headerLogo2b-18pt-myriadpro

Rusya’dan Farid’in Hikayesi

19 farid rusya testimony size image6741Benim hikâyem, doğduğum ve ilk yetişkinlik dönemime kadar yaşadığım Rusya’da başlıyor. Rus vatandaşı olduğum halde kültürel olarak Müslüman olan bir ailede yetiştim. Ana dilim Türk dilleri grubuna bağlı ve ulusumun zengin bir İslami mirası var. Halkım 10. Yüzyılda İslamiyet’i kabul etmiş. Son birkaç yüzyıldır Rusya’nın bir parçası olduğumuz halde ulusal kimliğimizi kaybetmedik ve kendi zengin mirasımızla gurur duymaya devam ediyoruz.

Büyüme çağımda komünizm Rusya’da hala güçlüydü ve İslam açıkça uygulanmaz, sözü bile edilmezdi. Farkında olduğum Müslüman uygulamaları, domuz eti yememeleri ve büyük annelerimin düzenli olarak günlük namaz ibadetlerini yerine getirmelerinden ibaretti. Bu nedenle ilk gençlik dönemlerimde kendimi İslam’la ilişkilendirmez, bunun yerine, kendimi kuvvetli bir ateist olarak görür Tanrı’nın var olmadığına inanırdım. 7-8 yaşlarındayken, yaptıklarının gülünç olduğunu düşündüğüm için büyük annelerimin namazlarını bozmaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Biraz büyüdükçe işler değişti. Tanrı’nın varlığı konusunda düşünmeye başlamama neden olan ilk şey ölüm korkusuydu. Öleceğimi ilk kez fark etmem 11 veya 12 yaşlarımdaydı. Gece yatağımda ölüm korkusu duyarak uzanırken ölümden sonra yaşam olması gerektiğini hissettim ve Tanrı’nın belki de var olabileceğine yavaş yavaş inanmaya başladım. Fakat orada durdum ve yaşamımı bir putperest gibi sürdürmeye devam ettim. O sıralarda kibirli bir şekilde, varlığını kabul ettiğim için Tanrı’nın sonsuza dek yaşamama izin vereceğini düşünürdüm.

Liseden mezun olduğum sıralarda Müslüman mirasıma ilgi duymaya başladım. İslam’ın temel ilkelerini açıklayan birkaç kitap okudum. Doğal ve kültürel olarak Müslüman olan bir ailede büyüdüğüm için kendime Müslüman demeye başladım. Fakat bunun sonucunda hayatımda pek bir değişiklik yaşamadım. Aynı dönemlerde Rus edebiyatı okumam ve bir arkadaşımın bana Kutsal Kitap vermesiyle Hıristiyanlığı da öğrenmeye başladım. Ama Hıristiyan olma düşüncesi hiç aklımdan geçmedi. Nitekim bir arkadaşım bana Rusça bir Yeni Antlaşma (İncil) verdiğinde bunu okudum ve ilginç bir edebiyat eseri olduğunu düşündüm, daha fazlası değil. Temel bildirisinin ne olduğunu anladığımı bile sanmıyorum. Aslında ilgilenmiyordum bile.

Üniversitede yaklaşık iki yıl eğitim aldım. İşte bu sırada hayatımda büyük bir değişiklik oldu. Eskiden beri her zaman bilime eğilimim olmuştu. Matematik, Fizik, Bilgisayar, Kimya, bunlar her zaman keyif aldığım en sevdiğim derslerdi. Fizik alanında yüksek lisans eğitimi almak için Birleşik Devletler’e gitmeyi de hayal ediyordum. Bu benim için bir tutkuydu. İkinci yılımın kış döneminde ABD’ye gelmek için bir bursa başvurdum- kabul edildim. Bu benim için bir mucizeydi. 1993 yılının Sonbaharında ABD’de eğitimime başladım.

