Tanrı Vardır ve Kurtarıcıdır!
Tanrı var mı? Kendinize daha önce bu soruyu sordunuz mu? Ben hayatımda bir dönem bu soruyu sorduğumu hatırlıyorum. Müslüman olarak yetiştirildiğim halde, kendimi Tanrı’nın varlığı konusuyla boğuşurken buldum. Tanrı’nın gerçekliği konusunda ciddi olarak kuşkuya düşeceğim bir noktaya geleceğimi hiç düşünmezdim. Fakat yüksek okulda hayatımın en büyük ruhsal mücadelelerinden biri içinde buldum kendimi.
Tanrı var mıydı, yok muydu? Fars dili profesörünün cazibesine kapılan birçok öğrencinin aklında bu yakıcı soru vardı. Onun etkisi nedeniyle Tanrı’nın varlığı sorusu üzerinde uzun bir süre düşündüm. Öğretmenimiz bir zamanlar İslam’a inanıyordu ama dini inançlarını bırakıp ateist olduğu konusunu hiç gizlemiyordu.
İslami köklerim çok derindi. Lucknow Hindistan’da dindar bir Şii ailede dünyaya gelmiştim. İlk eğitimime Arapça öğrendiğim bir Kuran kursunda başladım. Ailemden ve öğretmenlerimden Kuran’ı ezberleme ve duaları ezberleme konusunda gayretli olmayı öğrendim. İslam’ın ilkeleri ve uygulamaları yaşamımı ve içinde yaşadığım toplumda son derece yaygındı. İddialarını ve buyruklarını sorgulama gibi bir durumum yoktu.
Zaman zaman Sünniler ve Şiiler arasında çatışmalar olurdu. Bunların ortaya çıkardığı duygusal gerilimden benim de payıma düşeni almam doğaldı. Şiiler ne zaman Ebu-Bekir’e, Ömer’e ve Osman’a lanet etse Sünnilerin büyük bir öfkeye katıldığını hatırlıyorum. Bu, özellikle de Ali’yi anmak adına yapılan kutlamalarda geçerliydi. Şii inancına göre Ali, Muhammed’in yerine geçecek kişi olmalıydı.
Bizim ailemiz, azınlık içinde azınlıktı. Hindistan’da yaşayan altı yüz milyon kişi içinde sadece altmış beş milyon Müslüman vardı. Bunlar içinde ise büyük olasılıkla bir milyondan fazla Şii yoktur. Sünniler ve Şiiler genellikle dostça bir arada yaşasalar da, ilişkiyi gergin hale getiren farklılıklar vardı. Neredeyse bütün Şiiler, şu an elimizde bulunan Kuran’ın cennetten gelen tamamlanmış kitap olduğu fikrini reddediyor. Sünnilerin önemli miktarda silme yaptıklarına inanıyor, özellikle de Muhammed’in yerine geçmesi gereken doğru kişinin Ali olması gerektiğini düşünüyorlar. Çevremdeki dünyayı bu bakış açısıyla görüyordum.
Yüksek okula gitme zamanım geldiğinde Farsça öğrenmek ve İslam dinini eskisinden daha derin bir şekilde çalışmak için Rampur’a gitmeye karar verdim. Birinci yılım sırasında profesörlerimden birini çok sevdim, biraz önce sözünü ettiğim kişiyi. Müslüman’dı ama maddenin sonsuz olduğuna inanmıştı ve Tanrı’ya inanmaya gerek görmüyordu. Nitekim ona göre Tanrı fikri bilimdışıydı ve eski modaydı. Öğrenciler üzerindeki etkisi içten içe ve kuvvetliydi. Bir süre için fikirlerine kapıldım ama ateizm beni tatmin etmedi. Yanıtsız bıraktığı çok fazla soru vardı.
Fakat birçok öğrenci bu görüşü çok cazip buldu. Yine de evlerine gittiklerinde, sosyal zorlamaların inanılmaz baskısı nedeniyle Müslüman yaşam biçimine uyum sağlarlardı. Böylesi bir tereddütsüzlük ve ikiyüzlülüğün üstesinden gelmek için iyice düşünüp soruna mantıklı bir çözüm bulmaya kararlıydım. Yapılandırılmış evrenin sonsuz olmadığına ilişkin yanılmaz kanıt olduğunu öğrendiğimde bu dünyayı yapan güçlü ve akıllı bir varlık olduğuna ikna oldum. Eğer yaratıcı güç kör olsaydı düzen olamayacağını düşündüm. Fakat her yerde düzen görülüyordu ve bu da bütün bunları yapan ‘Gücün’ akıllı olduğunu gösterir. Bu aynı Varlık dünyayı yönetir ve böylece düzeni korur. Varoluşun her düzeyindeki tasarım üzerinde düşündüğümde Tanrı gerçeğine inandım.
Hayatımda o noktaya kadar Hıristiyanlıkla yakın bir temasım olmamıştı. İyi eğitim almış olan annem benimle Hıristiyanlık hakkında konuşan ilk kişiydi. Müslüman olduğu halde İsa Mesih’e büyük bir saygısı vardı. Çocukken bana O’nun hakkında çeşitli hikâyeler anlatmıştı. O’na olan hayranlığım artmaya başladı. Tabii hala Muhammed’in en son peygamber olduğuna inanıyordum. Fakat Mesih’in yaşamış olan en büyük peygamber olduğunu düşünmeye başladım. Mucize yapma gücü nedeniyle kararım konusunda kendime güveniyorum. Kuran dahi Muhammed’in mucize yapamadığını söylüyordu.
Rampur’da Doğu dillerinde derecemi aldıktan sonra Allahabad’ta bir okulda öğretmenlik yapmaya gittim. Oraya giderken Naini Tal’da biraz vakit geçirdim ve burada şairler toplantısına katıldım. Orada şiire duyduğum yoğun ilgiyi paylaşan bir adamla karşılaştım ve iyi arkadaş olduk. İyi tanıyacağım ilk Hıristiyan’dı. Bana bir İncil verdi ve bu da beni Hıristiyan inancı konusunda ciddi bir şekilde düşünmeye sevk etti. Bu ilgi Allahabad’ta yeniden ateşlendi çünkü her gün derse giderken Hıristiyan bir kütüphanenin önünden geçiyordum. Sonunda bir gün kütüphaneye girdim. Ahlak ve yazın konusunda bazı mükemmel kitaplar bulmakla kalmadım kütüphaneciyle yakın arkadaş olduk. Samimi bir Hintli Hıristiyan’dı.
Kütüphaneci aracılığıyla başka bir Hıristiyan’la karşılaştım ve bu kişinin Mesih’e benzer yaşamı beni çok etkiledi. Gelirinin neredeyse tümünü yoksullara verirdi ve yatakta değil, yerde bir şilte üzerinde yatardı. Onu görmeye gittiğimde, genellikle dizleri üzerine çökmüş dua ederken bulurdum onu. Bana karşı çok iyiydi ve hatta beni evine kendisiyle beraber kalmak için de davet etti. Üç yıl kadar onunla yaşadım. Derslerime devam ederken bana İncil öğretmeye başladı. Başından sonuna kadar İncil’i öğretmek için zaman ayırdı.
Daha önce Mesih’in, tüm peygamberler arasında en yüce ve en iyisi olduğuna inanmıştım ama İncil’i çalıştığımda ilk olarak O’na Kurtarıcı ve Rab olarak inandım. Sonra O’nun dünyanın Kurtarıcısı ve Tanrı tarafından kabul edilmemizin tek umudu olduğunu fark ettim.
Yeni Antlaşma çalışmamda özellikle Mesih’in mucizelerinin anlatımından çok etkilenmiştim. Bu ayet de beni derinden etkilemişti,
“Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu'nu verdi. Öyle ki, O'na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” (Yuhanna 3:16, İncil)
Bu da bana Tanrı’nın kimsenin cezalandırılmasını istemediğini, aksine herkesin İsa Mesih aracılığıyla kendisine gelmesini istediğini gösterdi. Ayrıca, Mesih’in çarmıha gerilmesiyle ilgili anlatımdan çok etkilenmiştim – nasıl da isteyerek ve kendi çıkarını bir yana bırakarak, başkaları için hayatını çarmıhta feda etmişti. İnsanların günahlarının bağışlanmasının ve Tanrı’yı tanımalarının tek yolunun ölümü ve dirilişi aracılığıyla olduğunu gördüm.
“Bir kimse Mesih'teyse, yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur. Bunların hepsi Tanrı'dandır. Tanrı, Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştırdı. Şöyle ki Tanrı, insanların suçlarını saymayarak dünyayı Mesih'te kendisiyle barıştırdı.” (2.Korintliler 5:17-19, İncil)
O günlerde aklımda pek çok soru bana sıkıntı veriyordu. Özellikle İsa’nın nasıl Tanrı Oğlu olduğunu anlamakta büyük zorluk çekiyordum. Kuran, “Tanrı, doğurmamış ve doğrulmamıştır” der. Tanrı’nın insan gibi bir oğlu olması bana akıl almaz geliyordu. Fakat İncil’i çalıştığımda, İsa’nın oğulluğu konusunda böyle bir görüşü hiçbir yerde öğretmediğini gördüm.
