headerLogo2b-18pt-myriadpro

Rabbin Sofrasındaki İman

18 yonatan arap yarimadasi testimony size image7721Arap Yarımadası’nda büyüdüm, Müslüman anne baba ve akrabaların sevgisiyle yetiştirildim. Gençliğimde bazı arkadaşlarım aracılığıyla Güney Asyalı biriyle tanıştım.

Araplar arasında yaygın olduğu üzere onunla dalga geçmeye başladım. Tahmin edebileceğiniz gibi bu Asyalı önce benden nefret etti. Sonra, kendisine karşı davranışımı ve kendisi hakkında düşüncelerimi değiştirme ümidiyle arkadaşım olmaya çalıştı. Onunla dalga geçmekten vazgeçmedim ama kısa bir süre içinde arkadaş olduk. Bu arada kendisi çok ukala bir insandı ve her zaman komik şeyler söylerdi.

O sırada müzik kasetleri ve plakları satan bir mağazada çalışıyordu. Henüz CD’ler popüler olmamıştı. Ben ne zaman okulu asacak olsam mağazaya giderdim, o da sorunlarımı kaygılarımı dinlerdi. Ne zaman ihtiyacım olsa bana tavsiye verirdi ve henüz bir Hıristiyan bile değildi. İkimizin de kötü huyları vardı ama ikimiz de birbirimize kötü alışkanlıklarımızı bulaştırmadık. Birbirimizi kardeş gibi sevdiğimizi söyleyebilirim.

Sonra ben Tanrı’yı araştırmaya başladım. Eğer mümkünse O’nu tanımak ve O’nunla bir ilişki sahibi olmak istedim. Büyürken okulda her gün Kuran çalışıyorduk ama Tanrı hakkında pek çok cevaplanmamış sorum vardı. Tanrı’nın neden bu kadar sert olduğunu ve neden bu kadar uzak göründüğünü merak ettim. Özellikle hayatımın en zor dönemlerinde beni önemsediğini bilmek isterdim. Müslüman olarak meleklerin sevaplarımı ve günahlarımı kaydettiğine inanıyordum. Hayatıma daha fazla ilgi gösteremez miydi?

Bir seferinde hayatım ve Kuran hakkında ciddi bir şekilde düşünürken Muhammed de dahil olmak üzere tüm Müslümanların hayatlarında işledikleri günahlar için cehenneme mi gideceklerini merak ettim. Tanrı insanlar arasında ayrım yapar mı? En azından işlenebilecek bazı günahların Tanrı için bağışlanamaz olduğunu biliyordum. Maalesef ben de bu günahların bazılarını işliyordum. Böylece kendi kendime şöyle düşündün, ‘Tanrı neden bu kadar adaletsiz? Beni cezalandırmak için yarattı. Zayıf olduğumu biliyordu ama beni yine de günahlarım için cezalandıracaktı. Günahkar bir doğamız olduğunu biliyor ama o zaman bizi doğanın ürettiği günah için cezalandıracak!”

Tanrı ve benim aramdaki duvar giderek daha yüksek, geniş ve kalın bir hal aldı. Sonunda her durumda cehenneme gideceğim için çok günah işleyip bari zevkini çıkarayım diye düşünmeye başladım. Bunu kabul etmek beni utandırıyor ama hayatımda karışık bir dönemdi. Tanrı’yı yanlış yerlerde aramaya başlayınca bu karmaşık dönem daha da karmaşık bir hal aldı. Hayat hakkında insanın kafasının karışması bir şey, yürümeyi seçtiğiniz çıkmaz sokaklar nedeniyle daha da büyük bir karmaşanın içine girmek başka bir şey. Bu sırada Asyalı arkadaşımla bağımı koparmamıştım.

Bir gün evine gittim. Henüz Hıristiyan olmamıştı ama anne babası Hıristiyandı ve evlerinde dua toplantısı yapıyorlardı. O gün İsa hakkında bir film gösteriyorlardı. Olanlarla dalga geçmek için sorular soruyordum, “Peygamber nasıl televizyona çıkabilir?”, “Kim İsa’nın resmini yaptı?”, “O zaman Polaroid fotoğraf makineleri var mıydı? Ha, ha, ha...” Odada kimsenin gücenmiş gibi görünmemesi beni şaşırttı.

O sıralarda yurt dışında üniversite eğitimime başladım. Asyalı olan en iyi arkadaşım da bu sıralarda Hıristiyan oldu. Bunu duyduğumda kıskandım. Hıristiyanların ona bizim arkadaşlığımızdan daha değerli olacak ne teklif ettiklerini merak ettim. İman ettikten sonra kiliseyle aşırı ilgilenmeye başladı. Kendi kendime şöyle düşündüm, “Hıristiyanlık nedir ki? Üç tanrı ve tanrılardan biri ölünce iki tanrı kalıyor?”

