headerLogo2b-18pt-myriadpro

Artık Yalnız Değilim

41 tanya birlesik arap emirlikleri testimony sizeMutlu bir evde yetiştim ama mutlu olduğunu hiç hatırlamıyorum. Ailem her zaman tüm ihtiyaçlarımı karşıladı ama ben kendimi hiçbir zaman mutlu ya da memnun hissetmedim. Çocukluğuma ait en çarpıcı anım gecenin yarısında yatağıma yatıp eve gitmek istediğim için ağlamamdır. O sıralarda kafam çok karşılıktı çünkü neden kendimi bu kadar yerinden edinilmiş hissettiğimi anlamıyordum. Gerçek şu ki, kendi evimde, kendi insanlarım arasındaydım ama hiçbir şey doğruymuş gibi gelmiyordu.

Birleşik Arap Emirlikleri’nde yetiştim ve çok küçük yaştan itibaren dinle iç içe oldum. Okuldayken okul arkadaşlarımın Müslüman olmalarından ve Ramazan’da oruç tutacaklarından, Hıristiyan arkadaşlarımın Noel ve Paskalya planlarından ve kiliseye gitmekten söz ettiklerini hatırlıyorum. Bana sık sık Hıristiyan mı yoksa Müslüman mı olduğumun sorulduğunu da hatırlıyorum. ‘İkisi de değilim’ diye yanıtlardım ve hemen hemen her seferinde bana yöneltilen bir sonraki soru şu olurdu, ‘O zaman nesin?’ ‘Dürzi’ diye yanıtlardım. Başlangıçta ‘Dürzi’ olmanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Bunun, adı geçen bu iki dinden nasıl farklı olduğunu bilmiyordum. Sadece farklı olduğunu biliyordum.

Bizim evimiz dindar bir ev değildi, annemle babam hiçbir zaman görünür bir şekilde dua etmezlerdi. Tanrı’nın adı sık sık geçerdi ama sonradan akla gelmiş bir düşünce gibi. Arap olarak sık sık ‘inşallah’ ‘elhamdülillah’ sözlerini işiterek yetiştim ama Tanrı hakkında çok şey işitmedim; Tanrı’yı sevdiğimiz ve yapmamız gereken tek şeyin O’na inanmak olduğu dışında. O’na tam olarak nasıl inanmamız gerektiği konusunda hiçbir şey söylenmiyordu.

Bir ‘şakha’ olan büyükannem Tanrı’dan oldukça fazla söz ederdi ama konuşması hiçbir zaman sevinçli değildi. Her zaman sıkıntıyla konuşurdu. Sadece büyükannem O’ndan söz ederdi. Diğer tanıdığım çoğu insan Tanrı’dan ancak kötü bir şey olduğunda bahsederdi. Tanrı’nın adı hiçbir zaman sevgi veya sevinçle anılmazdı. Bizlerden farklı olan tek bir insan vardı. Teyzem hayatını Rab’be vermiş ve gençken İsa’yı kişisel olarak tanımıştı. Ailesi o zaman katı bir şekilde karşı çıktığı ve bugün de çıkmaya devam ettiği halde, hayatını dudaklarında İsa’nın adı olarak, yüreğinde kurtuluş umudu ve sevinci olduğu halde yaşamıştı. Tanıdığım kimsenin sahip olmadığı şeye sahipti; huzura. Huzuru koşullara bağlı olmadan, her durumda vardı. Kocasından ötürü çok zor bir hayatı vardı. Sahip olduğu huzur o kadar kuvvetliydi ki çevresindekileri de teselli edebiliyordu. Bir şey için dua etmemiz gerektiğinde kardeşlerim ve ben hep ona giderdik. Tanrısı’nın farklı olduğunu biliyorduk. Tanrısı’ndan bir şey isteyecek olsa, mutlaka istediklerine kulak verilirdi.

Yaşım ilerledikçe iyi bir insan olduğuma ve öldüğümde Tanrı’yla olacağıma dair kendime olan güvenim parçalanmaya başladı. Gençken çok idealisttim ve insanların iyiliğine inanıyordum. Yeter ki insanlar birbirini sevsin ve birbirini önemsesin dünyanın cennet olabileceğine inanırdım. İnsan gerçeğiyle tekrar tekrar karşılaştıkça idealizmim zayıflamaya başladı. Biri ne kadar ‘iyi’ görünürse görünsün ne kadar fedakarlık yapabilecekleri veya ne kadar verebilecekleri konusunda her zaman bir sınır vardı.

