OLAY: İsa bir cüzamlıyla karşılaşır.
AYETLER: “İsa'ya cüzamlı biri geldi, diz çökerek, "İstersen beni temiz kılabilirsin" diye yalvardı. İsa'nın yüreği sızladı, elini uzatıp adama dokundu, "İsterim, temiz ol!" dedi. Adam anında cüzamdan kurtulup tertemiz oldu.” (Markos 1:40-42, İncil)
İSA’NIN DUYGUSU: Merhamet.
NEDENİ: Cüzamlı adam kendisini iyileştirmesi için yalvarır.
EYLEM: İsa adama dokunur ve adam iyileşir.
ÜZERİNDE DÜŞÜNMEM GEREKEN KONU:
Bu küçücük lekelerin gözkapakları ve avuç içlerinde ne zaman belirmeye başladığını bilmiyoruz. Acaba hemen eşine haber vermiş miydi? Önemli değildi. Lekeler çok kısa bir süre içinde bütün vücuduna yayıldı. Artık bu gerçeği - ne lekeleri ne de utancını - kimseden saklayamazdı. Cüzam! Nasıl kapmıştı? Hastalığın yayılması, büyüyen lekeler göründükleri yerlerde saçlarını beyazlattı. Bunları, cildinin kuruması, korkunç yaralar ve şişmeler izledi. Hastalık, cildinden içeri, kemiklerine doğru yayıldığında, dokuz seneden daha fazla yaşayamayacağını biliyordu. Böyle demişlerdi. Vücudu parça parça çürüyordu. Ne yapabilirdi?
Hikayemizde, İsa’nın acı çeken insanlara karşı yumuşak ve sevecen yaklaşımı üzerinde duracağız. Sadece bu adama odaklanacağız fakat bu hastalıklı ve acı içinde olan dünyaya o Büyük Doktor gelmiştir ve artık hepimiz için umut vardır. İsa’nın, kendisine doğru yaklaşan bu şekli, şemali bozulmuş ve acınası görüntüye sahip adam için yaptıkları, bizim için yapabileceklerini açıkça gözler önüne serer.
İsa’nın döneminde yaşayan bu cüzamlılar nasıl insanlardı? Etrafı surlarla çevrili topluluklarda yaşamaları yasaktı. Cüzam kapmadan önce etrafı surlarla çevrili köylerde yaşıyor idiyseler, duvarın dışında bir yere taşınmaları gerekirdi. Her nerede olurlarsa olsunlar, derin bir yasın işareti olarak dış giyisilerini yırtmış olmaları gerekirdi. Başları açık olarak gezmek zorundaydılar. Erkekler, bekledikleri ölümün yasını tutuyorlarmışçasına sakallarını bir örtüyle örtmeleri gerekiyordu. Bütün bunlara ek olarak, yanlarından geçenleri uyarmak için ‘Kirli! Kirli!’ diye bağırmak zorundaydılar. Yanlarından geçenleri iyi tanıyıp tanımamaları önemli değildi, Orta Doğu’da insanlar kucaklaşarak selamlaştıkları için ne kucaklayabilir, ne de kucaklanabilirlerdi. Cüzamlı birine dokunmak demek, insanın cüzam hastalığına yakalanması demekti.
Cüzamlılar toplum dışına itildiği için, diğer insanlar onlardan en az bir taş atımı mesafede durulardı. Nitekim, çevrelerindeki cüzamlılar yakınlaşırsa onlara taş atabilirlerdi! Açık yaraları ve kirli sargılarıyla cüzamlılar insanın en son dokunmak isteyeceği kişilerdi. Tiksindiriciydi. Ne var ki, İsa’nın bu adam için yaptığı ilk şey ona dokunmaktı.
“İsa'nın yüreği sızladı, elini uzatıp adama dokundu.”
İsa kendisiyle konuşmadan önce, elini uzatıp ona dokundu. Bu sahneyi gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? Bu adamın, birinin kendisine dokunmasını ne kadar özlemiş olduğunu düşünün bir kere. Uzaklaşması için kafasına atılan taşlar değil, sadece bir dokunuş. İsa, adamı önce iyileştirip sonra ona dokunabilirdi. Temiz derisine dokunmak daha güvenli olurdu. Ben olsam öyle yapardım. Fakat İsa cüzamlının fiziksel dokunuşa duyduğu ihtiyacı gördü ve önce ona dokundu. Sonra da fiziksel ve ruhsal şifa getiren sözler söyledi.
Birdenbire, bir şimşeğin çakması gibi hepsi gitti. Kamburdu. Bir eli parmaksızdı. Ayak parmaklarının eksikliği nedeniyle ayakları artık ayak gibi görünmüyordu. Kabuk bağlamış kolları ve iltihaplı sırtı paçavralarla kaplanmıştı. Paçavra olmuş örtüsü, çığlık çığlığa bağıran iki gözü dışında yüzünün tümünü kaplıyordu. Ama İsa’nın sözlerinden sonra yumru olan elinde, artık kızının tutabileceği bir parmak vardı. Ayak parmaklarının olmadığı yerde, artık oğullarıyla birlikte futbol topuna vurabileceği iki sağlıklı ayak vardı. Çıbanlı yaraların olduğu yerde, artık eşinin okşayabileceği bir deri vardı. Karantinada geçen yalnız saatler artık yerini sevdikleriyle ve arkadaşlarıyla geçen mutlu saatlere bırakabilirdi.
Cüzam, insanın içsel ruhsal bozukluğunun dışsal ve görülebilir bir işaretiydi. Yavaş yavaş yayılır ve insanın doğasının tümünü çürütür. Günah ve Tanrı’yla ilişkimiz üzerinde etkilerini kıyaslayabileceğimiz bir şey varsa o da cüzamdır. Bunu duymanın kulağa hoş gelmediğini biliyorum. Ama gerçek bazen acı verir.
Kurtlar
Kurt elmanın içine nasıl girer? Dışarıdan içeri doğru bir yol mu oyar? Hayır, bilimadamları kurdun içten geldiğini keşfettiler. Oraya nasıl giriyor? Basit! Bir böcek elma çiçeğine yumurtuluyor. Elma olgunlaştıktan sonra, kurt elmanın tam ortasında yumurtadan çıkıyor ve dışarı doğru elmayı yiyerek kendisine yol açıyor. Günah da kurt gibi, yürekte başlar ve insanın düşünceleri, sözleri ve eylemleriyle dışarı doğru ilerler. Günah işlediğimiz için günahkar olmuş değiliz. Günah işleriz çünkü günahkarız. Günah zaten içimizde, insanın doğasında var. Sadece dışarı çıkmak için biraz zamana ihtiyacı var.
Tanrı’nın önünde günahkar olduğumuzu kabul ettiğimiz zaman, bunun Tanrı’nın sisteminde, cüzamlı olduğumuzu kabul etmemiz gibi olduğunu biliyor musunuz? Günahkar olduğumuzu kabul etmek bir şey, cüzamlı olduğumuzu kabul etmek ise bambaşka bir şey, öyle değil mi? Çoğu zaman günahımızı saklayabiliriz. Kimse aklımızı okuyup pak olmayan düşüncelerimizi göremez. Yalan söylediğimiz zaman, çoğunlukla kimse yalan söylediğimizi bilmez. Ama cüzam böyle değildir. Bunu asla saklayamayız. Herkes görür ve tiksinir. En çok da Tanrı. “Kötüye bakamayacak kadar saftır gözlerin.” (Habakkuk 1:13, Eski Antlaşma)