headerLogo2b-18pt-myriadpro

Tanrı’yla Tanışma Yolculuğum

48 dr deshmukh hindistan testimony sizeŞimdi olduğu gibi 1950’li yıllarda da Hindistan’da Tıp Fakültesine girmek zordu. O sıralarda öğrenci kabul edilmesi tamamıyla beceriyle ilgiliydi. Bağış gerekli değildi. Kimse adayın dinini değiştirmesini önermiyordu. Doğru, tıp fakültelerine kayıt sınırlıydı ve standartlar yüksekti. Fakat üniversiteden önceki derslerde %60 ya da daha yüksek bir puan alan herkes neredeyse otomatik olarak kabul ediliyordu. Tanrı’nın lütfu sayesinde ben de kabul edildim.

1952 yılı Haziran’ında Bombay’daki Grant Tıp Fakültesi’ne girdim. Bu fakülte gerçekten de kozmopolit bir kurumdu. Öğrenciler çok çeşitli ulus, dil ve dinleri temsil ediyordu. 

O zamana kadar arkadaş çevrem Müslümanlardan ve birkaç Hindu’dan oluşuyordu. Dinim hakkında pek az şey bildiğim halde Hindularla arkadaşlıklarımda dikkatli olacak kadar biliyordum. Müslümanlar Hinduları imansız ve putperest sayar ve bu nedenle arkadaş olmaya uygun olmadıklarına inanırlarsı. “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur.” (Al-i İmran 3:28). “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (Nisa 4:144), vs.

Aslında düşüncelerini önemsemeden, putlarını tanrı saydıklarını ve bunlara tapındıklarını varsayıyordum.

Hıristiyanlara karşı tutumum da benzerdi. Kuran’ın kutsal kitaplardan (Tevrat, Zebur ve İncil) söz ettiğini biliyordum ama onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için hiç ihtiyaç duymamıştım. Onlar da üç tanrıya tapınıyorlardı. Bunların arasında ‘Tanrı Oğlu’ İsa da vardı. Ayrıca, başkalarını kendi inançlarına döndürmek konusunda ustaydılar. Din öğretmenlerimiz başkalarından uzak durup sadece Müslümanlarla zaman geçirmemizi tavsiye ettiler. Diğer inançlara bağlı çok tanrıya inanan insanlar ikiyüzlülerdi ve cehenneme gideceklerdi.

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” (Al-i İmran 3:118).

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihat et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” (Tahrim 66:9).

“Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” (Beyyine 98:6) 

Ama böyle bir üniversitede hangi Müslüman bu tavsiyeye ciddi bir şekilde uyabilirdi? Özellikle de yardımları ve işbirlikleri vazgeçilmez olan hemşirelerin çoğunluğu Hıristiyanken? Özellikle Hıristiyan öğretmen ve öğrencilerle ilişkilerimden zevk almaya başladığımda büyüklerimin tavsiyesini kısa bir sürede bir kenara bıraktım. Zaman zaman inançlarımız hakkında fikirlerimizi paylaşırdık ama bu konuşmaların derin olduğunu söyleyemeyiz. Yine de Müslüman olmaktan gurur duyuyordum. Fakat yanlış inançlarından ötürü Hıristiyan arkadaşlarımın Cennetten mahrum kalacak olması beni rahatsız etmeye başlamıştı. 

Hıristiyanlar hakkında beni özellikle etkileyen şey, çoğu zaman davranışlarının sözlerine uymasıydı. Sadece insanları sevmek, ihtiyaç içinde olanlara yardım etmek ve sıkıntı çekmeye hazır olmaktan söz etmiyor ama öğrettiklerini hayata geçiriyorlardı. Acaba Kuran’daki bazı ayetler Hıristiyanları kötülerken bazılarının onlardan iyi bir şekilde söz etmesinin nedeni bu olabilir mi?

“Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (Bakara 2:62)

“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da "Biz Hıristiyanlarız" diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (Maide 5:82)

Tıp fakültesinden okuduğum sırada Bombay’da Kutsal Kitap konularını işleyen iki film gösterime girdi: Quo Vadis? Ve On Buyruk. Örtülü kadınlar da dâhil olmak üzere birçok Müslüman bu filmleri izledi. Kutsal Kitap’ta Musa hakkındaki ayrıntıların Kuran’dakilerden çok çok daha fazla olmasının nedenini merak ettim. Daha sonra filmin Kutsal Kitap anlatımı üzerine kendi yorumunu eklediğini öğrendim. Önceki Kutsal Yazılar’da bulunan her şey Kuran’da yok muydu? Kendi dinimin daha üstün olduğunu hissetmeye devam ettiğim halde biraz rahatsız olduğumu kabul etmeliyim.

Koşullarım tıpta uzmanlık çalışmalarımı bırakmaya zorlasa da Tanrı’nın lütfuyla  hükümet tarafından yeni kurulmuş olan bir cüzam projesinde tıp görevlisi olarak çalışmak üzere atandım. Bombay’dan ayrılmadan hemen önce Hıristiyan bir arkadaşım bana bir Kutsal Kitap verdi ve okuyacağıma söz verdirdi. Bu arada, kendi dinimin doğru yolundan sapmamak için önce Kuran’ı okumaya karar verdim. Kuran, İslam’ı reddedenlerin kurtulamayacağı konusunda açıkça uyarıyordu. “Şüphesiz ayetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir.” (Nisa 4:56) 

KURAN’I OKUDUĞUM DÖNEM

Arapça bir Kuran edindim, yanında Urdu dilinde bir çeviri ve yorum da içeriyordu. Boş zamanlarımda okumamı tamamladım. Ayrı bir deftere de bulduğum bazı garip keşifleri not ediyordum. Bunları kısmen aşağıdaki sayfalarda bulabilirsiniz. Açıkçası öğrendikçe daha fazla korkmaya başladım. Okuduklarım esenlik kaynağı olmak yerine endişe kaynağı oluyordu. Kuran’ın sözünü ettiği diğer göksel kitapları okumak istiyordum ama Kuran’ın beni bu konuda teşvik etmediğini hissettim. Tanrı’nın lanetinden korkuyordum.

Fakat korku ve çekinmenin bunun tek nedeni olmadığını biliyordum. Önceki Kutsal Yazılar’ı okumuş, bunları tartışmış ve hatta evinde bunların bir nüshasını bulunduran bir Müslüman bile tanımıyordum. Büyüklerimize göre Yahudiler ve Hıristiyanlar Kutsal Yazılar’ı değiştirdikleri için bunlar artık geçersizdi. Bazıları, İsa göğe alındığında İncil’i de yanında götürdüğünü söylüyorlardı. 

Kuşkusuz bütün bunlar Hıristiyanların Kutsal Kitap metninin korunmuş olması hakkındaki iddialarıyla uyuşmuyordu. Dahası, Kuran hiç, önceki Kutsal Yazılar’ın okunmaması gerektiğini söylemiyordu. Önyargı, korku ve olası tehlikeler nedeniyle bocalamaya başladım. Putperest değil, İslam’ın Kelime-i Şahadetini ikrar eden bir Müslüman’dım. Hiçbirimiz ‘sözde’ Müslüman değildik.

Kuran’ın iyi bir İngilizce çevirisini edinmeye karar verdim böylece imanımı güçlendirip Kutsal Kitap’ı okuma konusunda endişelerimi yatıştırmayı umut ediyordum. Tren istasyonundaki kitapçıdan Muhammed Marmaduke Pickethall’ın bir çevirisini aldım. Elli yıl kadar önce Haydarabat Nizam’ında hizmet ederken bir İngiliz, Pickthall Müslüman oldu ve Kuran’ı İngilizceye çevirmek için büyük gayret gösterdi. Hindistan’daki birçok Müslüman onun çevirisine önem verirdi. Bu çeviriyi okurken Kuran’da önceki Kutsal Yazılar’dan sistematik olarak söz edildiğini fark ettim.

KURAN’DA KUTSAL KİTAP’TAN SÖZ EDİLEN YERLER

1. Kuran, Allah’ın sözünü önceki peygamberlere ve elçilere esinlediğini ve bunların bir kısmının kitap biçiminde yazıldığını doğrular. Kuran önceki bütün Kutsal Yazıların gerçekliğine ve doğruya bağlılığına tanıklık eder. Bütün bu göksel kitapların dünyanın insanlarına rehber, bereket ve ışık olduğunu iddia eder. Herkesin bu Kutsal Yazılar’a inanması gerekir. (Bakara 2:4, 5, 91, 97, 136,285; Al-i İmran 3:3, 4, 84; Nisa 4:47, 136, 163; Maide 5:44-46, 48, 66; Enam 6:93; Araf 7:145; Yunus 10:38; vs.)

2. Bütün bu göksel kitaplar Kuran açıklandığında zaten vardı. Yahudiler ve Hıristiyanlar bunları okuyor, çalışıyor, öğretiyor ve bunlara sıkı sıkıya tutunmaya teşvik ediliyorlardı.

Bu nedenle Kuran, bu iki topluluktan Kutsal Yazılar’ı okuyanlar ya da "Ehli Kitap" diyerek söz eder. (Bakara 2:44, 113, 121; Al-i İmran 3:78, 79; Maide 5:43; Enam 6:92; Araf 7:157; Yunus 10:95, vs.). Kuran onlar için ‘sahte Kutsal Yazılar’ı okuyanlar’ demiyor. Fakat ben farklı bir şekilde inanmaya yönlendirilmiştim.   

3. Yahudilerin ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil’e uyması gerekiyor, bunun dışında başka bir rehberleri yoktur. (Maide 5:65-69)

4. İsrail halkını yargılayacak olan Tevrat’tır. (Maide 5:43)

5. Hıristiyanların İncil’e göre yargılamaları gerekiyor. (Maide 5:47)

6. Önceki Kutsal Yazıların bildirileri Kuran’da tekrarlanmıştır. (Şuara 26:192-197)

7. Araplar Muhammed’in sözlerinden kuşku duyuyorlarsa Ehli Kitap’a başvurmaları gerekir. (Nahl 16:43)

8. Muhammed, kendisi kuşkuya düşerse, Ehli Kitap’a başvurmalıdır. (Yunus 10:95 krş. Enam 6:115)  

9. Yine de, Kuran’da Ehli Kitap ve Ehli Kitap’ın sorumlu olduğu Kutsal Yazılar’ı kullanım biçimleri hakkında birkaç kötü söz de bulunmaktadır. (Bakara 2:40-42, 75-79, 101, 140, 146, 159, 174; Al-i İmran 3:70-72, 78, 187; Nisa 4:46; Araf 7:162, vs.). Bu ayetlere göre Ehli Kitap kutsal kitaplarını tahrif etmişlerdi. Saklayıp unuttular ya da gerçeği yalanla karıştırdılar. Aslında, bu konuda Yahudilere daha sert suçlamalar vardır.

Kuran’da önceki Kutsal Yazılar hakkındaki bu olumsuz ifadeleri bu Kutsal Yazılar’ın doğruluğunu el üstünde tutan olumlu ifadelerle nasıl uzlaştırabilirdim? Ehli Kitap değiştirilmiş Kutsal Yazıları mı okuyor, çalışıyor ve öğretiyordu? Öyle ise, Kuran neden bu Kutsal Yazılar’a göre yargılamalarını öğretiyordu?

Olabilecek iki sonuç vardı ve bunlardan sadece biri muhtemeldi: 1) Kuran kendi kendisiyle çelişiyordu. 2) Metnin değiştirilmesi, metnin yanlış ve kötüye kullanımını kast ediyor olabilirdi. Her yerdeki Yahudilerin ve Hıristiyanların, Kutsal Yazıları’nı değiştirmek istemek ve bunu yapmak üzere sadece birleşebilmeleri değil, aynı zamanda neyin değiştirilmesi gerektiği üzerinde anlaşabilmeleri fikri bana hem açıkça saçma hem de olanaksız geliyordu. Bu nedenle, Kuran’ın bu değiştirme, saklama ve çarpıtma suçlamalarını sadece yerel Yahudi ve Hıristiyanlara yönelik olarak ileri sürdüğü sonucuna vardım. Tevrat ve İncil, Yahudi ve Hıristiyanların okumaları, çalışmaları ve bunları kullanarak yargılamaları için saf olarak kalmış olmalıydı. Buna ek olarak, halkımın Kuran’ın Kutsal Kitap’ı geçersiz kıldığı ve İncil’in İsa’yla birlikte göğe alındığı iddiaları için Kuran’da hiç destek görmedim.

Kuran’a saygılarının sorgulanamayacağı bazı Müslümanlar zaman zaman, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, kendi çıkarları için önceki Kutsal Yazılar’ın şimdiki değerine ilişkin Kuran’daki kanıtları yanlış bir şekilde kullanıyor olabilirler miydi? Bunu yaparak Kuran’ı yanlış bir şekilde mi yorumluyorlar, bazı kısımlarını saklıyorlar mı, ekleme mi yapıyorlar yoksa çarpıtıyorlar mıydı? Nihayet, devam eden incelemelerim sonucunda Kutsal Kitap’ın korunması ve doğruluğunu destekleyen tarihsel ve arkeolojik kanıtların zenginliği karşısında hayrete düştüm. Bilgili Hıristiyanlar, Yahudiler ve başkaları Kutsal Kitap metinlerinin anlamı konusunda uzlaşamıyorlar ya da temel doktrinlerini göz ardı ediyorlardı. Fakat bu temel doktrinlerin başından beri ve her zaman Kutsal Kitap’ın bir parçası olduğunu inkâr etmiyorlardı.

KUTSAL KİTAP OKUMAM

Kuran’da önceki Kutsal Yazılar’ın varlığını, gerçekliğini ve gerçeğe bağlılığını destekleyen Kutsal Kitabı okumaya başladım. Yine de Tanrı’ya itaatsizlik etme korkumu yatıştırmak için Kuran’ın ikinci bölümünün açılış ayetlerini bir kere daha okudum.

Hıristiyan arkadaşlarım bana Kutsal Kitap’ın iki kısımdan oluştuğunu söylemişlerdi. İsa’nın gelmesinden önce açıklanan otuz dokuz kitaptan oluşan Eski Antlaşma ve İsa hakkında Müjde anlatımları ve sonrasında ilk Kilisenin yaşamı hakkında elçilerin yazılarını içeren yirmi yedi kitaptan oluşan Yeni Antlaşma.

Kutsal Kitap’ı ciddi bir şekilde okumak aylar alıyordu. Özellikle de bu tür bir çalışma için sadece kısa süreler ayırabilen biri için. İlk okumam beni derin bir şekilde etkiledi. Kuran ve Kutsal Kitap anlatımları arasındaki farklılıklar kafamın karışmasına da neden oldu.

KUTSAL KİTAP VE KURAN ANLATIMLARI ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

Kuran ve Kutsal Kitap, yüzeysel olarak okunduklarında dahi bu iki Kutsal Yazı arasında benzerlikler ve farklılıklar olduğu hemen fark edilir. Benzerlikler aslında kimse için sürpriz olmamalı, özellikle de okuyucu her iki kutsal Yazı’nın da Tanrı Sözü olduğu inancına alışıksa. 

Peki ya farklılıklar? Kuran’da bunları esinleyene kadar önceki peygamberleri çevreleyen belirtileri önceki Kutsal Yazılar’dan çıkarmak sadece Tanrı’nın isteği olabilir mi?

Bazı farklılıklar masumane görünüyor. Ama hepsi öyle mi?

1. Tanrı’nın buyruğuyla melekler Adem’in karşısında yüz üstü yere kapandılar ama İblis bunu yapmayı reddetti (Hicr 15: 30,31; Taha 20:116). Bu bilgi neden Kutsal Kitap’ta yer almıyor?

2. Kutsal Kitap neden İbrahim’le ilgili uzun ve ayrıntılı anlatımında İbrahim’in Mekke’de ikametine ve Kâbe’nin yapılışına yer vermiyor? (Bakara 2:125)

3. Kutsal Kitap neden Yusuf’u gördüklerinde ellerini kesen kadınlardan (Yusuf 12:31) ya da Süleyman’ın kuş ve karıncaların dilini anlamasından (Neml 27:16-19) söz etmiyor?

4. İnsan davranışlarını yargılama konusunda hiçbir zaman ‘yumuşak’ olmayan Kutsal Kitap neden Tanrı’nın maymun ve domuza dönüştürdüğü insanları lanetlemesinden (Maide 5:60) bahsetmiyor? 

5. Kutsal Kitap’a göre Nuh’un ailesinin tümü kurtulurken, Kuran’a göre Nuh’un oğullarından birinin Tufan’da boğulması (Hud 11:42 vd.) önemli mi? Kutsal Kitap’ta Harun’un, putun yapılmasını emrettiğini okuyoruz, oysa Kuran emri veren kişinin adının el-Samiri (Taha 20:85) olduğunu söylüyor. Aynı kişi, gerçekten bu iki ismi taşıyor mu? Öyleyse, yüzyıllarca aynı biçimde kaldıktan sonra Kutsal Kitap’taki isim neden değiştirilmedi?

6. Kuran’da İsa’nın annesi Meryem’den Harun’un kız kardeşi olarak söz edilmesi (Meryem 19:28) işleri daha da karıştırmıyor mu? