Kaybolmuştum Bulundum
Mısır’da, İskenderiye’de Müslüman bir ailede dünyaya geldim. 1963 yılında henüz üç yaşındayken babam hayatını kaybetti. Birçok Müslüman ülkesinde dullara yakıştırılan önyargılar nedeniyle annem Kahire’de yaşamakta olan ve Müslümanlığa geçen bir İngiliz elektrik mühendisiyle evlendi. Mısır İçişleri Bakanlığı’yla uzun süren bir yasal mücadeleden sonra ailem beni üvey babamın tayininin çıktığı İngiltere’ye götürebildi.
Sonraki yıllarda İslam inancına göre yetiştirildim ve kendimi Müslüman olarak bildim. Bana İslam’ın temel inançları öğretildi. Müslümanların görevlerini yerine getirmeye teşvik edildim. Bunun yanı sıra değiştirildiği için Hıristiyan inancına da inanmamam öğretildi. Zaten, ‘beyaz adamın dini’ olduğuna inanmaya yönlendirilmiştim. Bu nedenle İslam inancı içinde kendi kimliğimi korumaya çalışıp Hıristiyanlığı kendimden uzak tuttum.
Ne var ki, gençlik yıllarında, hem hırsızlık yapıyor, hem de İngiliz kadınlarla gayrimeşru cinsel ilişkilere giriyordum. Yirmili yaşlarımın başlarında da bu şekilde devam ettim. Bunun yanlış olduğunu her zaman biliyordum ama kutsal ve adil bir Tanrı huzurunda bunun ciddiyetinin önemini henüz tam olarak anlamamıştım. Öte yandan, kendimi değiştirme ve doğru olduğunu bildiğim yaşamı sürdürme gücüm de yoktu. Sanki Tanrı’nın varlığına inanıyordum ama Tanrı yokmuş gibi yaşıyordum.
1984 yılında İngiliz kız arkadaşımla Kaliforniya’ya taşındım. Niyetimiz yeni bir hayata başlamak ve daha iyi bir geleceğe sahip olmaktı. ABD’yi seçtik çünkü kız arkadaşım daha önce orada birkaç yıl çalışmış kendisine başka bir iş sözü verilmişti. Amerika’ya vardıktan birkaç ay sonra ilişkimiz bozulmaya başladı. Çeşitli uyuşturucular denemeye başladım. İlişkimiz kötüleşip koptuğunda, giderek artan biçimde uyuşturucu kullanmaya başladım. Benim için bu boşluk ve yalnızlık hissimi saklamanın bir yoluydu. Hayatımda ilk kez kendimi kayıp ve yalnız hissetmeye başladım. 250 milyon kişinin yaşadığı bir ülkedeydim ama kayıp ve yalnızlık hissiyle dolmuştum!
Tam bu sırada kendilerini ‘yeniden doğmuş Hıristiyan’ diye adlandıran insanlarla karşılaşmaya başladım. İşte, plajda ya da iş arkadaşlarımın evinde karşılaşırdım bu insanlarla. Onları tarif edilemez bir şekilde tuhaf ve farklı buluyordum ama ne onlara ne de söylediklerine gerçekten dikkat etmiştim. Açıkçası, ‘dindar’ acayip insanlar olduklarını düşünüp ne onlarla ne de kapı kapı dolaşıp sattıkları her ne ise onunla işim olmasını istemiyordum.
Amerika’da yaklaşık olarak bir yıl kaldıktan sonra varlığımın anlamını ve amacını sorgulamaya başladım. Hayat, çalışma, uyuma, yeme ve nefes alıp vermenin sonsuz döngüsünden fazlası olmalıydı. Hayatta bundan daha öte önemli bir şeyler olmalıydı mutlaka. Bu soruların cevaplarını bulma arayışım düşüncelerimi işgal etmeye başladı. Yanıtı bilgi edinerek, üniversiteye giderek, yüksek maaşlı bir iş bularak daha aktif bir cinsel yaşantıyla ve daha da fazla uyuşturucu alarak arıyordum. Hayat, boşluk duygularımın yerini alacak sonsuz bir gerçeklik arayışı haline gelmeye başladı!
Sanki varlığımın anlamını ve amacını arama döngüsüne kilitlenmiştim. Fakat aradıkça, içimde derin bir boşluk olduğunu hissetmeye başladım. Sanki hayatım kocaman bir yapbozdu ve tam ortasında bir parça eksikti. Eksik parçanın ne olduğunu bulmaya çalışıyordum. Ararken de o açık boşluğu ne bulabilirsem onunda doldurmaya çalışıyordum.