Ailemden ve tanıdığım herkesten ayrılmış olduğum için kendi kimliğim hakkında düşünmek için daha fazla zamanım oldu. İlginç olan, oda arkadaşım bir Hıristiyan’dı. Bir gün bana hangi dine bağlı olduğumu sordu ve ben Müslüman olduğumu söyledim. Neye inandığımı sordu ve İslam hakkında bildiğim birkaç şeyi anlattım. Fakat İslam inancı hakkında bilgi eksikliğimden rahatsız olmuştum. Yaşarken uymam gereken bazı kuralları biliyordum. Arkadaşım bunları bildiğim halde hayatımı Tanrı’nın buyurduğu şekilde yaşamamdan ötürü beni suçlu çıkardı. O yıl boyunca kimliğim hakkında düşünmeye devam ederken hayatımı, olduğumu iddia ettiğim hale getirmek için kuvvetli bir istek duydum. İslam’ı öğrenmek ve dinimi uygulamak için güçlü bir arzu duyuyordum.

1994 yılı yazının bir günü kampüste yürürken İslam hakkında bir dersle ilgili bir ilan gördüm. Bu ders, okulumun Müslüman Öğrenci Derneği (MÖD) tarafından veriliyordu ve dinim hakkında daha fazla öğrenebileceğim için gerçekten heyecanlıydım. Derse katıldım ve duyduklarım gerçekten hoşuma gitti. Dersten sonra MÖD’nin yöneticisi olan gençle konuştum ve gerçek bir Müslüman olmak için ne yapmam gerektiğini sordum. Namaz, Kuran’ı okumak ve Cuma namazı hakkında temel kuralları anlattı. Duyduklarım konusunda gerçekten heyecanlanmıştım. Sadece Müslüman olduğumu iddia etmekle kalmayacak aynı zamanda günlük yaşamımda uygulayacaktım. İslam hakkında daha fazla öğrenmeye, Müslüman topluluğun bir parçası olmaya ve yaşamımı Tanrı’ya bağlı bir şekilde yaşamayı deneyeme başladım.

O yaz ailemi ziyaret etmek için bir aylığına eve döndüğümde, hepsi hayatımda gerçekleşen değişimi hoş bir sürpriz olarak karşıladı. Hatırlayabildikleri kadarıyla sülalemizde hiçbir erkek Salat getirmemişti ya da Cuma namazlarına katılmamıştı. Zaman geçtikçe İslam hakkında öğrenmeye ve inancımda gelişmeye önemli bir gayret göstermeye başladım. Düzenli olarak namaz getiriyor, her gün Kuran’ın çevirisini okuyor, MÖD, Kuzey Amerikan İslami Çevresi (KAİÇ) ve yerel bir Müslüman topluluğuna aktif bir şekilde katılıyordum. Müslüman olduğum için çok heyecanlıydım. Bu artık benim için bir yaşam biçimiydi.

Başkalarına İslam’dan söz etmek de beni heyecanlandırıyordu. Başka insanlarla İslam’ı paylaşmak birinci önceliklerimden biri haline geldi. KAİÇ ve MÖD ile birlikte düzenli olarak davamız için tebliğde bulunuyor arkadaşlarımla İslam hakkında konuşuyordum. İnancımı paylaştığım kişilerden bazıları Hıristiyan’dı. Muhammed’in peygamber olduğuna inanmadıkları için yanıldıkları konusunda ikna olmuştum. En kötüsü İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğuna inanıyorlardı. O sıralarda, Hıristiyanlığın Üçlübirlik inancından ibaret olduğunu düşünüyordum. Hıristiyanların hepsinin en kötü ve bağışlanamaz günah olan Allah’a eş koşma günahını işlediklerine inanıyor, gerçekten de gerçeği bilmelerini istiyordum. Hıristiyanlarla tartıştığımda ilginç sorular soruyorlardı. Onlara cevap verebilmek için bilgili Müslümanlarla konuşuyor, Müslümanlık hakkında okuyor, İslam’a adanmış posta listeleriyle iletişim kuruyor Ahmed Deadat ve Jamal Badawi gibi kişilerin konuşmalarını dinliyordum. Çoğu durumda, pek zorlanmadan sorularına cevap verebiliyordum. Ayrıca Hıristiyanların cevap veremeyeceği pek çok soru da sorabiliyordum. Kutsal Kitap’ta açıkça görülen çelişkiler, değiştirilme hakkında kanıtlar, Hıristiyanların orta çağdaki zulüm tarihi, Katolik kilisesinin yozlaşması, Hıristiyanlar arasındaki anlaşmazlıklarla ilgili uzayıp giden bir listem vardı. Hıristiyanların yanıldığı konusunda kendime oldukça güveniyordum ve tutarsız, açıkça yanlış olan bir şeye nasıl inandıklarını anlayamıyordum.

