headerLogo2b-18pt-myriadpro

Tanrı’nın İyiliğinin Hikayesi

27 alavi hindistan testimony sizeİşte bu benim hikâyem. Ama sadece benim hikâyem değil, Tanrı’nın bana karşı gösterdiği iyiliğin, sevginin ve kurtuluşun hikâyesidir.

En baştan başlayayım.

15 Temmuz 1951’de bir cuma günü dünyaya geldim. Babam, Güney Hindistan’ın Kerala eyaletinde Cherukunnu adlı küçük bir köyde mollaydı. Çok dindar olduğumuz için köydeki herkes bize saygı duyardı. Babamın görevi Müslüman komşularımıza Kuran’ı Arapça olarak okumaktı. Her ne kadar meşgul olsa da kendi çocuklarını eğitmeyi unutmadı.

Akşam namazından sonra babamın dizinde oturup Kuran’ı okumasını dinlediğimi ve ondan öğrendiğimi hatırlıyordum. Her gün Kuran’dan okuma ve dualarla başlayıp sona ererdi. Bu sıkı disiplin evdeki yaşamımızın tümünü etkiliyordu.

Kuran’ı çalışabilmek için beş yaşında yakındaki medresede Arapça öğrenmeye gittim. On yaşıma geldiğimde dinle ilgisi olmayan derslerimiz de oldu. Evimden çok uzak olmayan Kottakal’da normal bir okula gönderildim; burada bir buçuk yıl eğitim aldım. Fakat daha sonra açıklığa kavuşacak nedenlerden ötürü orada eğitimimi tamamlayamadım.

OLAYLI BİR GÜN

Bir Cumartesi, arkadaşlarımla birlikte evden okula giderken pazar yerinde büyük bir kalabalık gördüm. Oraya gittik ve bir grup Hıristiyan gördük. Toplanan kalabalığa inançlarını anlatıyorlardı. İsa’nın yaşamından hikâyeler anlatıyor ve Hıristiyan kitapçıklar satıyorlardı. Önceleri Hıristiyanlara gülüp onlarla alay ettik. Yine de kitapçıklardan ikisini aldık. Benimkinin adı ‘Pak’ın Yüreği’ arkadaşımınki ise ‘Kurtuluş Yolu’ydu. Eve giderken Hıristiyanlar ve kitapçıklar hakkında konuştuk. Arkadaşım kendi kitapçığını yırtıp parçaladı. Hıristiyanları hor gördüğüm halde ben kendiminkini sakladım. Eve vardığımda sessiz bir yerde oturdum ve ‘Pak’ın Yüreği’ni okumaya başladım. Kitapta bir Hıristiyan ile bir erkek çocuğun ilginç konuşmaları vardı. Okurken bu kitaptaki İsa’yla benim peygamber olarak tanıdığım İsa’nın aynı olup olmadığını düşündüm. Bana göre bu kitabın İsa’sı, Kuran’ın İsa’sından farklıydı. Bu İsa’nın günahları bağışlayabileceğini okudum. İsa, hikâyedeki çocuğu bağışladığında, bağışlaması onu değiştirdi. Bu olay benim İsa’yı sevmeye başlamama neden oldu.

Bu çocuğun ruhsal sorunu hakkında okuduğumda Hıristiyanlığın benim yüreğime de konuşuyormuş gibi hissettim. Nitekim kendi yüreğimin bu gencinkinden çok daha kötü bir durumda olduğunu düşünüyordum. Bu ruhsal hastalıktan nasıl özgür olabilirdim? Kitapçık aslında bir çare sunuyordu. Fakat bana sadece Tanrı’nın günahları bağışladığı öğretildiği için reddettim. Peygamber olan İsa bağışlayamazdı. 

Fakat kendimi kitapçıktaki kuvvetli savunmadan özgür kılamıyordum. Kendi günahkârlığımın rahatsız edici bir şekilde farkına vardım. Öldüğümde bana ne olacaktı? Ölümden veya Yargı Günü’nden kaçamazdım. Bu kitapçıkta tanıtımı yapılan bir mektuplaşma kursu aracılığıyla İsa hakkında daha fazla bilgi edinmeye karar verdim.

SONRAKİ ÇALIŞMALAR

Mektuplaşma kursu hemen dersleri gönderdi. Fakat postacı bana vermesi için maalesef amcama verdi. Amcam açtı ve içindekilerin Hıristiyanlıkla ilgili olduğunu keşfetti. Ertesi gün babama ve amcalarıma gösterdi. Daha başlamadan çalışmaya son vermeye karar verdiler!

Aynı akşam okuldan döndükten sonra babam beni verandadaki sütuna bağlayıp zayıf düşene kadar bir sopayla dövdü. Ertesi sabah beni çağırdı ve sevecen bir şekilde konuştu. Dedi ki, “Biz Müslümanlar böyle kitaplar okumamalıyız. Bunlar bize yasak, özellikle de Hıristiyanların kitapları. Kitapları çok cazip olduğu için onları okursak biz de Hıristiyan oluruz. O zaman ailemize ne olur? Tüm hayatımız mahvolur. İçinde yaşadığımız toplum bizi reddeder ve İslam’a lanet edilmiş olur.” Babama bu kitapları bir daha asla okumayacağıma söz verdim.

Kitapçığı yırttım ve daha önce arkadaşımın kitapçığına yaptığı şeyi yapamadığım için kendime lanet okuyarak yaktım. O zamandan sonra her gün dua eden dindar bir Müslüman oldum. Ne var ki, kitapçığı ne zaman hatırlasam ve yüreğimin durumunu düşünsem huzurum kaçıyordu. 

Her akşam Kuran’ı okuduğumda tekrar ettiğim ‘İsa’ adını nasıl unutabilirdim! Kuran’da ve diğer Müslüman kitaplarında İsa’yla ilgili bir çalışma yapmaya karar verdim. Fazla Arapça bilmiyordum ama bir arkadaşımın – Yusuf Mawlawi – yardımıyla çalışmalarıma devam ettim. Yusuf, evimizin yakınlarındaki bir Arapça okulunda bir öğretmen ve ailemizin yakın bir arkadaşıydı. İsa’nın hem Kuran hem de Hadis’te çok önemli bir yeri olduğunu öğrendim. Bana öyle geliyordu ki, Kuran’da İsa benim peygamberimden daha büyük bir öneme sahipti. Kısa bir süre içinde hem öğretmen hem de ailem İsa hakkında daha fazla öğrenme isteğimden kuşku duymaya başladılar. Yumuşak bir şekilde daha fazla Muhammed’e odaklanmamı söylemediler. Yine de İsa’nın eşsiz doğumu ve harika işlerinden söz eden Kuran ayetlerini merak etmeye devam ettim. 

“Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesih’tir; dünyada da, ahrette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır.” (Al-i İmran 3:45)

“Allah o zaman şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun.” (Maide 5:110)

“Meryem: Rabbim! Dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir.” (Al-i İmran 3:47)

“(Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek.” (Al-i İmran 3:48)

“İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim.” (Al-i İmran 3:49)

Kuran’ın özellikle Tora ve İncil’den söz ettiğini fark ettim, bunlar ‘rehber ve ışık’ olduğu için onlara inanmaya teşvik ediyordu beni. (Bakınız Maide 5:46)

Başka bir ayet de özellikle sık sık aklıma geliyordu: “(Resülüm!) Eğer sana indirdiğimizden (bu anlattığımız olaylardan) kuşkuda isen, senden önce Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor.” (Yunus 10:94)

Bu ayeti okuduğumda Hıristiyanları ve kitapçıklarını hatırlıyordum. İslam’a göre Hıristiyanlar da Kitap Ehlidir. Kuran Muhammed’i şüphelerini Hıristiyanlarla paylaşmaya teşvik ediyorduysa neden ben paylaşamıyordum? Fakat benim için Hıristiyanlara yaklaşmak zordu. Ayrıca ailem bunu kesinlikle onaylamazdı!

Evimden çok uzakta olmayan bir Hıristiyan Misyon Hastanesi vardı. Bir gün arkadaşım Abdullah ve ben buraya gizlice gitmeye karar verdik. Hastaneye vardığımızda hastane eczacısı Bay Kunykunyu, bizi nazik bir şekilde oradaki müjdeciye yönlendirdi. Genç ve endişeliydik, ne bekleyeceğimizi bilmiyorduk. Fakat Müjdeci bizi dostça selamladı ve rahatlamamıza yardımcı oldu. 

Biraz konuştuktan sonra müjdeci Pazar günleri gençler için düzenlenen Kutsal Kitap çalışmalarına katılmamızı önerdi ve sonra bizi Hıristiyanlıkla ilgili kitapların olduğu okuma odasına yönlendirdi. Orada okuma odasında çalışan kişiyle tanıştık. Daha sonra bu kişi çok yakın bir arkadaş ve bana çok zora düştüğüm zamanlarda yardım eden gerçek bir kardeş oldu. Beni Yuhanna İncil’i hakkında bir mektuplaşma kursuna yazdırdı. Abdullah ve ben ailelerimizin haberi olmadan birkaç hafta boyunca gençler için düzenlenen bu Pazar çalışmalarına katıldık. Bazen arkadaşım nazik bir şekilde bize otobüs paramızı verirdi. Bazen de beş kilometre yolu yürürdük. Bir seferinde bazı komşularımız bizi yakaladı. Abdullah’ı sorguladılar ve gizlice yaptıklarımızı açıklayana kadar onu dövdüler.

Ertesi akşam, okuldan döndüğümde annemle kız kardeşimin ağladığını gördüm. Babamın benim için hazırlamış olduklarını biliyorlardı. Eve girerken babam birdenbire karşıma çıktı, bağırıyordu. Beni yakaladı, bağladı, duvara dayayıp dövdü. Yüzüme ve gözlerime çekilmiş, yeşilbiber sürdü. Bütün bunları yaparken bana neden Hıristiyan kitaplar okuyup Hıristiyanlarla ilişki kurduğumu soruyordu. Annem dayanamayıp bayıldı. Bir süre sonra komşu bir kadının ve yengemin yardımıyla, beni bir su tankına götürüp yıkadılar.

Ertesi sabah babam beni çağırdı ve Müslümanların inanç ikrarını söylememi istedi: “Allah’tan başka tanrı yoktur ve Muhammed Allah’ın peygamberidir.” Bana tekrarlattı. Sonra da Hıristiyanlık, İsa Mesih hakkındaki yanlış öğretişleri, kutsal İncil’in değiştirilmesi ve Hıristiyanların yaşadıkları kötü yaşamları konusunda uyardı. Yengemden Hıristiyanlıkla ilgili kitaplarımı yakması istedi, o da yaktı. Tüm bu yaşananlar beni çok derinden etkiledi. Acı acı ağladım. Huzurum kalmamıştı çünkü İncil’den ve Hıristiyan arkadaşlardan İsa hakkında öğrenme fırsatım elimden alınmıştı.

‘Pak’ın Yüreği’ kitapçığını yaktığım yere gittiğimde, kitapçığı yok etmiş olmaktan dolayı büyük bir pişmanlık duydum. Bu kitapçıktaki konuşmaları anımsadıkça aynı gerginlikle bir kez daha yüzleştim. Tek düşünebildiğim, çocuğun sevinç getiren bağışlanma deneyimi ve yüreğimdeki ağır günah yüküydü. Müslüman olarak, günahlarımızın kendimizin sorumlu olduğumuzu öğrenmiştim. Kimse başkasının yükünü taşıyamazdı. O zaman İsa insanları nasıl, bağışlayabilirdi? Bana rehberlik etmesi için Tanrı’ya dua ettim.

Günahımın farkında olmam hiç değişmiyordu. Sürekli olarak yüreğimi yiyip bitiriyordu. İki hafta sonra yine Hıristiyan arkadaşlarımı görmek için büyük bir arzu duydum. Onlarla zorluklarımı ve kuşkularımı paylaşmam gerekiyordu. Müjdeci beni teşvik edip Hıristiyan inançları ve uygulamaları konusunda sorularımı yanıtladı. Kuran’ı ve Müslüman inancını da bildiği için yanıtlarının çoğu beni tatmin ediyordu.

Arkadaşımın bana verdiği İncil’in bir nüshası elimde eve döndüm. İncilim olduğu için çok mutlu olsam da, biri görecek diye korkuyordum. Bu nedenle plastik bir torbaya koyup ormanda bir taşında altına sakladım. Okumak için sık sık ormana gidiyordum. Özellikle de Yuhanna İncilini okuyordum. İsa’nın sözleri beni teselli ediyordu:

“Yüreğiniz sıkılmasın. Tanrı'ya iman edin, bana da iman edin.” (Yuhanna 14:1, İncil)

 ‘Bana da iman edin’ sözleri beni derinden etkiledi. Endişeli ve sıkıntılı olduğum halde bu ayet beni teselli ediyordu. 

