biraz benimle bu düşünceyi irdeleyin. İsa neden dünyada bu kadar uzun yaşadı? Yaşamı çok daha kısa olamaz mıydı? Neden, dünyamızda sadece günahlarımız için ölüp sonra ayrılacak kadar kısa kalmadı? Neden günahsız bir yıl ya da hafta değil? Neden bir yaşam boyu burada yaşaması gerekti? Cennette üzerinde sürekli konuşulan olağanüstü bir ölümü deneyim edip yendi ama onlarca yıl insanlara katlanmak? Büyük kalabalıklara ve kolayca öfkelenen insanlara katlanmak? Neden böyle bir şey yaptı?
Çünkü O’na güvenmenizi istiyor. Siz ve O. Sadece ikiniz. Dünyadaki son işi bile güveninizi kazanmayı amaçlıyordu.
“Daha sonra İsa, her şeyin artık tamamlandığını bilerek Kutsal Yazı yerine gelsin diye, "Susadım!" dedi. Orada ekşi şarap dolu bir kap vardı. Şaraba batırılmış bir süngeri mercanköşk dalına takarak O'nun ağzına uzattılar. İsa şarabı tadınca, "Tamamlandı!" dedi ve başını eğerek ruhunu teslim etti.” (Yuhanna 19:28-30, İncil)
İşte bu, İsa’nın yaşamının son işidir. En azından çarmıhın bu tarafındaki yaşamının son eylemi budur. Çarmıhın diğer tarafını biliyoruz. Ölümü, gömülmesi ve dirilişinden sonra göklere alınmadan önce dünyada öğrencileriyle kırk gün geçirdi. Diğer tarafla ilgili olarak Yuhanna Müjdesi’nden sonra gelen kitapta şöyle okuyoruz:
“İsa, ölüm acısını çektikten sonra birçok inandırıcı kanıtlarla elçilere dirilmiş olduğunu gösterdi. Kırk gün süreyle onlara görünerek Tanrı'nın Egemenliği hakkında konuştu. (Elçilerin İşleri 1:3, İncil)
Kendisini yakından izleyen bu az sayıda insanla geçirdiği zaman oldukça özeldi. Kalabalıkların önündeki yaşamına gelince, halk önündeki yaşamının son anlarına bakalım. Susamış bir Kurtarıcı’nın sesini duyacağız. Susadığını belirtirken son bir istekte bulunuyor. Son kez O’na güvenmemizi istiyor.
Bana güvenebilirsiniz.