Arap yazınını incelediğimde, bu ifadeyle ilgili aydınlatıcı benzerlikler olduğunu gördüm. Örneğin, Kuran’ın kendisinde, ibn essabil terimi var, bu da "yolun oğlu" demektir. Şu ifadeyi de görüyoruz, ibn esshaitan, açıklaması, "Şeytan’ın oğlu." Bunların benzetme anlamında olduğu ve fiziksel çoğalma içermediği açıktır. Bunlar ilişki ve karakter belirten anlamlı terimlerdir. Kâbe’ye, "kentin (Mekke’nin) anası" denir. Benzer şekilde, ‘Tanrı Oğlu’ unvanı, Tanrı ve Mesih arasındaki eşsiz ilişkiyi belirtir. Gerçekten üremeyle ilgili herhangi bir eylemle ilişkili değildir.
Hıristiyan inancını düşündüğümde, benim sorunum ‘Tanrı Oğlu’ atamasının üçlübirlik doktrini ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olmasıydı. Müslümanlarda tipik olduğu üzere ben de Hıristiyanların putperest olduğuna inanıyordum. Üç tanrıya inandıklarını düşünüyordum.
Kutsal Kitap’ın dikkatli bir şekilde incelenmesi bunun Hıristiyan inancıyla ilgili bir yanlış anlama olduğunu ortaya çıkarır. Kutsal Kitap’ın tekrar tekrar putperestlik ve çoktanrıcılığı reddettiğini gördüm. Tanrı’nın birliğini doğrulaması konusunda kesin ve açıktı. Konuya adil bir şekilde yaklaşan hiç kimse Kutsal Kitap’ın sürekli olarak tek bir gerçek Tanrı olduğunu öğrettiğini görmeden edemez. Önemli olan fark, Tanrı’nın doğası ve varlığının özelliği olan birlik biçimiyle ilgilidir. Bu birlik, Kutsal Kitap’a göre karmaşıktır. Tanrı olan tek bir varlık vardır ama bu tek varlık içinde üç kişisel farklılık vardır. Kutsal Kitap, bu farklılıkları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak ifade eder. Bunlar üç tanrı değildir çünkü onlar sonsuz ve organik olarak tek Tanrı olan bir varlıkta bulunurlar. Bu da İsa Mesih’in ikinci bir tanrı olmadığı anlamına gelir çünkü ikinci veya üçüncü tanrı yoktur.
Benim için, doğal olarak Kutsal Kitap’ın güvenilirliği konusunda bir soru ortaya çıktı. Tanrı sözü müydü? Değiştirilmiş miydi? Elimizdeki Kutsal Kitap, asıl olarak Tanrı tarafından açıklananın yozlaştırılmış bir versiyonunu mu sunuyordu? Dikkatli çalışmam sonucunda Kutsal Kitap’ın doğru ve güvenilir olduğunu, kimsenin değiştirme fırsatı ve kapasitesine sahip olmadığını gördüm. Sapkın öğretiş yayanların bu konuda girişimleri olmuştu ama bunları her zaman Hıristiyan topluluk tarafından reddedilmişti. Ayrıca, bugün elimizde olan Eski ve yeni Antlaşma’yla ilgili binlerce elyazması, bugün elimizdeki Kutsal Kitap’ın birinci yüzyılda Hıristiyanların sahip olduğu Kutsal Kitap’la aynı olduğunu gösteriyor. Kanıtlar yeterli ve çürütülemezdir ama Müslümanlar maalesef bunun farkında değil. En azından ben değildim.
Ben Allahabad’a gelmeden önce babam öldü. Annem bir Hıristiyan’la İncil’i çalıştığımı öğrenince buna karşı çıkmadı ve müdahale etmedi. Benimle Tanrı arasında kişisel bir mesele olduğunu söyledi. Annem İsa Mesih’e saygı duyduğu kadar bilgili ve açık fikirli bir kadındı. Fakat öldüğünde akrabalarım İsa’ya iman ettiğim için beni miraslarından mahrum etmeye karar verdiler.
