Dünyanın Sonundaki Kral; İsa
İnsan bakış açısıyla bakıldığında kimse İsa Mesih’i kabul etmemin mümkün olabileceğini düşünemezdi. Mesih’i hiç bir zaman izlemeyeceğimi düşünürdüm. Nedenini anlatayım; İslami bir okulu olan bir köyde yetiştim. Eğitimimin ilk altı yılında bu okulda kayıtlıydım ve bu okulun öğretişi tarafından biçimlendim. İslami eğitimimi başarılı bir şekilde sürdürdüm. Sonra ailem taşındı ve yine eğitimime İslami eğitimin verildiği başka bir toplulukta devam ettim. Üç yıl kadar bu programda kayıtlı kaldım.
Bu İslami öğretim merkezinde başarıma örnek olarak 1987 yılında Kuran okuma yarışmasına kentimizi temsil etmek üzere seçilmemi sayabilirim. Ben birinci oldum; şampiyon oldum! Ertesi yıl İslami kaligrafi yarışmasını da kazandım. Aynı zamanda parçası olduğum takım hitabet yarışmasının şampiyonu oldu. İslam’ı etkileyici bir şekilde vaaz etmekle ilgili bir yarışmaydı. Amaç, İslam’ı, Müslüman olmayanlara uygun bir İslami biçimde vaaz etmeyi göstermekti.
Sonra, eğitimime İleri İslami Öğrenim Enstitüsünde erkekleri İslam inancının öğretmek üzere hazırlayan kurumda devam ettim. Enstitü’de İslam’la gurur duymamız ve İslam’ın dünyada en doğru din olduğuna inanmamız öğretiliyordu. Çünkü Kuran’da şöyle diyordu,
“Allah nezdinde hak din İslam'dır.” (Al-i İmran 3:19)
Bizlere hayatta tek büyük görevimizin henüz İslam’ı benimsememiş olanları bulmak olduğu öğretiliyordu.
Enstitü’de Müslümanlara İslam hakkında ikna edici açıklama yapabilmenin bizim sorumluluğumuz olduğu öğretiliyordu. Enstitü’deyken uzun süre önce Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında Haçlı Seferleri olduğunu öğrendim. Bu Haçlı Seferlerinde İslam’ın kazandığını öğrendik. Bana göre bu İslam’ın gerçek din olduğunun bir işaretiydi. Müslüman din adamları ve İslami öğretmenlere göre Tanrı İslam’ın tarafındaydı. Bu nedenle, İslam’ın bütün bu savaşları kazanması doğru olandı!
Kuran’daki aşağıdaki ayet aracılığıyla inancımın doğruluğu konusunda daha da fazla ikna oldum:
“Allah katından dönüşü olmayan bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir! O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır.” (Rum 30:43)
Öğretmenlerim beni henüz İslam’ı bilmeyenleri bulmam konusunda teşvik ettiler. Yaşadığım şehirde henüz İslam’ı kabul etmemiş en büyük halk Çin kökenli insanlardı. Bu nedenle onlara vaaz etmeyi çok istiyordum. Bana göre Çinlilerin dini yanlış ve yanıltıcıydı. Bu nedenle İslam’ın habercisini dinlemeleri gerekiyordu.
Bununla birlikte, Çinlilere yaklaşırken dikkatliydim çünkü domuz etini sevdiklerini biliyordum. İslam’ın öğretişine göre bu tür et, etler arasında en kirlisiydi. İnsan bu ete dokunursa bile kirinden arınması gerekirdi. Çamur veya kırmızı toprakla insanın kendisini yedi kez temizlemesi sonra da yedi kez temiz suyla durulaması gerekirdi. Ancak o zaman ‘paklanmış’ sayılırdı. Müslüman olarak Çinlilere dokunmama konusunda dikkatliydim. Bununla birlikte Çinlilere vaaz etme konusunda güçlü bir istek duyuyordum. Onlarla konuşmam genellikle şöyle başlıyordu:
"Dostum hikâyemi duymak ister misin? Sana bir soru sormak isterim. Dinin ne?"
Bir gün Çinli arkadaşıma bu soruyu sordum ve şöyle yanıt verdi:
"Dinim Hıristiyanlık."
Sonra şöyle devam ettim: "Dostum Hıristiyan bildirisinin sadece iki bin yıl önce geçerli olduğunu biliyor muydun? Sadece İsa’nın hayatta olduğu sürede geçerliydi. Artık İsa’nın dininin yerini yeni bir din ve yeni bir peygamber aldı! İslam ve peygamberi Muhammed!"
