Güzel hikâyeler dinlemekten hoşlanır mısınız? Umarım hoşlanıyorsunuzdur çünkü bu diziyi gerçek bir hikâyeyle bitireceğim. Hikâyemiz, Tanrı’nın kendisini insana en sıradışı şekillerde açıkladığı gerçeğini sizlere hatırlatacak.
Bu dizide yaptığımız gibi Tanrı’yı incelemek, muazzam ve aynı zamanda insanı ödüllendiren bir iş. Tanrı’nın bilinmeyi arzuladığını öğrendik. Tamamıyla değil, ama gerçekten tanınmak istiyor. Fakat bunu bilmek için bu diziye ihtiyacınız yoktu, öyle değil mi? Kimseyi hiçbir zaman tam olarak tanıyamayız, buna sevdiklerimiz de dahil. Bunun nedeni, onların deneyim ettiği her şeyi deneyim edemememiz ve düşünce ve duygularının tümünü anlamak için zihinlerine giremeyecek olmamızdır.
Gerçek şu ki, kendi yüreğimizi tanıma becerisine sahip değiliz! “Yürek her şeyden daha aldatıcıdır, iyileşmez, onu kim anlayabilir?” (Yeremya 17:9, Eski Antlaşma). Başka bir deyişle, insan yüreği öyle ki, kendi kötülüğünün derinliğini saklamaya çalışır ve kendi sahibini bile aldatacak şekilde süslemeler yapar. Suçu başkasına atarak, yanlış davranışları haklı göstererek, günahlarımızı azımsayarak, gerçekte olduğumuzdan daha iyiymiş gibi davranarak, vs. yaparız bunu. Ne yazık ki, her birimizin yüreğinde, kendimizin dahi farkında olmadığı ve orada olduğundan kuşkulanmadığımız kötülük vardır.
Yüreğimizi, en içsel varlığımızı kim anlayabilir? Ancak Tanrı. Bizleri en fazla hayrete düşürmesi gereken şey, bu ezeli ve ebedi Tanrı’nın, ölümlü insanla iletişim kurmayı seçmesidir. Aldatıcı bir yüreğe sahip ölümlü insan...
Bu ölümsüz Tanrı’nın, bizlerle peygamberler ve elçiler aracılığıyla konuşmaktan daha fazlasını yapmayı seçtiğini görmek bizleri daha da fazla hayrete düşürmeli. Tanrı, İsa Mesih kişisinde geldi bizlere. Bir gün cennete giderseniz- umarım gidersiniz- bu ancak Tanrı’nın kendisini sizinle barıştırmış olması sayesinde olur. Barışma girişiminde bulunanın, suç işleyen değil, gücenen taraf olduğunu düşünün. Tanrı’nın yaptığı budur. “Şöyle ki Tanrı, insanların suçlarını saymayarak dünyayı Mesih'te kendisiyle barıştırdı.” (2. Korintliler 5:19)
Tanrı’nın kendisini insana açıklamak için seçtiği diğer yollar da her ne kadar harika olsa da, en önemli vahiy biçimi, İsa Mesih’te gerçekleşti. Bunu önceki ayette görüyoruz, öyle değil mi? “Şöyle ki Tanrı…dünyayı Mesih'te kendisiyle barıştırdı.” İsa Tanrı’nın nihai vahyidir. “Çünkü Tanrılığın bütün doluluğu bedence Mesih'te bulunuyor. Siz de her yönetim ve hükümranlığın başı olan Mesih'te doluluğa kavuştunuz.” (Koloseliler 2:9-10)
Susanna ve Gayaney’in Hikayesi
“Anneciğim, çok susadım. Bir şey içmek istiyorum.”
Susanna Petrosyan kızının yalvarışını duydu fakat yapabileceği hiçbir şey yoktu. Susanna ve dört yaşındaki kızı Gayaney yıkıntıya dönmüş tonlarca beton ve çelik altında kapana kısılmışçasına kalakalmışlardı. Yanlarında, karanlıkta, Susanna’nın eltisi Karine’nin bedeni yatmaktaydı. Karine, Sovyet Ermenistan tarihindeki en kötü depremlerden birinin elli beş bin kurbanından biriydi.
Felaket geliyorum demez ve bu sefer kapıyı yıkıp geçmişti.
Susanna, bir kıyafet denemek için Karine’nin evine gitmişti. Tarih, 7 Aralık, 1988, saat sabah 11:30’du. Deprem 11:41’de gerçekleşti. Beşinci kattaki daire sallanmaya başladığında, daha henüz elbiseyi çıkarmıştı ve üzerinde sadece çorapları ve kilotu vardı. Susanna kızını kavrayıp sadece birkaç adım atmıştı ki, yer açıldı ve aşağı doğru düştüler. Susanna, Gayaney, ve Karine dokuz katlı apartman binası çevrelerinde paramparça olurken, bodrum katına düştüler.
“Anne, bir şey içmem lazım. Lütfen bana bir şey ver.” Susanna’nın verebileceği hiçbir şey yoktu. Sırt üstü yatar vaziyette kalakalmıştı. Başının kırk beş santimetre üzerinde beton bir panel ve omuzlarının üzerinde eğilmiş bir su borusu ayağa kalkmasını engelliyordu. Karanlıkta el yordamıyla bodruma düşmüş olan yedi yüz gramlık bir karadut reçeli bulmuştu. Kavanozun tümünü yemesi için kızına vermişti. İkinci güne girdiklerinde hepsi çoktan bitmişti.
“Anne, o kadar susadım ki.”
Susanna öleceğini biliyordu fakat kızının yaşamasını istiyordu. Bir elbise buldu, belki de, denemek için geldiği kıyafetti, ve Gayaney için bir yatak yaptı. Keskin bir soğuk olduğu halde, çoraplarını çıkardı ve çocuğu sıcak tutmak için ona sardı. İkisi sekiz gün boyunca orada kapalı kaldılar.
Susanna, karanlık nedeniyle zaman kavramını kaybetti. Soğuk nedeniyle el ve ayak parmaklarındaki hissi kaybetti. Hareket edemediği için umudunu kaybetti. “Öylece ölümü bekliyordum.”
Halüsinasyon görmeye başladı. Düşünceleri oradan oraya dolaşıyordu. Arada sırada merhametli bir uyku mezar dehşetinden kurtulmasını sağlıyordu ama çok kısa bir süre için uyuyabiliyordu. Onu sürekli olarak uyandıran bir şey vardı: Soğuk, açlık veya- çoğunlukla- kızının sesi.
“Anne, susadım.”