Fakat Hıristiyanların sorduğu ve yeterli cevap veremediğim bir konu vardı. İsa’nın ölümü ve dirilişi hakkındaki soru. Müslüman inançlarıma göre İsa’nın çarmıhta ölmediğini, sadece ona benzer olan birinin öldüğünü biliyordum. Hıristiyanların kafalarının karıştığına ve Yeni Antlaşma’da kaydedilenlerin müjdenin gerçek mesajını değiştirenler tarafından uydurulduğuna inanıyordum. Ayrıca geçmişte bir zamanlar İsa’nın çarmıhta ölmediğine ve ölümünün insanların kurtuluşu için bir anlam taşımadığına inanan, İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğuna inanmayan gerçek Hıristiyanlar olduğuna da inanıyordum.

Fakat Hıristiyanlık hakkında daha fazla öğrendikçe, Hıristiyan inancının asıl merkezinin üçlübirlik değil, İsa’nın çarmıhtaki ölümü olduğunu keşfettim. Hıristiyan inancına göre İsa ölümüyle, yaşamış olan ve yaşayacak olan tüm insanların günahlarının bedelini ödemişti. Bunu öğrendiğimde, biraz şaşırdım çünkü Hıristiyanlığın çekirdeği olan noktanın İslam tarafından reddedildiğini biliyordum. Bu reddediş birçok farklı yorumu olan oldukça belirsiz ve muğlâk açıklamalarla yapılıyordu. Buna ek olarak, konuyu araştıracak herkes uyarılıyordu. Böylece İsa’nın ölümü konusunda dürüstçe bir araştırma yapmayı düşünen herkesin cesareti kırılıyordu. Bu konuda yazılmış olan çok fazla Müslüman yazını olmadığını da gördüm. Aslında, İslam, gerektiği gibi ele almadan Hıristiyanlığın merkezindeki konuyu inkâr etmekteydi.

Bu gerçeği keşfetmiş olmam kafamı karıştırmış olsa da inancımı zayıflatmadı ya da değiştirmedi. İslam’ın gerçek ve yaşam yolu olduğu konusunda kesin olarak ikna olmuştum. Eğer tarih öğrenirsem Hıristiyanlara inançlarında yanıldıklarını, İsa’nın aslında çarmıhta ölmediğini ve Hıristiyanların hepsinin yanıldığını kanıtlayabileceğimi düşündüm. Hıristiyanlığın İ.S. 1.yüzyılda yanlış öğretişlerle yozlaşmadan önceki dönemleriyle ilgili araştırma yapmaya karar verdim. Böylece Hıristiyanların yalanlar üzerine kurulu yanlış bir inancı izlediklerini kanıtlayabilecektim.

Fakat ilk dönem Hıristiyanlığın tarihini öğrendikçe kafam daha da karıştı. Çok iyi araştırdığım halde ‘gerçek’ Hıristiyanlarla ilgili kanıt bulamadım. Benim bulduklarıma göre, yanlış inançlara sapanlar da dâhil olmak üzere tüm Hıristiyanlar İsa Mesih’in, insanlığın günahları için çarmıhta öldüğüne inanıyorlardı. Bu konu Hıristiyan inancının merkezinde yer alıyordu. İlk dönemde yaşayan Hıristiyanlar arasında tabii ki bazı anlaşmazlıklar vardı ve bazı Hıristiyan tarikatlarının sapmış olduğu söyleniyordu fakat farklılıklarına karşın İsa Mesih’in çarmıhta ölmediğine inanan bir Hıristiyan tarikatı bile bulamadım. Buna ek olarak, benim İslam’dan bildiğim kadarıyla ‘gerçek’ Hıristiyanların inanacağını düşündüğüm herhangi bir şeye inanan bir Hıristiyan grubunun izine bile rastlamadım.