Bu arayış, kaybolmuşluk ve boşluk hissinin yanında kendi günahlılığımı ve hayatımın gidişatını değiştiremediğimi fark ediyordum. Yaklaşmakta olan felaket ve yargının gelmekte olduğunu hissediyordum. Bir gün, yüksek dozda uyuşturucu aldıktan sonra yaptığımın çok kötü olduğumu, günahkâr yollarım nedeniyle Tanrı’nın yargısı altında olduğumu, kendime yardım edemediğimi ve günahkâr doğamı değiştiremediğimi hissettiğimi canlı bir şekilde hatırlıyorum. İşte bu noktada, her şeyi Yaratan ve her şeyi bir arada tutan Tanrı’ya yakardığımı hatırlıyorum. Beni günahımın tutsaklığından ve cezası olan ölümde kurtarmasını istedim. Bu cezanın, tıpkı bir giyotin gibi başımın üzerinde asılı olduğunu, kendisine karşı bu denli günah işlediğim Tanrı’nın buyruğuyla düşmeye hazır olduğunu biliyordum.
Sonra, gerçekten tövbe eden günahkârı hiçbir zaman geri çevirmeyen Tanrı, duamı işitti ve bana cevap verdi. Aradan pek uzun bir süre geçmemişti ki benimle aynı binada bir oda tutan genç bir bayanla aramızda bir konuşma geçti. Bana Hıristiyanlıktan bahsetti; ama ona hemen “dinle ilgilenmiyorum’ dedim. Sonra bana Hıristiyanlığın din olmadığını bir ilişki, Tanrı’yla bir ilişki olduğunu söyledi. Bunun üzerine, aklım fırıl fırıl dönmeye başladı. “Nasıl olurda Tanrı’yla kıyaslandığında, karıncalar gibi olan insanoğlu Yüce Yaratıcıyla ilişki kurabilir?” diye cevabı yapıştırdım. Bana göre Tanrı bu dünyanın ötesindeydi ve bu nedenle kişisel olarak tanınması mümkün değildi.
Sonra bana bu kişisel ilişkinin mümkün olduğunu ancak Tanrı’nın Oğlu olan İsa Mesih aracılığıyla gerçekleştirilebildiğini anlattı. Yine aklım bu düşünceleri geri tepti. Müslüman olarak bana öğretilenler düşüncemde öne çıkmaya başladı. İsa nasıl Tanrı’nın Oğlu olabilir? Tanrı’nın bir karısı mı vardı? Sadece insan olan birinin Tanrı olduğunu nasıl söyleyebilirlerdi? Tüm bu soruları ve daha fazlasını sordum. Sonra da ona maalesef yanıldığını, İsa’nın sadece bir insan ve bir peygamber olduğunu, Tanrı olmadığını söyledim.
Bu konuşma sırasında bir telefon aldım. Arayan iş arkadaşımdı ve bana bir kilise toplantısına katılmak ister miyim diye sordu. İsteksiz bir şekilde ‘evet’ dedim. Konuşmamın bir kısmını duyan bayan hangi kiliseye davet edildiğimi sordu. Onun gittiği kiliseydi. Kilisedeki gençlerin toplantılarından birine katılacağımı öğrendiğinde, ‘Sana çok harika bir şey olacak’ dedi. Ben de alaycı bir şekilde karşılık verdim, ‘Ne yani, senin gibi Hıristiyan mı olacağım?’
Birkaç hafta sonra bir kilise toplantısına katıldım. Toplantıda birçok ‘sıradan’ genç olduğunu görmek beni çok şaşırttı. Bu ibadet, İngiltere’de gördüğüm geleneksel ibadetlere hiç benzemiyordu. Ama beni şaşırtan tek şey bu değildi. Vaiz eski yaşamını, deneyimlerini ve kötülüklerini anlatmaya başladığında, sanki benim hayatımı anlatıyor gibiydi. Sonra Tanrı’nın korkulacak kutsallığından, günahtan nefret etmesinden ve günaha karşı gazabından söz etmeye başladı. Hesap günü olacağından, tanrısızlar üzerine Tanrı’nın gazabının döküleceği korkutucu ve dehşet verici bir Tanrı Günü olacağından bahsetti. Yüreğimi ve düşüncemi araştıran ve ortaya çıkaran, ahlaksızlığımın derinliğini ve doğamın yozlaşmışlığını gösteren kutsal bir varlığın farkına vardım. Bunun yanı sıra kendi günahkârlığıma ilişkin artan bir şekilde ikna oluyor ve gelecek olan yargıdan korkuyordum.