Ertesi pazar kilisedeki gençlere yönelik Kutsal Kitap çalışmasına giderken, amcamın da benimle aynı otobüste olduğunu fark ettim. Amcam haber verdikten sonra babamın bana yapabileceklerini düşündüğümde titremeye başladım. Buna rağmen çalışmaya katıldım ve müjdeciyle biraz zaman geçirdim. 

Yeni Hıristiyan arkadaşlarımla tanışmadan önce Hıristiyanlar hakkında çok kötü şeyler duyduğum için onlara karşı kötü hislere sahiptim. Fakat müjdecinin karakterini, yaşam biçimini ve Müslümanlara karşı tavrını gözlemlediğimde, Hıristiyanlar hakkında duyduğum suçlamaların onun için geçerli olmadığını anlamıştım. Bu da düşünmeme neden oldu. Bu müjdecinin sevgisi Müslümanlarınkinden daha fazla mıydı? Mesih İsa onun için, benim peygamberimin benim için yaptıklarından daha fazlasını mı yapmıştı? Kafam karışmıştı çünkü Müslümanlar dışında, Tanrı’nın Mesih olduğuna inanan Hıristiyanlar da dahil olmak üzere, herkesin kâfir olduğuna ve Tanrı tarafından reddedildiğine inanıyordum. Kuran’da söylediği gibi:

“Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek Allah'dan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir.” (Maide 5:73)

Ayrıca, Tanrı’ya boyun eğen bir Müslüman olduğum için Hıristiyanlardan daha kutsal olduğumu düşündüğümü de hatırlıyorum. Fakat günahkârlığımın daha çok farkına vardıkça, kendini Tanrı’ya verenin, O’na boyun eğenin müjdeci olduğunu fark ettim, çünkü karakteri bunu kanıtlıyordu. Sevgisinin, ‘Pak’ın Yüreği’nde tarif edildiği gibi İsa Mesih’ten geldiğini görebiliyordum. 

İsa’nın sevgisi beni bir mıknatıs gibi çekiyordu. İsa benim de efendim olsa, O’nu nasıl da severim diye düşünüyordum! Fakat Hıristiyan olma düşüncesi aklıma geldiğinde, bunu Şeytan’dan gelen kötü bir düşünce olarak reddettim. Çünkü Müslüman’dım.

Diğer gençlerle pazar çalışmamdan büyük korku içinde döndüm. Babamın bana yapacaklarını kabul etmeye hazırdım ama iki gün boyunca bir şey olmadı. Üçüncü gün okuldan sonra babam beni yakaladı ve çalılara attı. Sonra bir sopa aldı ve beni o kadar kötü dövdü ki neredeyse ölecektim. Annem beni kurtarmak için koştu ama o da dayak yedi. İyileşmem sadece Tanrı’nın lütfu sayesinde oldu. Yine, Kelime-i Şehadet getirdim ve babama Hıristiyanlarla artık temas kurmayacağıma söz verdim. İman ikrarım sadece daha fazla dayak yemekten kurtulmak için yaptığım bir şey miydi?

Arkadaşım Abdullah da benim hakkımdaki  haberi bizim bölgemizde her yere yaymıştı.Benim için hayat çok zor bir hal almaya başladı. İnsanlar beni yuhalıyorlar, isim takıyorlar ve hatta taş atıyorlardı. Okuldan eve giderken şöyle bağırıyorlardı, "İşte lanetli geçiyor!", "İşte Nasrani (Hıristiyan) Mathai!" Akrabalarım, arkadaşlarım ve öğretmenlerim bile bana karşı çok zalimdi. Kafam karışmıştı, yalnız ve sıkıntılıydım. Bu zaman içinde İncil sürekli olarak bana yoldaşlık etti. Ne zaman fırsat bulsam, ormana gidip İncil’i okuyup çalışıyordum.

İncil’i gizli saklı okurken içimde o eski gerginlik oluştu. Temel noktalarda İslami inançlarımdan açıkça farklılık gösteriyordu. İsa’nın şu sözleri bir Müslüman için ne kadar kafa karıştırıcı fakat aynı zamanda düşündürücüydü!

İsa, "Yol, gerçek ve yaşam Ben'im" dedi. "Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.”  (Yuhanna 14:6, İncil)

“Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih'i tanımalarıdır.” (Yuhanna 17:3, İncil)

“Kendisini [İsa'yı] kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı'nın çocukları olma hakkını verdi.  Onlar ne kandan, ne beden ne de insan isteğinden doğdular; tersine, Tanrı'dan doğdular.”  (Yuhanna 1:12, İncil)

“İsa ona şu karşılığı verdi: "Beni seven sözüme uyar, Babam da onu sever. Biz de ona gelir, onunla birlikte yaşarız.” (Yuhanna 14:23, İncil)

Bu ayetlerin anlamlarını bana açıklayacak kimsem yoktu. Fakat Tanrı’nın bana rehberlik etmesini istemeye devam ettim.

SEVGİSİYLE ZİNCİRLENMİŞ

Vücudumun acısı ve yaraları iyileşmişti ama Hıristiyanların sevgisinin oluşturduğu işaretler ve kitapçığın etkileri kalmaya devam ediyordu. İçimde bir şeylerin bu arkadaşlığı yenilemeye beni zorladığını hissettim ve arkadaşlarımla yeniden buluşmaya karar verdim. Dışarı çıkarken akrabalarım ve komşuların beni gördükleri için korktum. Aslına bakarsanız oradan ayrılmaya karar vermiştim. Müjdecinin evine vardığımda sorunlarımı onunla paylaştım. Yaralarımın izlerini gösterdim ve bana, evli kız kardeşimin yaşadığı Mysore’ye gitmem için yardım etmesini istedim. Kardeşim beni severdi ve o ve eşi yanlarında kalmama izin verirlerdi. Fakat müjdeci evime dönmemi tavsiye etti. Ancak daha büyüdüğümde oradan ayrılabileceğimi söyledi. O zamana kadar sessiz bir şekilde evde yaşamalı, imanda ve sevgide büyümeli, ailem ve arkadaşlarım üzerinde iyi bir etkiye sahip olmalıydım. Tanrı’nın kurtarıcım, koruyucum ve dostum olacağını da sözlerine ekledi. O zamanlar okulda yedinci sınıftaydım.