Daha fazla araştırdıkça Mesih’in gelişini önceden bildiren Eski Antlaşma peygamberlikleri buldum. Bu peygamberlikler ‘Davut Oğlu’ olacak, insanların günahları için eziyet çekecek olan, İmanuel (Tanrı bizimle) denilecek birinden söz ediyordu. Bu peygamberlikleri görmezden gelmek istiyordum ama bu konuda zorlanıyordum çünkü bu peygamberliklerin Hıristiyanlar tarafından uydurulamayacağını biliyordum- bunlar İsa doğmadan yüzlerce yıl önce yazılmıştı. Gerçek İncil’le ilgili kanıtlar da aradım- sözde İsa’ya Tanrı tarafından verilen gerçek Müjde ve bunun herhangi bir zamanda var olduğuna dair kanıt bulamadım. Bulabildiklerim, İ.S. 1.yüzyıldan çok sonra yazılmış sahte kitaplardı. Kanıtlar İncil’in, İsa’nın duyurduğu müjde olduğunu, bu mesajın daha sonra Yeni Antlaşma’da elçileri ve kendisini izleyenler tarafından kaydedildiğini gösteriyor gibiydi. Bu kayıtlarda elçileri, İsa’nın ölümü ve dirilişini önceden bildirdiğini ve bunların önemini söylediğini tekrar tekrar anlatıyorlardı. Ölümünün kesinliği ve taşıdığı büyük önem, inandıklarımla keskin bir tezat içindeydi. İsa gerçekten de insanlığın günahları için çarmıhta öldüyse o zaman cehennem ateşinden kurtulmam gerekiyorsa ben de O’na ve ölümüne inanmalıydım. Hıristiyan bildirisinin nihai gerçeği buydu.

Kuşkularımdan korku duyduğum için bu konuda bilgili kişilerle konuştum. Oldukça akıllı olan Müslüman arkadaşlarımın çoğunun bu konuyu hiç düşünmediğini ve ayrıntılı bir şekilde araştırmak için herhangi bir girişimde bile bulunmadıklarını öğrenmek benim için korkutucu oldu. Araştıranlar, açıklamalarıyla çelişen bazı çok açık noktaları atlamış görünüyorlardı. Bana öyle geliyordu ki çoğu Müslüman, Hıristiyanlığın yanlış olduğunu varsayıyor, sonra da istediklerine inanmalarına yardımcı olacak kanıtlar buluyorlardı. Hıristiyanlığın yanlış olduğunu kanıtlamak için kullanılan savların birçoğunun tutarlılıktan uzak olduğunu fark etmeye başladım.

Kuşkularım hiç hoşuma gitmiyordu. Tanrı’ya kuşkularımı alması ve bu şeyleri benim için açık seçik bir hale getirmesi için dua ettim. Bazı kuşkularım kısa bir süre için ortadan kalktı ama her zaman geri geldiler. Araştırmaya, insanlarla konuşmaya ve gerçek olduğuna inandığım şey için inandırıcı bir kanıt bulmaya çalıştım. Maalesef araştırmalarım inançlarıma aykırı kanıtları ortaya çıkarmaya devam etti. 1998 yılına geldiğimizde, 2,5 yıl süren düşünme, araştırma, derin içsel mücadeleler ve dualar sonucunda artık Müslüman olarak kalamayacağımı gördüm. Bulduğum kanıtlar göz ardı edilemeyecek kadar ağırdı. İslam’a bağlı kalmak istediğim için bu kararı almak benim için kolay değildi ama olduğumu iddia ettiğim şeye artık inanmadığım için başka bir seçeneğim olmadığına karar verdim.