Birinci dönemi tamamlayıp Arap Yarımadası’na geri döndüğümde İsa hakkında bir rüya gördüm. Rüyamda İsa bana kendisinin yol, gerçek ve yaşam olduğunu göstereceğini söyledi. Ertesi sabah heyecanlandım ve anneme anlattım. İsa hakkında rüyamın ‘uğurlu’ bir rüya olduğunu söyledi. Bana zafer getirecek bir rüyaydı. Bu yorumu beni şaşırtmıştı.

Birkaç gün sonra sabahleyin Asyalı arkadaşımı gördüm ve o gün benimle çok vakit geçirmesini bekledim. Pazar olduğunu ve kiliseye gideceğini söyledi. Kendisiyle gelmem için beni davet etti. Hıristiyanların nasıl dua ettiğini görmek için büyük bir arzu duyuyordum. Onunla gitmek istedim. Kilisede ‘Rabbin Sofrası’ dedikleri bir şeyi kutluyorlardı. Ne olduğunu merak ettim. Kilisede gördüğüm bir başka tanıdığımız İsa Mesih’e iman etmediğim sürece Rabbin Sofrasına katılamayacağımı söyledi. Bu yorumu birkaç soru işareti uyandırdı. Asyalı arkadaşım sorularımı dinledi ve cevapladı.

Rabbin Sofrası’nın imanlıların İsa Mesih’in kendileri için çarmıhta yaptıklarını andıkları bir zaman olduğunu öğrendim. Vaazın verildiği yere yakın bir masa üzerinde bir somun ekmek ve vişne suyuyla dolu çok küçük kaplar vardı. Biri, sanırım kilise önderlerinden biriydi, Tanrı’ya İsa’nın günahlarımız için parçalanan ve delinen bedeni için şükretti. Bunun sembolü olarak ekmek bölündü ve oradakiler kilisenin önüne gidip parçalanmış ekmekten küçük birer parça kopardılar. Aynı şekilde, biri Tanrı’ya İsa’nın bizim için dökülen kanı için şükretti ve herkese bir tane olmak üzere küçük kaseler dolaştırıldı. Yani, benim dışımda herkes. Ben hala ilk başta oturduğumuz yerde oturuyordum. Rabbin Sofrası sırasında birçok ilahi de söyleniyordu. Sonraki birkaç hafta için Hıristiyanlık hakkında çok düşündüm ve Kutsal Kitap’ı okumaya başladım. Okudukça daha fazla okuma ve bu inanç hakkında öğrenme isteği duydum. Gerçek için büyük bir açlık duyuyordum.

“İsa yine halka seslenip şöyle dedi: “Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.” (Yuhanna 8:12, İncil)

Bir sabah tanışmış olduğum Hıristiyan sorularım hakkında konuşmak için beni kahvaltıya davet etti. Müslüman olmak isteyip istemediğini sordum. Bana çok bilgelik dolu bir cevap verdi. Dedi ki, “Eğer İslam bana Hıristiyanlıkta sahip olduğum şeyi verseydi, Müslüman olurdum.” Kuran’ı okuduğunu söyledi. Konuşurken bana ve Arap kültürüne gerçekten saygı duyduğunu hissettim.

Bir hafta sonra tekrar arkadaşımla kiliseye gittim. Olanları asla unutmayacağım. Ruhsal önderlerden biri kilisenin önünde Rabbin Sofrasıyla ilgili yapılması gerekenleri yapıyordu. Öne çıktım ve şöyle dedi, “Yonatan, bu İsa’nın senin için dökülen kanı.” Adımı biliyor olması beni çok etkilemişti. Kim olduğumu nasıl biliyordu? O kadar büyük bir kiliseydi ki. Neyse, tahmin edebileceğiniz gibi o gün hayatımı İsa Mesih’e verdim. Nasıl vermeyeyim? İsa Mesih önce kendi hayatını bana verdi! Öldü ve ölümden dirildi. Yaşayan, ölümü fetheden Kurtarıcımdı!

“Tanrı'yı biz sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Oğlu'nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur.” (1.Yuhanna 4:10, İncil)

“Nitekim Mesih de bizleri Tanrı'ya ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak doğru olmayanlar için günah sunusu olarak ilk ve son kez öldü.” (1. Petrus 3:18, İncil)

Bunlar tanıklığımın sadece bazı ayrıntıları. Tüm ayrıntıları ve tüm düşüncelerimi yazmak zor. Şimdi hayatımdan söz etmek istiyorum. Evliyim ve üç küçük oğlum var. Eğitimim sırasında yurt dışında yaşadım ve sonra öğretmenlik alanımda biraz deneyim kazandım. Arap dünyasına hem öğretmenlik yapmak hem de hakkında biraz işittiğiniz Müjde’yi paylaşarak Müslümanlara ulaşmak için doğru zamanı beklemekteydik.

Sonunda dönme zamanı geldi. Hem ben hem de eşim memleketimizde aynı okulda öğretmenlik yapmak için gelen teklifleri kabul ettik.