Sonra, kulaklarımın o güne kadar işittiği en tatlı sözler söylendi. Bu adam, Kutsal Kitap’a göre bu kutsal, adil ve doğru Tanrı’nın aynı zamanda, merhametli, lütufkâr, acıma dolu ve bağışlayıcı olduğunu söyledi. Tanrı’nın kendisinin ilk adımı attığını, sevgisi ilahi iradesi ve arzusuna göre fidyeyle kurtarma işini gerçekleştirdiğini ve bu şekilde günahkâr insanın sonsuz kutsallığa sahip Tanrı ile barışabildiğini anlattı. Bu kurtuluş işi, Tanrı’nın ezeli ve ebedi Oğlu’nun doğru yaşamı, bağışlatan ölümü, mucizevi dirilişi ve görkemli bir şekilde göğe alınışıyla gerçekleşmişti. Tanrı’nın ilahi Oğlu, kendisi günahkâr olmadan kırılgan insanlığımıza bürünmeye razı oldu ve çarmıhta günahkâr insanlığın lanetini ve cezasını kendi rızasıyla yüklendi. Bu şekilde Tanrı’nın adaletini yerine getirdi ve tanrısız olanlara merhametini gösterdi. Tanrı’nın istediği tek şey tövbeyle kendisine yaklaşmamız ve İsa Mesih’e iman etmemizdir.
Bu sözler karşısında Müslüman olarak bana Mesih’in kim olduğu ve Mesih’in hizmeti hakkında öğretilenlerle, şimdi duymakta olduklarım arasında kaldım. Sanki bir yarım vaaz edilenlere inanmak istiyor, diğer yarım geçmiş inançlarıma tutunuyordu.
Diğer bir deyişle düşüncem ve ruhumda içsel bir mücadele yaşandığını hissettim. Sonunda o toplantıdan duyduklarımın doğru olduğuna inanarak ayrıldım. Tanrı bana ihtiyacım olanlar için Harika bir Kurtarıcı sunuyordu. Fakat tüm bunlara karşın karşılık verme konusunda çekiniyordum. Mesih’in Rab ve Kurtarıcı oluşunu tam olarak kabul edemiyordum.
Birkaç hafta sonra başka bir toplantıya katıldım. Burada yine Müjde’nin vaaz edildiğini işittim. Tanrı tövbe edebilmemi sağladı ve İsa Mesih’e kişisel olarak görkemli işine inanma gücü verdi. Zerre kadar kuşku duymadan günahlarımın lütufla bağışlandığını biliyor içsel olarak değiştiğimi ve Tanrı hakkında farkındalığa sahip olmaya başladığımı hissediyordum. İçimde kutsanmış Yaratıcım ve Kurtarıcım’ı bilme, O’nu sevme, O’na hizmet etme, itaat etme ve tapınma arzusu doğmuştu.
“Çünkü bir zamanlar biz de anlayışsız, söz dinlemez, kolay aldanan, türlü arzulara ve zevklere köle olan, kötülük ve kıskançlık içinde yaşayan, nefret edilen ve birbirimizden nefret eden kişilerdik. Ama Kurtarıcımız Tanrı iyiliğini ve insana olan sevgisini açıkça göstererek bizi kurtardı. Bunu doğrulukla yaptığımız işlerden dolayı değil, kendi merhametiyle, yeniden doğuş yıkamasıyla ve Kurtarıcımız İsa Mesih aracılığıyla üzerimize bol bol döktüğü Kutsal Ruh'un yenilemesiyle yaptı. Öyle ki, O'nun lütfuyla aklanmış olarak umut içinde sonsuz yaşamın mirasçıları olalım.” (Titus 3:3-7, İncil)
Temmuz 1986’daki o görkemli günden beri kurtuluşumun Tanrısı’nı yüceltiyorum. Benim yerime Golgota’da çarmıhta isteyerek ölen Tanrı’mı sevme, O’na itaat etme, hizmet etme ve tapınma konusunda olgunlaşmaya devam ediyorum. Şunu ilan etmek için yaşıyorum, “Başka hiç kimsede kurtuluş yoktur. Bu göğün altında insanlara bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiçbir ad yoktur.” (Elçilerin İşleri 4:12, İncil). Tanrı’nın İncil’de ilan ettiği gibi ben de şuna inanıyorum, “Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin.” (Filipililer 2:10-11 İncil)
Bu nedenle, sevgili okuyucu, sizden rica ediyorum, Kutsal Yazılar’ın bizi teşvik ettiği gibi:
Bulma fırsatı varken RAB'bi arayın, yakındayken O'na yakarın. Kötü kişi yolunu, fesatçı düşüncelerini bıraksın; RAB'be dönsün, merhamet bulur, Tanrımız'a dönsün, bol bol bağışlanır.” (Yeşaya 55: 6-7, Eski Antlaşma)
Adil Muhammed El Naggar