Müslüman yasalarına göre, biri İslam’ı bıraktığında hiçbir şey almamalıdır. Ama ben buna hazırlıklıydım çünkü bunun olacağını biliyordum. Hıristiyan olmaya karar vermeden önce bu olasılık için hazırdım. Akrabalarım iki cepheye ayrılmıştı. Bana zulmedenler çoğunluktaydı. Bir de beni hoş görenler vardı. Bunlar sadece üç dört kişiydi Bu gruptakiler, kendi kararımı verecek ve kendi hayatımı yaşayacak kadar büyük ve eğitimli olduğumu düşünerek hoş görüyorlardı beni. Neredeyse kaçınılmaz olarak daha büyük olan kesim üstün geldi ve karşı koyma o kadar yoğun oldu ki iş için başka bir şehre gitmem gerektiğini hissettim. Tanrı, Hiderabad’da bir lisede öğretmenlik yapmam için kapıyı açtı. Sonunda, bir yüksek okulda öğretmen ve Urdu dilinde altı kitabın yazarı oldum.
Tabii birçok kez bana neden Hıristiyan olduğum soruldu. Cevabım doğrudan ve basit bir cevaptır; İsa Mesih’te kurtuluş buldum! İncil’de tam olarak bunu söylüyor:
“Başka hiç kimsede kurtuluş yoktur. Bu göğün altında insanlara bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiçbir ad yoktur.” (Elçilerin İşleri 4:12, İncil)
Kuran’da kurtuluş güvencesi hakkında tek bir söz bile yoktur. Müslüman olarak günahlarımın bağışlanması konuda hiçbir zaman güvenim olmadı çünkü Allah son günde bağışlayabilir de, bağışlamayabilir de. Yargı Günü’nden korkarak yaşadım. İslami gerekleri uygularken ne kadar gayretli ve ateşli de olsam, kurtulup Tanrı tarafından kabul edileceğime ilişkin hiçbir güvence yoktu. İmanımın bu gereklerini yerine getirmek için bulunduğum her girişimde korku, kuşku ve endişe peşimi bırakmıyordu. Günahlarımın ortadan kaldırıldığına ve suçumun bağışlandığına ilişkin koşulsuz bir güvenceyi özlüyordum. Bunu İslam’da bulamıyordum ve bu da huzursuz olmama ve sürekli olarak bir ağırlık hissetmeme neden oluyordu.
Kutsal Kitap’ın mesajı, İslam’ın öğrettiği her şeyden çarpıcı bir şekilde farklı olarak, gerçekten iyi haberdir. Mesih’te gerçek kurtuluştan söz eder. Diğer bir deyişle, sadece şurada burada bağışlama güvencesi sunmaz, bu güvencenin tarihsel temelinden de söz eder. Tanrı’yla kabullenişin temelinde Mesih’in çarmıhta benim günahlarım için ölümü ve mezardan dirilişi vardır. Bu da Tanrı’nın beyan ettiğini doğrular. Bağışlandım, kabul edildim, özgürüm! Mesih’e güvenerek tamamıyla tatmin oldum ve eksiksiz esenliğe sahibim.
Bence bu harika bir müjde. Tanrı bizleri cennete götürmek için bir yol açtı. İnsan değil, insanın dini değil ama Tanrı bu yolu açtı. İnsanın başarısız olduğu konuda Tanrı başarıyor. Kurtuluş dünyadan yukarı doğru değil, cennetten aşağı doğru geliyor. Bunu anlıyor musunuz? Kendi deneyimimden, Müslümanlar için önyargı kelepçelerinden kurtulup, akıllarını Hıristiyan inancını nesnel bir şekilde incelemeye vermenin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Her Müslüman’ın yüreğinde, Hıristiyanlığı bu şekilde düşünmenin insanın ailesi ve toplumuyla gergin ilişkilere yol açacağı konusunda korku vardır. Kendi deneyimimden biliyorum ki bir Müslüman, İsa Mesih’i Rab ve Kurtarıcı olarak kabul ettiğinde, böylece gerçek anlamda Hıristiyan olduğunda dini bir kâfir, ahlaki bir cüzamlı ve pek çok ülkede siyasal bir hain olarak görülür. Bütün bunlarla yüz yüze geldim ama Mesih’in Yeni Antlaşma’daki sözleri beni korudu:
“İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur?” (Markos 8:36, İncil)
Benim için İsa ve sadece O’nun verebileceği kurtuluşu almak için her şeyden vazgeçmeye değer. Bunu karşılıksız olarak vermesinin tek yolu, insanın gayretleri veya ne kadar iyi bir insan olduğu oranında değildir. Bu nedenle O’na güveniyorum. O benim Kurtarıcım, iyi eylemler birikimim değil. Kurbanı aracılığıyla tüm günahlarımdan sonsuza dek bağışlandım. Yaşadığım sürece, Hindistan’da tüm halkıma İsa Mesih hakkındaki iyi haberi yaymayı amaçlıyorum. Bugün de sizinle paylaşıyorum.