Ama çok soğukkanlı bir şekilde şöyle dedi: "Yeni bir din olup olmaması beni ilgilendirmez çünkü İMANLA kuşkusuz cennete gireceğim!"
Bunu duyduğumda şok oldum. Çünkü İslami okullarda on yıldan fazla ve İleri İslam Enstitüsü’nde dört yıllık çalışmam boyunca cennete girme konusunda bir Müslüman’ın emin olduğunu hiç duymamıştım! Tekrar tekrar söylemeyi bildiğimiz tek şey şuydu “İnşallah.” Dünyanın öteki dünyaya giden yarış pisti gibi olduğunu düşünüyordum. Kimse yarışı kimin kazanacağını bilmiyordu. Tek söyleyebildiğimiz Tanrı’ya bağlı olduğuydu. Bu Çinli Hıristiyan nasıl olur da cennete girmenin kendisi için garanti olduğunu söyleyebilirdi? Ben de ona şu soruyu yönelttim:
‘Kardeşim cennetin Babana ait olduğunu mu söylemek istiyorsun?’
Şöyle yanıt verdi: "Evet. Öyle! Babam cennetin sahibidir."
Yanıtı karşısında şok oldum ve birdenbire aklıma şu ayetler geldi:
“O, doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlas 112:3)
Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.” (Cin 72:3)
O halde bu Hıristiyan nasıl olur da Tanrı’nın Babası olduğunu iddia edebilir? Tekrar sordum: "Tanrın kim? Ve adı ne?" Sakin bir şekilde şöyle cevap verdi: “Benim Rabbim İsa.” Bunu söylediğini duyar duymaz çok rahatsız oldum. Adama gerçekten kızdım çünkü söyledikleriyle benim anladığım şekliyle Allah’ı başka birine eş koşmuştu.
O zaman öğrendiğim doktrinler şunu öğretiyordu:"Allah’tan başka Tanrı yoktur." O zaman bu Hıristiyan nasıl olur da İsa’nın Tanrısı olduğunu söylerdi? Ben de ona şöyle karşılık verdim:
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kafirun 109:6)
Sonra tartışmayı bitmiş kabul ettim. Yaşadığım şehre döndüm ve normal yaşantıma devam ettim. Kuran’ı okumaya ve gerçeği enstitüde veya bireysel olarak aramaya devam ettim. Kuran’ı okurken de uzunca bir süre bu Çinli adamı aklımdan çıkaramadım.
Bu konuşma İsa Mesih hakkında gerçeği ve O’nun kim olduğunu araştırmam için beni teşvik etti. Hıristiyanlar neden büyük bir güvenle ‘insan imanla Cennete girebilir’ diyebiliyorlardı? İsa hakkında bulabildiğim her kitabı araştırdım. The Road Toward Allah (Allah’a Giden Yol) adında Kiyai Mundhir Dhan Nadzir tarafından yazılmış bir kitabı keşfettim.
Bu kitap dünyanın sonunda ne olacağını açıklıyordu. Yazar, her yerde savaşlar, açlık, deprem ve kaos olacağını yazıyordu. Birçok insan büyük ıstırap çekecek veDeccal adında çok kuvvetli bir güç ortaya çıkacaktı. Bu güç, Deccal veya Mesih Karşıtı, son derece ürkütücüydü. Tek gözlü ve çok uzun olduğu söyleniyordu. O kadar büyüktü ki okyanusun üzerinden bir adımıyla atlayabiliyor, cenneti sağ elinde ve cehennemi sol elinde taşıyabiliyordu. Deccal her yere gidip Cenneti ve Cehennemi doldurmak için insanlar arayacaktı. Onun Cenneti, içindekilerin sonsuza dek işkence göreceği Cehennemdi! Fakat sonunda Deccal ile savaşmak için Kurtarıcı İsa ortaya çıkacaktı. Dünyayı Deccal’in elinden kurtarmak üzere kimin geleceğini öğrendiğimde çok şaşırdım. İsa Mesih’ten başkası değildi! İmam Mehdi olan O’dur!
İsa Mesih, İmam Mehdi olarak geldiğinde dünyayı Deccal’in kötülüğünden kurtaracaktı! Bu iki güç büyük bir Savaşta karşı karşıya gelecekti. Bu savaş İsa ve Deccal arasında olacaktı! Sonra olacaklar beni çok şaşırmıştı. İsa, Deccal’le karşılaşması sırasında Yeryüzüne seslenecekti, "Ey yeryüzü! Açıl."Sonra hemen Yeryüzü açılacak ve Deccal içine düşecekti. Ölene ve sonsuza dek orada yutulmuş olarak kalacaktı. Bu da beni tekrar şu soruyu sormaya yöneltti:"Nihai olarak Deccal’i yenilgiye uğratan neden İsa Mesih’tir?" Çünkü bu kitabın bir dipnotunda Deccal’in tüm cinlerin güçlerinin birleşmesi olduğu söyleniyordu. Bu Deccal insanları gücü ve etkisiyle yanlış yöne yöneltecekti.