O noktada Müslümanlığı bıraktığım halde Hıristiyan olmadım. Tanrı’nın var olduğuna, dünyaya egemen olduğuna, O’nun tarafından yaratılan ve izlemem gereken gerçek bir inanç olduğuna inanan bir agnostik oldum. Sadece hangisinin doğru olduğunu bilmiyordum. Dindar bir agnostik olmak kolay değildi çünkü hem İslam’a hem de Hıristiyanlığa göre cehenneme gideceğimi biliyordum çünkü her ikisine de inanmıyordum. Sonraki 1,5 yılı Tanrı’ya bana hangi inancı izlemem gerektiğini göstermesi için dua ederek ve yakararak geçirdim. Çok acı vericiydi çünkü Tanrı’nın iradesini yerine getirmek istiyordum ama bu iradenin ne olduğunu bilmiyordum.

28 Şubat 1999 günü bu değişti. O sırada iki dini kıyaslamak hakkında daha fazla araştırma yapıyordum. Eski ve Yeni Antlaşmaları okumuş Hıristiyan ilahiyatı çalışmıştım. Yine de dini açıdan agnostiktim. Hıristiyan bir arkadaşım beni kilisesinde bir tapınma toplantısına davet etti. Orada oturmuş olanları gözlemlerken birden kendim hakkında düşünme ihtiyacı duydum. Bildiğim şeyler hakkında düşünmeye başladım. O zamana kadar aşağıdakiler konusunda ikna olacak kadar iyi incelemiştim Hıristiyanlığı:

1)  İsa gerçekten de vaat edilen Mesih’tir.
2)  Çarmıha gerildiği ve ölümden diriltildiğini gösteren yeterli kanıt vardır.
3)  Hıristiyanlığın kökeni O’nun dirilişindedir.
4)  Sadece O’nun öğretişinde değil, tarihte bildiğimiz şu an kullanılan Yeni Antlaşma dışında asla başka bir İncil var olmamıştır.
5)  İsa gerçekten de Tanrı’nın Oğlu’dur.
6)  O’nunla Tanrı arasında özel bir ilişki vardır.
7)  Üçlübirlik, tıpkı fizikteki dalga-partikül ikililiği ilkesinin dünyayı açıklamak için tek mantıklı fakat inanılmaz yol olması gibi, mantıklı ve çelişkisizdir.

Bu şeyleri düşünürken neden Hıristiyan olmadığımı düşündüm. Zihnimde bir görüntü canlandı; çölde dolaşıyor, Tanrı’yı arıyordum. Yıllarca süren arayıştan sonra Tanrı’ya ait olduğunu bildiğim kenti çölde bulmuştum. Kente girmek istiyorum ama giremiyordum çünkü kentin duvarları yüksekti ve kapılarının hiçbiri açık değildi. Duvarlardan atlamak ya da kapılardan girmek için aklımı kullanmakta olduğumu fark ettim ama gayretlerim sonuç vermemişti.

Zihnimde kendimi araştırmadan bitkin düşmüş ve ümitsizlik için duvar kenarına oturmuş olarak hayal ettim. Tanrı’ya dua ettim ve O’nu bulmak için elimden gelenin hepsini yaptığımı söyledim. Araştırarak ve aklımı kullanarak gerçek inancı bulmak için her türlü çabayı göstermiş ama yapamamamıştım. Kendi gücümle yapamayacağım için Tanrı’dan, isterse, gelip beni kurtarmasını istedim. O anda ağlamaya başladım. Ağlamaya devam ettikçe Tanrı’nın sevgisinin garip hissiyle dolmaya başladım. Sanki bana O’na ait olduğumu, yaşamımın sonuna kadar ve sonrasında beni seveceğini ve bana bakacağını söylüyordu. Tanrı’nın huzurundaymışım, beni seviyor ve benimle ilgileniyormuş gibi hissettim. Olağanüstü bir histi ve sonrasında hissettiğim rahatlama inanılmazdı. Toplantıdan sonra kuşkucu bir insan olduğum için hemen Hıristiyan olmaya karar vermek istemedim. Kendim ve inançlarım hakkında düşünmek istedim- neler olduğunu anlamak istiyordum. Fakat deneyimim ve öğrendiğim şeyler hakkında biraz daha düşündükten sonra Hıristiyan olmaya karar verdim.

