"Bizse seviyoruz, çünkü önce O [Tanrı] bizi sevdi.” (1.Yuhanna 4:19)
Websitesinin bu kısmında, sizi derinden etkileyeceğinden ve büyük olasılıkla hayatınızı değiştireceğinden emin olduğum bir konuyu incelemeye başlayacağız. Tanrı sizi seviyor. Kişisel olarak. Güçlü bir şekilde. Koşulsuz olarak. Başkaları sizi sevmeyi vaat edip bunu gerçekleştirememiş olabilirler. Tanrı böyle değildir. Tanrı sizi sevmeyi vaat etmiştir ve İncil’in sayfalarında bunu göstermiştir. Tanrı sizi hiç tükenmeyen bir sevgiyle sever. Eğer izin verirseniz, sevgisi sizi başkalarına vermeye değer bir sevgiyle dolduracaktır.
Bu ilk makalede, İsa’nın dönemindeki Yahudi din önderlerinden birinin evine konuk olacağız. Luka Müjdesi’nde din önderlerinin İsa’yı yemeğe davet etmeleriyle ilgili üç olay vardır. Bunlardan birine bakacağız ama önce İsa’nın davet edildiği evle ilgili bir şeyi anlamalıyız. Ferisiler son derece tutucu bir dinsel gruptu. Yahudi halkının yasa koyucu ve üst mahkeme görevi gören Yüksek Kurulu’na üyeydiler. İsa’yı evine davet eden bu Ferisi’nin yüreğinde ne olduğunu, İsa’yı neden davet ettiğini bilemeyiz. İsa’yı davet etmesinden, bu Ferisi’nin İsa’nın öğretişlerine diğer Ferisiler kadar şiddetle karşı olmadığını çıkarabilir miyiz? Yoksa saygı kisvesi ve sevgi gösterisi arkasında aslında bu Ferisi sadece İsa'ya bir tuzak kurmaya mı çalışıyordu? İsa’yı korumasız bir şekilde yakalayıp Tanrı’ya küfür niteliğinde ya da Romalılar’a karşı sözler söylettirmeye mi çalışacaktı?
“İsa'yı dikkatle gözlüyorlardı. O'na, kendilerine dürüst süsü veren muhbirler gönderdiler. O'nu, söyleyeceği bir sözle tuzağa düşürmek ve böylelikle valinin yetki ve yargısına teslim etmek istiyorlardı.” (Luka 20:20)
İsa’yı Tutuklatmak
Din uzmanları İsa’yı tutuklatıp ölüm cezasına çarptırılmasını sağlamak amacındaydılar. Hikayemizdeki Ferisi’nin de böyle bir niyeti varmış gibi görünüyor çünkü normalde eve gelen konuklara gösterilen ihtimam İsa’ya gösterilmemişti.
“Ferisiler'den biri İsa'yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi'nin evine gidip sofraya oturdu. O sırada, kentte günahkar olarak tanınan bir kadın, İsa'nın, Ferisi'nin evinde yemek yediğini öğrenince kaymaktaşından bir kap içinde güzel kokulu yağ getirdi. İsa'nın arkasında, ayaklarının dibinde durup ağlayarak, gözyaşlarıyla O'nun ayaklarını ıslatmaya başladı. Saçlarıyla ayaklarını sildi, öptü ve yağı üzerlerine sürdü. İsa'yı evine çağırmış olan Ferisi bunu görünce kendi kendine, "Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı" dedi.
Bunun üzerine İsa Ferisi'ye, "Simun" dedi, "Sana bir söyleyeceğim var." O da, "Buyur, öğretmenim" dedi.
"Tefeciye borçlu iki kişi vardı. Biri beş yüz, öbürü de elli dinar borçluydu. Borçlarını ödeyecek güçte olmadıklarından, tefeci her ikisinin de borcunu bağışladı. Buna göre, hangisi onu çok sever?"
Simun, "Sanırım, kendisine daha çok bağışlanan" diye yanıtladı. İsa ona, "Doğru söyledin" dedi. Sonra kadına bakarak Simun'a şunları söyledi: "Bu kadını görüyor musun? Ben senin evine geldim, ayaklarım için bana su vermedin. Bu kadın ise ayaklarımı gözyaşlarıyla ıslatıp saçlarıyla sildi. Sen beni öpmedin, ama bu kadın eve girdiğimden beri ayaklarımı öpüp duruyor.
Sen başıma zeytinyağı sürmedin, ama bu kadın ayaklarıma güzel kokulu yağ sürdü. Bu nedenle sana şunu söyleyeyim, kendisinin çok olan günahları bağışlanmıştır. Çok sevgi göstermesinin nedeni budur. Oysa kendisine az bağışlanan, az sever." Sonra kadına, "Günahların bağışlandı" dedi.
İsa'yla birlikte sofrada oturanlar kendi aralarında, "Kim bu adam? Günahları bile bağışlıyor!" şeklinde konuşmaya başladılar.
İsa ise kadına, "İmanın seni kurtardı, esenlikle git" dedi.” (Luka 7:36-50)
Bu Hikayeden Ne Öğrenebiliriz?
İlk olarak, iki insan bu kadar farklı olabilir mi? Simun üstün görülüyor. Fahişe ise aşağı görülüyor? Simun din uzmanıydı ve herkesin gözü önünde bir yaşam sürdürüyordu. Kadın ise karanlıkta yaşıyordu, erkekleri avlıyordu. Simun, Tanrı’ya bağlı bir yaşam standardını teşvik eden bir yaşam sürdürüyordu. Kadın ise, bunları çiğneyerek yaşıyordu. Simun, yemek daveti veriyor. Ve hikayede gördüğümüz gibi kadın yemeği bozuyor.
Kentte yaşayan diğer insanların, bu iki kişi arasında kimin daha dindar olduğuna karar vermelerini isteseniz, anında Simun’u seçerlerdi. Neden olmasın ki, sonuç olarak, Simun ilahiyatçıydı. O, Tevrat ve Zebur’u çoğu insanın alfabeyi bildiği gibi biliyordu. Herkes onu seçerdi. İsa dışında herkes. İsa her ikisini de aynı derecede, iyi tanıyordu. Nitekim, bütün insanları çok iyi tanırdı:
“Gerçekleştirdiği belirtileri gören birçokları O'nun adına iman ettiler. Ama İsa bütün insanların yüreğini bildiği için onlara güvenmiyordu. İnsan hakkında kimsenin O'na bir şey söylemesine gerek yoktu. Çünkü kendisi insanın içinden geçenleri biliyordu.” (Yuhanna 2:23-25)
“Akıllarından geçenleri bilen İsa onlara şöyle seslendi: "Aklınızdan neden böyle şeyler geçiriyorsunuz?” (Luka 5:22)