Aklımda sürekli olarak ortaya çıkan soru şuydu: Bu cinlerin güçlerini yenilgiye uğratan neden İsa Mesih’ti? Neden İblis’i yüz yüze gören Âdem peygamber değildi? Neden Nuh peygamber veya Enoş, Hud, Salih ve diğer peygamberler değildi? Neden övdüğüm, onurlandırdığım ve idealize ettiğim peygamber Muhammed değildi? Neden her zaman İsa? Aynı kitapta canım için bu çok önemli soruyu yanıtlayan bir hikâye vardı. Bu hikayede Deccal yenilgiye uğratıldıktan sonra İsa Mesih egemen oluyor ve sonra Yargı Günü gerçekleşiyordu.
Yargı Gününde ölülerin canları ‘Mahşer’ denen bir yerde toplanacaktı. Mahşer yerinde toplanıp her birini yargılayacak olan Doğru Yargıç huzuruna çıkmak için sıralarını bekleyecekler, O sırada aşırı ve yakıcı ısı nedeniyle aynı zamanda arınma sürecinde olacaklardı. Müslüman ulemaya göre Mahşer yerinin tabanı gümüştü ve yukarıda insanın elini uzatsa erişebileceği bir yerde güneş vardır. Isı aşırı sıcaktır ve insanların canlarının sıvı gibi erimesine neden olur. Sonra tekrar eski hallerini alırlar. Böylece bu zavallı canlar davalarının en kısa zamanda görülmesi için kendilerini savunacak ve koruyacakları aramak için toplanırlar. Böylece bu sefaletten kurtulurlar.
Mahşerde insanlar Âdem peygamberle karşılaşırlar: "Ey Âdem Peygamber, Tanrı’nın peygamberi lütfen, tez davamıza yardımcı ol!"derler. Fakat peygamber şöyle yanıt verir: "Sevgili halkım, davanızı savunamıyorum çünkü ben de utanıyorum, ben de bu Yargıç karşısında sadece kendi davamı savunabiliyorum."
Sonra Yargıç huzurunda davalarını savunmaya yardım etmeleri için Nuh, Enoş, Hud, Salih ve diğer peygamberlere başvururlar. Ama onlar da hiçbirine yardım edemezler! Sonra peygamber Muhammed’i bulurlar. Şöyle seslenirler: "Rasullullah, lütfen davamızı savunmak için acele et." Sonra Muhammed şöyle yanıt verir: "Halkım, sizin davanızı savunmaya iznim yok. Sadece sizin adınıza yalvarışta bulunabilirim.” Muhammed, kendisini izleyenlerin hangisinin Cennet veya Cehenneme gireceğini güvence altına alamıyordu. Nihai olarak karar Yargıcın elindeydi. Tüm insanların canlarını adil bir şekilde yargılayacak olan O’dur!
Kardeşlerim, Yargıcın kim olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Yargıç aslında İsa’dan başkası değildi. Şu soruyu aklımdan çıkaramıyordum: Yine Yargıç olarak karşımıza çıkan neden İsa? Kimlerin Cennete gireceğine ve kimlerin Cehennemde olacağına karar verecek olan O. Kendime bu soruyu sorup durdum ve yanıtını çok merak ediyordum.
Sonra sıra tahajud’a (yatsı namazı) sıra geldi. İşlerimde Allah’tan yönlendiriş arıyordum. Dua etmeye devam ettim. Sevaplarımla günahlarımın birbirine eşit bir durumda olacağı bir yerde olmak istemiyordum. Bugün nasıl yaşıyorsak bunun cennete mi, yoksa cehenneme mi gideceğimizi belirleyeceğini biliyordum. Söylediğim gibi dua etmeye devam ettim. Dua ettikçe İsa hakkında sorularıma yanıt aradım. Yüreğimde İsa’nın Yargı gününde oynadığı büyük rolle ilgili gerçeği aramaya devam etmem gerektiğini biliyordum. Üç yıl boyunca bu önemli soruyla mücadele ettim. Hıristiyanlar neden İMANLA cennete gideceklerinden bu kadar eminler? Hıristiyanlar neden bu kadar büyük bir güvenle Tanrı’nın İsa Mesih’te olduğunu iddia ediyorlar?