Eve dönerken akşam olduğu için korkuyordum. Hıristiyanların yaşadığı bu yerde (burası birkaç binadan oluşan kapalı bir alandı) gecelememe izin vermeleri için yalvardım. Arkadaşım C. R. George ile birlikte ekstra bir gün daha kaldım. Benim bölgemden bazı kişiler, orada olduğumu bilerek beni götürmek için polisle birlikte geldiler. Arkadaşımdan beni teslim etmesini istediler. Hatta arkadaşımı beni kaçırmakla suçladılar. Arkadaşım şöyle cevap verdi, “Alavi kendi isteğiyle burada bulunuyor. Onu götürebilirsiniz ama artık dövmeyin.” Bazı Müslümanlar, binanın benim bulunduğum kısmında bulunan Hıristiyan arkadaşlarını desteklemek için geldiklerinde Müslümanların kendileri arasında bir kavga başladı. Onlar tartışırken ben arka kapıdan kaçtım, tarladan geçtim, kanala atladım ve orada yıkanıyormuş gibi yaptım.

Bir süre sonra bazı Müslümanlar gelip beni buldular. ‘Mappila Nadu’ adında Müslüman merkezine götürdüler. Orada bana sorular sorup bağırdılar ve kötü davrandılar. Bu sırada annem beni akrabalarımın evinde aramaktaydı. Tam o sırada kayınbiraderim beni bulup kurtardı. Evime varır varmaz babam kız kardeşimi amcalarımı çağırması için gönderdi. Bu arada evimin çevresinde büyük bir kalabalık toplanmıştı.

Hepsi toplandığında babam her birine sordu, “Alavi’ye ne yapalım? Onu Hıristiyanlardan uzak tutmak için elimizden gelenin en iyisini yaptık. Başka ne yapabiliriz?” Birinci amcam babama boğazımı keserek beni öldürmesini söyledi. İkinci amcam da kararlılıkla aynı yanıtı verdi. Üçüncü amcamın ise farklı bir düşüncesi vardı. Aç bırakarak öldürmeyi önerdi. Birinci amcamın söylediği gibi beni öldürecek olurlarsa ailenin tümü hapse girerdi. Sonra annem şöyle bağırdı, “Önce beni sonra oğlumu öldürün!” Bu sözler acı acı ağlamama neden oldu. Bana ne yapacaklarını düşünürken yüreğimdeki acı ve korkuyu anlatamam. Sonra grup olarak üçüncü amcamın tavsiyesini kabul ettiler. Amcalarımdan biri babam kendisini durdurana kadar, beni zalimce dövdü. Babam ellerimi arkamda bağladı. Üç hafta boyunca bu şekilde kaldım. Bana günde sadece bir kez yemek verilmesini emretmişti ama o olmadığı zamanlar annem bana yemek veriyordu.

Bir gün babam ve erkek kardeşi eve yanlarında bir demirci olduğu halde geldiler. Amcam yine babamın yanında Kelime-i Şehadet getirmemi istedi. Fakat sözler ağzımdan çıkmıyordu. Annem, kız kardeşim ve başkaları söylemem için bana yalvardılar ama yapamıyordum. Bana ne olduğunu anlamadım. Konuşamıyordum. Sonunda babam demirciye bacaklarıma iki demir kelepçe yapıp kilitlemesini söyledi. Sonraki altı hafta boyunca bu şekilde zincirlenmiş bir vaziyette kaldım. Eski arkadaşım, kitapçığını yırtan Abdullah beni ziyarete geldi. Beni bu hale getirenin ne olduğunu sordu. Kitapçık olduğunu biliyordu! Ona cevap vermedim ama zincirli bir vaziyette karşısında uzanırken Kutsal İncil’in sözlerini hatırladım: 

“Yüreğiniz sıkılmasın. Tanrı'ya iman edin, bana da iman edin.” (Yuhanna 14:1)

“"Eğer benim sözüme bağlı kalırsanız, gerçekten öğrencilerim olursunuz. Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak" dedi.” (Yuhanna 8:31-32)

Zincirlerime bakarken İsa’nın sözlerini hatırlayarak kendimle alay mı ediyordum? Belki de bu gibi zor koşullar İsa’nın tesellisini en iyi deneyim ettiğimiz zamanlardır. Bana çok yakındı, ormanda Müjde’den bu sözleri gizlice okuduğum zamandan daha da yakın.

TANRI BENİ KURTARIYOR

Altı hafta sonra kaçtım. Annemin kuzeni bir gün evde başka kimse yokken zincirleri kırdı. O andan itibaren serbest kalmama izin verdiler çünkü kimse yeniden zincirlenmemi istemiyordu. Ailem ve arkadaşlarım bana karşı iyi davrandılar. İki hafta evde kaldım. Ama yüreğimde huzurdan çok korku yaratan bu evde ve toplulukta neden yaşamalıyım diye düşünüyordum. Oradan ayrılmaya karar verdim.

Bir gün, öğle yemeğinden sonra annemin yüzüne baktım;gözlerim yaşlarla doldu. Çünkü annem planımdan haberdar değildi. Gözyaşlarımla anneme veda ediyordum. Anneme, banyo yapacağımı söyleyip evden ayrıldım. Tanrı bu ve hiç söylememem gereken diğer yalanları söylediğim için beni bağışlasın! Tren istasyonu olan Tirur’a kadar neredeyse on kilometre yürüdüm.Yaklaşık otuz kilometre uzaktaki Calicut kentine giden trene yetiştim. Burada bir iş aradım. Sonunda bir kafede iş buldum. Fakata hayatımdaki çalkantılar devam etti.

Hapsedildiğim sırada Hıristiyan arkadaşlarımın acılarıma ortak olduğunu öğrendim. Benim için dua ediyor ve bana yardım etmenin bir yolunu arıyorlar ama bir şey yapamıyorlardı. “Hapiste olanları, onlarla birlikte hapsedilmiş gibi anımsayın. Sizin de bir bedeniniz olduğunu düşünerek baskı görenleri hatırlayın.” (İbraniler 13:3, İncil) 

Bu arada Müslüman din önderleri insanlara bizim Hıristiyan Misyon binamızdan uzak durmalarını ve çocuklarını anaokulundan almalarını buyuruyordu. Arkadaşlarım hoparlörlerle isimleri söylenerek saldırıya uğradılar. Kimsenin girmemesini sağlamak için binaların olduğu yere giren kapıya nöbetçiler dikilmişti. Müslümanlar sadece tedavi için Hıristiyan dispanserine gidebiliyorlardı. Fakat kısa bir süre sonra durum normale döndü. Hoparlörlerden bu kez başka biri şöyle seslendi, ‘Hıristiyanları rahatsız etmeyi bırakıp kendimizi daha çok Allah’ın işlerine verelim!’ Birkaç hafta sonra sorunlar sona erdi.