Hayatta karşılaştığım en büyük hayal kırıklığı kendimdim. Dünyayı gördükçe ve dünyaya karşılık vermeye başladıkça ne kadar kötü bir insan olduğumun farkına varıyordum. Çok bencil ve kendime odaklı olduğumu fark ettim. Sürekli şikayet eder ve kolayca kıskançlık yapardım. Yüreğim kolayca nefret eder, öfkelenir ve yalan söylerdi.

İyinin ölçüsünün ne olduğunu düşünmeye başladım. Cennete gitmek için ne kadar iyi olmam gerekiyordu? Yeteri kadar iyi miydim? Annem her zaman Tanrı’nın yüreklerimizi ve derinlerde o kadar da kötü olmadığımızı bildiğini söylerdi. Benim sorunum ne kadar kötünün ‘o kadar da kötü’ olmadığını öğrenmekti. Sadece katiller ve tecavüzcüler mi cehenneme giderdi? Diğer herkes Tanrı’nın yanına mı gidecekti? Peki ya nefret eden insanlar? Onlar cehenneme gider miydi? Ne kadar nefret fazla nefretti? Bütün bu sorular cevapsız kaldı çünkü cennette yalan söyleyen veya başkalarından çok kendilerini düşünen insanlara yer olduğunu hayal edemiyordum.

Ayrıca Tanrı’nın hali hazırda var olan bütün dinlerle ne yapacağını da anlamadım. Yargı Gününde ne olacaktı? Tanrı her dini kendi inanç sistemine göre mi yargılayacaktı? Eğer öyle ise, insanlar kötüye ağır basacak kadar yeterince iyilik yapmadılarsa ne yapacaklardı? Tekrar tekrar sorduğum soru şuydu:

“Ne kadar kötü fazlasıyla kötüydü? Ve yapılan her kötülük için ne kadar iyilik yapılması gerekiyordu?”

Ya bir dua eksik kalırsam ya da bir yudum fazla içki içersem? Ya hayatımda sadece bir tane nefret dolu düşünceye kapılırsam? Tanrı, tek bir yalanın beni cehenneme göndermesine yetecek kadar katı olabilir mi? Nasıl bilebilirdim? Çevremdeki herkes şöyle diyordu, “Öldüğünde öğrenirsin.” Bu beni rahatlatmıyordu. Ölene kadar beklemek fazlasıyla geç olurdu! Öldükten sonra hayatımı yaşama biçimimi değiştiremezdim. Şimdi bilecektim ki, cennete gitmek için gerekeni yapabileyim.

On yedi yaşıma geldiğimde Beyrut’ta üniversiteye gitmek için evden taşındım. Aklımdaki bütün bu sorularla kafam çok karışıktı ve kendimi oldukça kayıp hissediyordum. Depresyon nöbetleri çok ağır gelmeye başladı. Eğer hayatıma son verebilsem, yüreğimdeki acı sona erer diye düşünüyordum. Kendime zarar verme düşüncesi sık sık aklıma gelen bir düşünceydi. Üniversitedeki arkadaşlarıma, kendimi öldüreceğimi söyleyerek şaka yapardım. İçimde boş ve soğuk hissediyordum. Sanki canım çoktan ölüydü, sadece bedenim aktifti. Kendimi yalnız ve tamamıyla soyutlanmış hissediyordum. Evimden ve arkadaşlarımdan uzaktaydım. Arkadaşlarım beni bırakmıştı ve sığınacak kimsem yoktu. Ben de Tanrı’ya yöneldim.

Bir gece Tanrı’ya bir mektup yazdım. Mektupta bana gerçeği söylemesini istedim. Doğru yolun ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Muhammed mi? İsa mı? Dürzilerin inandığı gibi reenkarnasyon ve zorluklarla ruhun temizlenmesi aracılığıyla mıydı? Yoksa yüreğimin iyiliği cennete gitmek için yeterli miydi? Tanrı’dan bana kendisini göstermesini istedim. Beni aldatabileceklerini düşünerek insanların işin içine girmesini istemedim. Mektubu kapattım ve kitaplarımın arkasına sakladım. Tanrı’nın bana gerçeği göstermesi için bütün gece dua ettim. Daha sonra İncil’de şöyle dediğini öğrenecektim:

“Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır. Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır. Hanginiz kendisinden ekmek isteyen oğluna taş verir? Ya da balık isterse yılan verir? Sizler kötü yürekli olduğunuz halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi biliyorsanız, göklerdeki Babanız'ın, kendisinden dileyenlere güzel armağanlar vereceği çok daha kesin değil mi?” (Matta 7:7-11, İncil)

O gece bütün yüreğimle Rab’den istedim. O’nunla birlikte olup olamayacağımı gerçekten bilmek istediğim için bana gerçeği söylemesi gerektiğini söyledim. Hemen yanıt vermedi. Yanıt vermesi bir yıl sürdü.

Üniversiteden mezun oldum ve nerede lisansüstü eğitimime devam edeceğimi araştırıyordum. Başvurduğum bütün okullar beni reddetti. Bunalımım daha da kötüleşti. Son çare olarak anne babam beni ABD’ye göndermeye karar verdiler. Aslında ABD’de olursam kabul edilme şansımın daha yüksek olduğunu düşündüler. Beni gönderebilecekleri tek kişi teyzemdi. Bu İsa’yı seven teyzem. O zamanlarda bilmiyordum ama olayların bu şekilde gelişimi Tanrı’nın duamı yanıtlamaya başlamasıydı.

Teyzem ve kuzenlerimle birlikte ABD’de yaşamaya gittim. İlk birkaç ayda ehliyet almak için gereken evraklar hala elimde olmadığı için çoğunlukla evde tıkılıp kalmıştım. Kuzenlerimin her gün işe gitmeleri gerekiyordu. Evde tek başıma çok fazla kalıyordum ama kuzenlerimle birlikte kiliseye ve Kutsal Kitap çalışmalarına giderdim. Evlerinde yaşadığım düşünülürse onlarla gitmemek kaba olabilirdi. Kilisede oturur kendi kendime kilise önderinin söylediklerini dinlememeyi söylerdim. Fakat tapınmanın gücünü küçümsemiştim. Rab işte sonunda beni bu şekilde etkiledi. Tanrı’ya söylenen ilahilerle. Topluluk ne zaman ilahi söylese ağlamaya başlıyordum. Neden ağladığımı bilmiyordum ama kendimi durduramıyordum. İlahilerden birinin sözleri benim için çok özeldi. Adı ‘Yüce Lütuf’tu. İmanlılar bu ilahiyi söylediğinde benim hakkında konuşuyorlarmış gibi hissediyordum. Kayıp bir candım ve bulunmayı çaresizlik içinde bekliyordum.

‘Tanrı’nın nasıl oğlu olabilir?’ ‘Tanrı neden insan olsun?’ ‘Tanrı dünyadayken kim göklerdeydi?’ ve Tanrı burada dünyaya nasıl uyum sağladı?’ diye sorular sorardım. Ne zaman bir soru sorsam, kuzenim Kutsal Kitabı’nı açar ve bana sorumu yanıtlayan Kutsal Yazıları gösterirdi. Noel’de bana hediye olarak ilk Kutsal Kitabım verildi. Açtım, sayfaları içinde olduğunu hissettiğim gerçeği bulmak istiyordum. Vahiy Kitabı hakkında bir Kutsal Kitap çalışmasına da katılmaya başladım. İncil’in son kitabıydı. Teyzemle bu çalışmada zamanın geçmekte olduğunu fark ettim. İncil’deki bu son kitap Tanrı’nın geri dönüşü ve dünyadaki insanları yargılaması hakkındaydı. Gelecekte olacaklarla ilgili peygamberlikleri ve dünyada zorluk ve sıkıntılar başlamadan önce İsa’nın kendisini izleyenleri almak için nasıl tekrar geleceğini anlatıyordu. Bu kitap Yargı gerçekleştiğinde kimin tarafında olduğumdan emin olmayı istememe neden oldu. Yuhanna İncili’ni okumaya başladım ve Kutsal Kitap’ın İsa hakkında ne kadar açık seçik konuştuğu beni çok etkiledi.  

“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı. Yaşam O'ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Söz, insan olup aramızda yaşadı. O'nun yüceliğini Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul'un yüceliğini gördük.” (Yuhanna 1:1-4, 14, İncil)

Ayrıca Kutsal Kitap’ta insanın ne kadar korkunç olduğundan ve kimsenin Tanrı’yla birlikte olacak kadar iyi olmadığından söz eden ayetler olduğunu görmek beni çok şaşırttı.

“Yazılmış olduğu gibi: Doğru kimse yok, tek kişi bile yok. Anlayan kimse yok, Tanrı'yı arayan yok. Hepsi saptı, Tümü yararsız oldu. İyilik eden yok, tek kişi bile! Ağızları açık birer mezardır. Dilleriyle aldatırlar. Engerek zehri var dudaklarının altında.” (Romalılar 3:10-13, İncil)

Bu ayetlerin anlamı neydi? Bunlar hepimizin cehenneme gideceği anlamına geliyordu! Hepimiz bu kadar kötüydük! Tanrı günahın- hem büyüklerin hem de küçüklerin- bedelinin ölüm olduğunu söylüyor:

“Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı.“ (Romalılar 3:23, İncil)

Fakat sonra Rab bir çözüm sağlıyor:

“Çünkü günahın ücreti ölüm, Tanrı'nın armağanı ise Rabbimiz Mesih İsa'da sonsuz yaşamdır. ” (Romalılar 6:23, İncil)

“Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu'nu verdi. Öyle ki, O'na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun. Tanrı, Oğlu'nu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O'nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi.” (Yuhanna 3:16-17, İncil)

İsa benim yerime ölerek günahımın bedelini ödedi. O’na inanırsam, sunduğu kurban beni örterdi. Günahım araya girmeden ve her zaman Tanrı’yla armada olduğu gibi engel olmadan her zaman Tanrı’yla birlikte olabilirim.  

Tanrı sonunda dualarıma yanıt verdi. ABD’de beni herkesten soyutlayarak, sadece ilahi olarak esinlenmiş Kutsal Yazılarıyla ve halkı rehber olarak, Tanrı bana Tanrı’ya TEK yolun İsa Mesih aracılığı olduğunu gösterdi. Noel’den kısa bir süre sonra dizlerimin üzerine çöktüm ve Rab İsa’nın günahlarımı affetmesini ve yüreğimde mesken kurmasını istedim. Kutsal Kitabım’ı eskisinden daha da fazla yoğun bir şekilde okumaya başladım. Kurtulmamı güvence altına almak için ölüp dirilen bu Tanrı hakkında daha fazla öğrenmek için büyük bir açlık duyuyordum.

Asla tekrar yalnız olmayacağım, İsa’yı Kurtarıcım olarak kabul etme kararım beni anne babamdan uzaklaştırmış olsa da. Buna rağmen Tanrı’nın esenliği ve varlığı beni hiç bırakmıyor. Kararımı verdiğimden beri sıkıntı ve zorluklardan geçtim ama şimdi fark, artık kafamın karışık olmaması veya kendimi kayıp hissetmemem. Tanrı’nın her şeyde kendisini sevenler için iyilik için etkin olduğunu biliyorum. Tanrı her şeyin üzerinde denetime sahip. Daha önce sahip olmadığım bir huzura sahiptim. İçimde hayatın sorunları ve kederi tarafından etkilenmeyen içsel bir sakinlik var. Ayrıca neden var olduğumu ve burada bulunma amacımı da anlıyorum. Tanrı’nın ailesine ait olduğumu ve evimin O’nunla cennette olduğunu biliyorum.  

İşte İncil’de pek çoklarının yanı sıra bir vaat var ki beni sevildiğimi, ilgilenildiğimi ve asla yalnız kalmayacağımı bilmenin tesellisiyle dolduruyor. İsa cennete dönmeden önce öğrencilerine şöyle dedi. Bugün de bu hala geçerli.

“Babam'ın evinde kalacak çok yer var. Öyle olmasa size söylerdim. Çünkü size yer hazırlamaya gidiyorum. Gider ve size yer hazırlarsam, siz de benim bulunduğum yerde olasınız diye yine gelip sizi yanıma alacağım. Benim gideceğim yerin yolunu biliyorsunuz." Tomas, "Ya Rab, senin nereye gideceğini bilmiyoruz, yolu nasıl bilebiliriz?" dedi. İsa, "Yol, gerçek ve yaşam Ben'im" dedi. "Benim aracılığım olmadan
Baba'ya kimse gelemez.” (Yuhanna 14:2-6, İncil)