Aradan çok uzun bir süre geçmeden yanıtı aldım. Tanrı, İsa Mesih hakkında gerçeğe gözlerimi ve yüreğimi açtı. Yanıt Kuran’dan geldi:
“Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesih’tir; dünyada da, ahrette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır.” (Al-i İmran 3:45)
Bu temel gerçek ne kadar harikulade! Meryem’in Oğlu bu dünyada ve sonraki dünyada egemenlik sürme yetkisine sahip olan Tanrı’nın Sözü İsa’ydı. Tanrı’ya yücelik olsun! Şu sonuca ulaştım: İsa ikinci kez gelecek. İsa Deccal’e galip gelebilirdi, çünkü İsa tüm insanların canlarını yargılayacak Olan’dır. İsa kimin Cennete ve Cehenneme gireceğine karar verecek Olan’dır. Her şey O’nun denetimi altındadır. Meryem Oğlu İsa bu dünya ve öteki dünya üzerinde egemendir!
Sonra Çinli arkadaşımı aramaya gittim ve onun aracılığıyla Kutsal Kitap aldım. Bu Kutsal Kitap’ı okumaya başladım ama başlangıçta korku bana galip geldi. Böylece okumadan önce "ta'avuz" (nauzbillah) okumaya başladım! Ama Kutsal Kitap’ı açar açmaz kendimi çok rahat ve huzurlu hissettim. Kutsal Kitap’taki Tevrat’ı oluşturan beş kitabın ilkini okumaya başladım.
Aslında oldukça güzel ve keyifli bir okumaydı! Konu netti ve ilişkiler kusursuzdu. Kronolojiyi eksiksiz ve sıralı buldum! Aslında, Kuran Kutsal Kitap kadar eksiksiz değil. Kuran’da Âdem peygamberin hikayesi parça bölük olarak pek çok farklı yere dağılmış bir şekilde bulunur. Kuran’da yirmi beş kez sadece adı geçer. Tamamı ele alındığında dahi Âdem’in Kuran’daki hikayesi Kutsal Kitap’ın birinci kitabındaki kadar tam değildir.
Kutsal Kitap’ın geri kalanını okumaya devam ettim. Sayfalarındaki hikâyenin tamamı, İslam’ın önemli akademisyenlerinin ve benim öğretmenlerin olan kişilerin öğretişlerine benzerdi. Açık bir yürek ve akılla içindeki her şeyi okuyup anlamaya çalışıyordum. Nihai olarak Tanrı benim arayışımı bereketledi.
Üç yıl boyunca sorularımla mücadele edip, kendi kendime Kutsal Kitap’ı okuduktan sonra 1991 yılının Temmuz ayında nihayet Tanrı bana esenliğini ve kurtuluşunu bahşetti. O sırada ilk arayışlarımı anımsatan bir ruhsal ezgiyi hatırladım. Sözleri şöyle:
Kendini hazırladın mı?
Tekrar gelecek olan İsa’yı buyur etmeye!
Kendisini gerçekten bekleyenleri,
Tekrar yanına almak için gerçekten de gelecek.
Sözler, İsa’nın bu dünyaya gelişi için hazır olmamız gerektiğini söylüyor. İslam’da da temelde bu öğretiliyor. Kral’ın ikinci gelişi için hazır olunması konusunda tavsiye de buna benzerdir. Kendi hazırlığım hakkında düşünürken çok sayıda bağışlanamaz günahlarım hakkında bir görüm gördüm. Tanrı günahkâr hatalarımı ve cennete girmemin mümkün olmadığını gösterdi. O zamanlar düşündüğüm her konuda ağlamaya başlıyordum. Ama o zaman Tanrı bana İsa’nın beni bağışlatan olduğunu ve günahlarımın cezasını nasıl üstlendiğini gösterdi. Sadece benimkini değil ama bu dünyadaki herkesin günahını üstlenmişti. Cennette sonsuz yaşama sahip olabilmemiz için böyle yaptı! Tanrı’nın İbrahim peygamberin oğlu yerine hayvan kurbanı sağlayarak onu ölümden kurtarması gibi. Tanrı’nın hazırladığı oğlun yerine geçecek olan sunu İbrahim’in oğlunun büyük kurtarıcısı oldu.
Günahlarımın cezasının Tanrı’nın kendisi tarafından ödendiğine inandıktan sonra sahip olduğum imanın, bu dünyayı yeniden egemenliğine almak için tekrar gelecek olan Kral’a olan iman olduğunu fark ettim. O, Sadece Yargı Günü’nün tarafsız Yargıcı değil, ama aynı zamanda sonsuz Kurtarıcıdır!
“İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir.” (Efesliler 2:8-9, İncil)
Tanrı arayışınızı bereketlesin ve onurlandırsın! Âmin.