O günden beri neredeyse 2,5 yıl geçti ve hayatım önemli şekillerde değişti. İmanımın geliştiğini ve Tanrı’nın hayatımda işlediğini gördüm. Her zaman her şeyin kolay olduğunu söyleyemem ama her gün Tanrı’yla yaşamak hakkında daha fazla öğreniyorum. Ailemden gördüğüm sert tepkiyle, annemi ve abimi uğrattığım hayal kırıklığıyla yüzleşmek benim için zor oldu. İnançlarının benimkilerden farklı olduğunu bilmek hem beni hem de ailemi derinden üzüyor. Fakat Tanrı onları sevme konusunda bana sürekli yeni şeyler gösteriyor. Ailem oldukları için onları seviyorum ve Rab’leri olarak İsa’yı kabul etmeleri için de dua ediyorum. Müslüman arkadaşlıklarımda değişim olmasını görmek de benim için zor oldu. Onlarla olduğum zamanları, dua ettiğimiz, birlikte oruç tuttuğumuz ve İslam hakkında konuştuğumuz zamanları hala sevinçle hatırlıyorum. Müslüman arkadaşlarım ve ailemi hala seviyor ve önemsiyorum. Benim yolumdan gidip önyargısız bir şekilde, Hıristiyan inancının bildirisinin anlamadan inancı olduğu gibi reddetmek yerine araştırmalarını isterdim.

Aynı zamanda, Hıristiyan olmaya karar verdiğim andan itibaren Tanrı’nın beni değiştirmekte olduğunu hissettim. Hıristiyanlık hakkında daha fazla öğrendikçe doğru seçimi yaptığıma ikna oluyorum. Tanıştığım birçok Hıristiyan’ın yaşamında Tanrı’ya derin bir bağlılığı, Tanrı’ya tapınma arzusunu ve O’nun için sıkıntı çekmeye razı olduklarını gördüm. Hıristiyanların iyiliğini, yumuşak huyluluğunu ve derin samimi sevgilerini de deneyim ettim. Samimi Hıristiyanların, dindar Müslümanlar kadar günahtan ve iğrenç şeylerden nefret ettiklerini, modern Tanrı’dan uzak toplumların sunduğu tüm kötülüklere karşı durduklarını öğrendim. Birini derinden sevmenin ne anlama geldiğini, tıpkı Mesih’in yaptığı gibi başkasının çıkarını kendi çıkarımın üzerine koymayı istemenin gerçekte ne anlama geldiğini öğrendim. Tanrı’nın yaptıklarımdan çok, karakterim, içsel hayatım ve düşüncemde ve davranışlarımda başkalarına nasıl davrandığımla ilgilendiğini derin bir şekilde anladım. Tanrı günahımdan nefret ettiği halde günahlarımı bağışladı çünkü günahlarımın bedeli İsa tarafından eksiksiz olarak ödendi. Hayatımın sonuna kadar hayatımdaki her günahtan kurtulamayacağımı biliyorum ama isteğine göre yaşamaya, benim için arzuladığı kutsallık ve mükemmeliyete ulaşmaya gayret ederken asıl önemli olanın O’na güvenip güvenmediğim olduğunu da biliyorum.

Tanrı artık, hayatımı yakından izleyen, günahlarımla sevaplarımı teraziye koyup tartan uzak yaratıcı değil. Kişisel olarak benimle ilgilenen ve kendisine tamamıyla bağlı olmamı isteyen sonsuz bir varlık. Büyüklüğü benim aracılığımla parlasın diye sadece ve sadece kendisine güvenmemi, ruhsal olarak büyümemi ve O’na daha fazla benzememi istiyor. Komşularımı sevmemi, diğer insanlarla arkadaşlık kurmamı istiyor. En önemlisi, hayatımın her anında, yaratıcım olduğunu kabul etmemi, insanlığı ve kişisel olarak bana gösterdiği sonsuz iyiliği için kendisini yüceltmemi istiyor. Hayatımı O’nun yüceliği için yaşamak için sabırsızlanıyorum.

Farid