Kendisi de bir Müslüman olan kafenin sahibi başka bir Kutsal Kitap mektuplaşma kursuna kaydolduğumda memnun olmadı. Beş ay boyunca kafede çalışmaya devam ettim. Sonra Calicut’tan ayrıldım ve kız kardeşimin Mysore’deki evine gittim. Orada arkadaşım George’a mektup yazdım.Yazdıklarımı diğer arkadaşlarımla paylaşmıştı.  Tanrı beni zincirlerimden kurtardığından beri benden aldıkları ilk mektup buydu. Mektubunu şu sözlerle bitirdim, ‘İyiyim. Rabbin duasını söylemeye devam ediyorum.’

“Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar. Siz onlara benzemeyin! Çünkü Babanız nelere gereksinmeniz olduğunu siz daha O'ndan dilemeden önce bilir. Bunun için siz şöyle dua edin:

'Göklerdeki Babamız,
Adın kutsal kılınsın.
Egemenliğin gelsin.
Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de
Senin istediğin olsun.
Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver.
Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi,
Sen de bizim suçlarımızı bağışla.
Ayartılmamıza izin verme.
Bizi kötü olandan kurtar.
Çünkü egemenlik, güç ve yücelik
Sonsuzlara dek senindir! Amin'.” (Matta 6:7-13, İncil) 

Mysore’de eniştemle bir yıl ve Calicur dışında bir ticaret gemisinde on sekiz ay çalıştıktan sonra kendi bölgeme döndüm. Yine arkadaşlarımla bir araya geldim. Beni gördüklerine çok memnun oldular. Müjdeciyle görüşemedim çünkü memleketine dönmüştü. Mysore’ye geri döndüm. Burada eniştem beni otelinde işe aldı. Daha sonra onun tavsiyesiyle telgraf departmanında hat görevlisi olarak çıraklık yapmaya başladım. Ne var ki yine talihsizlikle karşılaştım. Kalça sorunlarımdan ötürü bu görevden ayrılmam gerekti. 

Tıbbi tedavi için Malabar’a geri dönmeye karar verdim. Bir arkadaşım bir misyon hastanesinde çalışıyordu. Tıbbi bir muayeneden geçmeme yardım etti. Müjdeci arkadaşım Hindistan’a geri dönmüştü. Beni gördüğüne çok memnun oldu. Zincirlendiğim ve oradan oraya dolaştığım zamanlarda neler olduğunu sordu. Pek çok kişinin benim için dua etmekte olduğunu söyledi. Sonra beni fiziksel durumumla ilgili olarak yardımcı olabilecek başka bir müjdeciyle tanıştırdı. Bu yeni arkadaşla tanışmaktan ötürü çok mutlu oldum. Daha sonra kendisi ruhsal babalarımdan biri eşi de ruhsal annem oldu. Müjdeci ve doktorun yardımıyla Vellore’de Hıristiyan Yüksekokulu Hastanesi’ne tedavi için gidebildim.

Hastaneden döndükten sonra Mysore’de üç ay boyunca Hindistan Her Eve Müjde kampanyasına katıldım. Bu şekilde broşürler dağıtıp Mesih’in iyi haberini paylaşabiliyordum. Fakat kız kardeşim ve eşi bunu öğrendiklerinde kızdılar ve evlerine gelmemi yasakladılar. O zaman müjdeci, Gundulupet’te Hıristiyan bir kilise önderi ve ailesinin yanında bana bir yer ayarladı. Onlarla olmak harika bir deneyim oldu. Dört ay boyunca Hıristiyan doktrini çalışabildim. Bundan sonra Hindistan Müjdeci Luteran Kilisesinin kitap mobil projesinde çalıştım ve bir yıl boyunca Güney Hindistan’ın farklı bölgelerinde Hıristiyan kitaplar dağıttım. Tanrı beni hizmetine yöneltiyordu.

Kutsal Kitap’ı daha ayrıntılı bir şekilde çalışmaya hevesli olduğum için Haziran 1970’de Nagercoil’da Condordia İlahiyat Okulunda bir yıllık bir Kutsal Kitap kursuna yazıldım. Kutsal Kitap’ı çalışma fırsatına sahip olduğum için ne kadar mutlu olduğumu hatırlıyorum! Kütüphanede, İslam hakkında da pek çok iyi kitap vardı. Bunlar pek çok şüphemi açıklığa kavuşturmada yardımcı oldu. 

IŞIĞI BULMAK

Yüksekokulda çalışmama devam ederken Mesih’e ve Mesih’in eylemlerine odaklandım. İsa’ya giderek artan imanım ve Kutsal Kitap’taki bilgim ışığında Kuran’da Mesih’ten söz eden ayetleri çalıştım.

En önemli şüphelerimden biri İsa’nın günahsızlığı ve başkalarının günahlarını bağışlama yetkisiyle ilgiliydi. İsa’nın günahsızlığı ve Kuran’da diğer peygamberlerin günahlarıyla ilgili kayıtlar arasındaki tezattan kaçınmak zordu. İsa için söylenen Muhammed için de söylenebilir mi? “Melek: Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi.” (Meryem 19:19). Kuran, özellikle Muhammed’e hitaben şöyle diyor: “Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.” (Fetih 48:2). Kuran, Muhammed’in günahlarının pek çok olduğunu ve üzerinde yük yaptığını kabul ediyor. “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Yükünü senden alıp atmadık mı? O senin belini büken yükü.” (İnşirah 94:1-3). Bu ayetler Allah’ın Muhammed’in yüklerini (günahlarını) üzerinden atması gerektiğine işaret ediyor. Müslümanlar, bu günahların kendisi henüz peygamber olmadan önce işlediğini söylüyorlar. Ancak Kuran Muhammed’in geçmiş ve gelecek günahlarından söz etmektedir. “…senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar.” Bu da, Sure tamamlandıktan sonra bile Allah’ın Muhammed’in günah işlemesini beklediğini gösteriyor.

Benim sorum da bu noktadaydı. Günahlı olan kimse başkasının yükünü taşıyamayacağına göre, İsa ya da bu peygamberlerden herhangi biri nasıl başkasının günahını yüklenebilirdi? “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için (başkasını) çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez.” (Fatır 35:18)

Yanıt? Melek Cebrail’in söylediklerini aktararak Kuran Meryem’in oğlu hakkında şunları söyler:

“Melek: Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi.” (Meryem 19:19). Bu, Said Bin El-Musayyab tarafından anlatılan  hadisle de desteklenir, "Allah’ın elçisinin şöyle dediğini de duydum, 'Adem’in soyundan doğup da Şeytan’ın dokunmadığı kimse yoktur. Bu nedenle çocuk doğduğunda yüksek sesle ağlar çünkü Şeytan dokunur, Meryem ve onun çocuğu dışında.'” (Sahih Buhari, Cilt 4, Kitap 55, Sayı 641)

Ayrıca İncil İsa’nın paklığını ve günahsızlığını açıkça belirtmektedir; “Hanginiz bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir? Gerçeği söylüyorsam, niçin bana iman etmiyorsunuz?” (Yuhanna 8:46, İncil). Kutsal Yazılar ayrıca İsa’nın günahlarımızı ortadan kaldırdığını söyler:

“Günah işleyen, yasaya karşı gelmiş olur. Çünkü günah demek, yasaya karşı gelmek demektir. Mesih'in, günahları kaldırmak için ortaya çıktığını ve kendisinde günah olmadığını bilirsiniz.” (1.Yuhanna 3:4-5, İncil)

İsa’nın günahı olmayan bir can olmasının nedeni başkalarının yüklerini taşıyabilmesi için miydi? Kuran İsa’nın pak olduğunu söylediği halde, Tanrı’nın Meryem’e kusursuz bir oğul bahşetmekteki amacı hakkında herhangi bir şey söylemiyor.

Ayrıca Kuran İsa’ya, başka hiçbir peygamber veya elçiye atfetmediği bazı nitelikler atfeder. Tanrı’dan bir ruh olarak tarif edilir:

“Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah'ın resûlüdür, (o) Allah'ın, Meryem'e ulaştırdığı "kün: Ol" kelimesi(nin eseri)dir, O'ndan bir ruhtur.” (Nisa 4:171)

Melek Cebrail, Meryem’e şu sözlerle de hitap eder:

“Melek: Öyledir, dedi; (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.” (Meryem 19:21)

Kuran, İsa hakkında başka ne demiş olursa olsun, kendisini eşsiz bir insan olarak betimlemiştir: Tanrı’dan bir ruh olarak Tanrı’yla ilişkisi, yaratıcı eylemleri, iyileştirmeleri, ölümden diriltmesi, cennete alınması ve şu anda orada bulunuyor olması.

Daha çok araştırdığımda, Kutsal Kitap’taki ‘Tanrı Oğlu’ kavramının öneminin Kuran’ın bu konudaki anlayışından ne kadar farklı olduğunu gördüm. Kuran Tanrı’nın doğmasını ve doğurmasını, fiziksel anlamda (Lam yalid wa lam yulad) reddeder. Fakat sonunda Kutsal Kitap’ın açıkladığı gibi İsa’ya ‘Tanrı Oğlu’ denilebileceğini kabul ettim. Kendisine Tanrı Sözü denilmesi gibi, bu da ruhsal bir anlam taşıyordu. Sadece İsa’ya atfedildiğinde Kutsal Kitap’taki ‘Tanrı Oğlu’ kavramının önemini daha iyi bir şekilde anlamam için bir köprü olduğu için Kuran’a minnettardım.  

Kuşkusuz Nisa Suresine göre Müslümanlar İsa’nın ölümü, dirilişi ve göğe alınışıyla ilgili Kutsal Kitap anlatımını reddetmekteydiler:

“Ve "Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri yüzünden (onları lanetledik). Hâlbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdinde kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.” (Nisa 4:157-159)

Kuran’da başka bir yerde tabii İsa’nın ölümünden söz ediliyor. Fakat Müslüman yorumcular bu ilgili ayetler hakkında bazı birbiriyle çelişen fikirler öne sürüyorlardı. Aşağıdakiler önemli ayetlerdir:

“Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.” (Meryem 19:33)

“Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım.” (Al-i İmran 3:55)

Bazı saygın Müslüman yorumcular ‘vefat ettireceğim’ (italik) yüklemini İsa’nın ölümünün cennete alınmasından önce geldiğini göstermesi şeklinde tercüme ediyorlar. Her durumda, Kutsal Kitap anlatımları, İsa’nın ölümünün zamanı, yeri ve koşulları hakkında çeşitli yorumlara yer bırakmıyor. İsa Mesih, çarmıha gerildi, öldü ve gömüldü. Çarmıha gerilmesi Yeruşalim’in duvarlarının dışında gerçekleşti. Bu olay Pilatus Yahudiye valisi olduğu sırada gerçekleşti. Bunlar tarihi olgulardır. Kutsal Kitap İsa’nın ölümünden defalarca soyut ya da belirsiz değil tamamen kesin bir dille söz etmektedir. Kutsal Kitap’ta İsa’nın ölümünün, ölümden dirilişi ve göğe alınışıyla bağlantısı u amacı da açık ve nettir. 

Böylece Kuran’daki bu ve diğer ayetler Yeni Antlaşma’da Mesih’in resmedilmesi üzerinde düşündüğümde benim için açıklık kazandı. Bu ayetler sadece İsa’nın Tanrı ile özel ilişkisini göstermekle kalmıyor aynı zamanda Tanrı’nın İsa’yı bu günahkâr dünyaya göndermekteki özel amacını da belirtiyordu. Yine, ‘Pak’ın Yüreği’ kitapçığını hatırladım. Bu özel amaç neydi? İsa’nın çarmıhta ölümü ve ölümden dirilişi aracılığıyla bütün günahkârlar için bağışlanma. Kutsal Kitap’ı okudukça benimle konuşup şüphelerimi tek tek ortadan kaldırdı. 

Fakat şu soru kafamı karıştırıyordu: Peki ya, Kuran’a göre İsa’nın, gelişi hakkında peygamberlik ettiği Muhammed ne olacaktı? 

“Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saf 61:6)

Arapça ‘Övülen’, Ahmad demektir ve Muhammed’le aynı kök anlama sahiptir. Bu ayetler İsa’nın Muhammed’in gelişini peygamberlik ettiği anlamına gelmiyor muydu? Bana bu öğretilmişti ve buna inanmıştım.

Muhammed hakkında ne söylediğini görmek için Kutsal Kitap’ı inceledim ama hiçbir şey bulamadım. Profesörlerime de aynı şeyi sordum onlar da hiçbir şey olmadığını söylediler. Fakat Kuran’la ilgili Müslüman yorum kitaplarına baktığımda Saf 61:6’daki anlayışı destekleyen birkaç Kutsal Kitap ayetinden alıntı yaptıklarını gördüm. Alıntı yapılan başlıca ayette İsa’nın şu sözleri yer alıyordu:

“Ben de Baba'dan dileyeceğim. O sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhu'nu verecek.” (Yuhanna 14:16, İncil)

‘Yardımcı’ sözcüğünün Grekçesi Parakletos’tur. (Grekçe, İncil’in orijinal dilidir.) Yorumcu, orijinal Grekçe sözcüğün ‘Övülen’ anlamına gelen periklytos olduğunu söylüyordu. “Hıristiyanlar, peygamber Muhammed’ten söz edilmesini ortadan kaldırmak için parakletos’u periklytos yerine koydular.” diye de iddialarına devam ediyordu.  

Grekçe bilmiyordum ve benim için Muhammed’e olan inancımdan vazgeçmek gerçekten zor olduğu için çok sıkıntı duyuyordum. Muhammed hala yüreğimde büyük bir yer tutuyor ve bir peygamber olarak ona inanmaktan vazgeçmek bana zor geliyordu. Grekçe profesörüne bu sözler hakkında sordum. Periklytos’un Yuhanna İncil’inin Grekçe metnindeki sözcük olmadığını söyledi. Sonra Kutsal Kitap’taki orijinal sözün parakletos olduğunu ve İsa’nın vaadinin Kutsal Ruh’un gelişiyle nasıl gerçekleştiğini açık seçik bir şekilde açıkladı. Kutsal Ruh gelecek, Yardımcıları ve Rehberleri olarak Tanrı’nın halkıyla yaşayacaktı.  

“Ey Teofilos, İlk kitabımda İsa'nın yapıp öğretmeye başladığı her şeyi, seçmiş olduğu elçilere Kutsal Ruh aracılığıyla buyruklar verip yukarı alındığı güne dek olanları yazmıştım. İsa, ölüm acısını çektikten sonra birçok inandırıcı kanıtlarla elçilere dirilmiş olduğunu gösterdi. Kırk gün süreyle onlara görünerek Tanrı'nın Egemenliği hakkında konuştu. Kendileriyle birlikteyken onlara şu buyruğu vermişti: "Yeruşalim'den ayrılmayın, Baba'nın verdiği ve benden duyduğunuz sözün gerçekleşmesini bekleyin. Şöyle ki, Yahya suyla vaftiz etti, ama sizler birkaç güne kadar Kutsal Ruh'la vaftiz edileceksiniz."
Elçiler bir araya geldiklerinde İsa'ya şunu sordular: "Ya Rab, İsrail'e egemenliği şimdi mi geri vereceksin?"
İsa onlara, "Baba'nın kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu zamanları ve tarihleri bilmenize gerek yok" karşılığını verdi. Ama Kutsal Ruh üzerinize inince güç alacaksınız. Yeruşalim'de, bütün Yahudiye ve Samiriye'de ve dünyanın dört bucağında benim tanıklarım olacaksınız."
İsa bunları söyledikten sonra, onların gözleri önünde yukarı alındı. Bir bulut O'nu alıp gözlerinin önünden uzaklaştırdı.  İsa giderken onlar gözlerini göğe dikmiş bakıyorlardı. Tam o sırada, beyaz giysiler içinde iki adam yanlarında belirdi.
"Ey Celileliler, neden göğe bakıp duruyorsunuz?" diye sordular. "Aranızdan göğe alınan İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir."” (Elçilerin İşleri 1:1-11, İncil) 

Sorunu Tanrı’nın huzuruna getirdim ve bana açık ve net bir anlayış vermesini istedim. Bir gece, dua edip yatağıma yattıktan sonra uyuyamadım. Bir ses duydum ya da bir ses duyduğumu sandım. Dedi ki, ‘Kalk ve oku!’ Sadece benim hayal gücüm olduğunu düşündüm. Fakat tekrar tekrar duydum. Kalktım ve Kutsal Kitabımı açtım. Birkaç kez şu ayetleri okudum:

“Beni seviyorsanız, buyruklarımı yerine getirirsiniz. Ben de Baba'dan dileyeceğim. O sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhu'nu verecek. Dünya O'nu kabul edemez. Çünkü O'nu ne görür, ne de tanır. Siz O'nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır.” (Yuhanna 14:15-17, İncil) 

Bu ayetleri okurken aklıma pek çok soru geldi; “Kuran veya Hadislerde Muhammed’in her zaman seninle olan gerçeğin Ruhu olduğunu okudun mu? Muhammed, dünyanın göremediği veya bilmediği veya içinde yaşayan bir Yardımcı mı? Sonra bu sözlerin gelecek bir peygamberle ilgili peygamberlik içermediğini ve herhangi bir şekilde bir insana uyarlanamayacağını fark ettim. Ayrıca, Mesih’e ilk inananların hayatlarında bu peygamberliğin gerçekleşmesini hatırladım.

“Pentikost Günü geldiğinde bütün imanlılar bir arada bulunuyordu. Ansızın gökten, güçlü bir rüzgârın esişini andıran bir ses geldi ve bulundukları evi tümüyle doldurdu. Ateşten dillere benzer bir şeylerin dağılıp her birinin üzerine indiğini gördüler. İmanlıların hepsi Kutsal Ruh'la doldular, Ruh'un onları konuşturduğu başka dillerle konuşmaya başladılar.
O sırada Yeruşalim'de, dünyanın her ülkesinden gelmiş dindar Yahudiler bulunuyordu.
Sesin duyulması üzerine büyük bir kalabalık toplandı. Herkes kendi dilinin konuşulduğunu duyunca şaşakaldı.
Hayret ve şaşkınlık içinde, "Bakın, bu konuşanların hepsi Celileli değil mi?" diye sordular. "Nasıl oluyor da her birimiz kendi ana dilini işitiyor? Aramızda Partlar, Medler, Elamlılar var. Mezopotamya'da, Yahudiye ve Kapadokya'da, Pontus ve Asya İli'nde, Frikya ve Pamfilya'da, Mısır ve Libya'nın Kirene'ye yakın bölgelerinde yaşayanlar var. Hem Yahudi hem de Yahudiliğe dönen Romalı konuklar, Giritliler ve Araplar var aramızda. Ama her birimiz Tanrı'nın büyük işlerinin kendi dilimizde konuşulduğunu işitiyoruz."” (Elçilerin İşleri 2:1-11, İncil) 

Artık bu önemli gerçeği anlıyordum. İsa’nın söz verdiği Yardımcı, melek Cebrail değil, Kutsal Ruh, yaşayan Tanrı’nın sonsuz Ruh’uydu. Daha sonra Kutsal Ruh’un gücünü kendi yaşamımda deneyim ettim. O’nun aracılığıyla İsa Mesih’e iman ettim. Tanrı’ya yücelik olsun. Amin!

Kutsal Kitap’ı titizlikle okumaya devam ettim. İçinde daha önce hiç düşünmediğim türde bir hazine buldum Kutsal Kitap, Tanrı’nın vahiy ve rehberliğini gerçekten bulmak isteyen kişilere konuşma gücüne sahiptir. Bana gerçek benliğimi, günahkâr, suçlu yüreğimi ve ruhsal olarak kör olduğum gerçeğini gösterdi. Mesih İsa adında tüm günah ve sorunlarımı Tanrı’ya getirmemi söyledi. İsa, beni bulmak için bu dünyaya geldi! Benim günahlarım için öldü ve yeniden dirildi. Cennete geri döndü ve yeniden gelecek. Kutsal Kitap’ın gerçekten de Tanrı Sözü olduğuna ikna oldum.

Kutsal Kitap beni endişelendiren sorunlara da yanıt verdi. Yaşayan Sözü canımı doyurdu. Dinle ilgili deneyimlerimde daha önce bulamadığımı artık keşfetmiştim. Kutsal Kitap’ın İsa’nın yaptıklarını ve öğretişlerini sadık ve doğru bir şekilde kaydettiğinden emin oldum. Aynı şekilde Tanrı’nın sonsuz Sözü’nün dünyamıza bir insan olarak geldiğini de doğru bir şekilde kaydetmişti. Artık İsa’nın ölümü, dirilişi, göğe alınışı ve ikinci gelişinin gerçekliği konusunda ikna olmuştum. Daha önce bunların hiçbirini anlamıyor ve hatta bu öğretişlerden nefret ediyordum.

Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın bizleri kurtarma gücünün bildirisi var. Bana ve tüm insanlara karşı sevgisinden söz eder. Bu bizlere esenlik veriyor. Tanrı’nın sevgisi doğrudan İsa’ya, günahkârlar için ölümü ve dirilişine odaklanıyor. Elçi Pavlus, İsa ve diğer elçileri tekrarlayarak Yeni Antlaşma’da bizlere şöyle diyor,

“Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi.” (1.Korintliler 15:3-4, İncil)

Kuşkusuz birçok Müslüman arkadaşım Kutsal Kitap’ın bozulduğunu ve Kuran tarafından geçersiz kılındığını düşünmeye devam edecek. Fakat yine de bildirisini ciddi bir şekilde düşünsünler. Özellikle de Tanrı’nın kutsallığı ve kendi günahkâr durumlarının farkındılarsa. Tıpkı benim yaptığım gibi onlar da kendi sonuçlarını çıkarsınlar.

BÜYÜK KARAR

19 Temmuz 1970 yılında, hayatımı Mesih İsa’ya verdim. Tüm günahlarımı ve kuşkularımı itiraf ettim ve vaftiz aracılığıyla O’nunla ve bağışlayan sevgisiyle birleştim. Vücudum baştan aşağı titriyordu. Dizlerimin üzerinden ayağa kalkarken, ruhunda huzur, yüreğinde sevinç ve aklında cennette sonsuz yaşam güvencesiyle dolu yeni bir insandım. Bugün, hala aynı sevinç, umut ve güvenceye sahibim. Açıklayamasam bile, yüreğimde tüm günahlarımın İsa Mesih’in değerli kanı aracılığıyla yıkandığına, sevginin egemen olduğu yeni bir yaşamı sürdürmek için kuvvet aldığıma ve Rab İsa’nın kendisinin yüreğimde egemenlik sürdüğüne inanıyorum.

“Birbirinize karşı iyi yürekli, şefkatli olun. Tanrı sizi Mesih'te bağışladığı gibi, siz de birbirinizi bağışlayın. Bunun için, sevgili çocukları olarak Tanrı'yı örnek alın. Mesih bizi nasıl sevdiyse ve bizim için kendisini güzel kokulu bir sunu ve kurban olarak nasıl Tanrı'ya sunduysa, siz de öylece sevgi yolunda yürüyün.” (Efesliler 4:32-5:2, İncil)

Şimdi benim arzum Tanrı’nın ışığının Müjdesini kendi halkıma, özellikle de Hindistan’ın benim yaşadığım kısmına getirmek. İsa Mesih’in davetini kabul etseler, “Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.” (Yuhanna 8:12, İncil)

İsa Mesih’i Kurtarıcım olarak kabul ettim. Hayatımı gerçek bir mutluluk, esenlik ve umuda sahip olacağım şekilde değiştirdi. Bana zayıflığımda kuvvet  verdi. Yaşayan Rab olarak, yeni bir amaç vermek üzere hayatıma geldi ve bana cennette hiç bitmeyecek bir hayat vaat etti. Tanrı’nın göksel ailesinin bir parçası olduğumu biliyorum. Büyük peygamber ve Kral Davut’un söylediğine inanıyorum, “Annemle babam beni terk etseler bile, RAB beni kabul eder.” (Mezmur 27:10, Eski Antlaşma)

İsa şöyle dedi,

“Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim. Gidip meyve veresiniz, meyveniz de kalıcı olsun diye sizi ben atadım. Öyle ki, benim adımla Baba'dan ne dilerseniz size versin.” (Yuhanna 15:16, İncil)

Ben O’nu seçmedim, O beni seçti. İsa sayesinde Pak’ın hikayesi Alavi’nin hikâyesi oldu. Tanrı’ya sonsuza dek yücelik olsun. Amin.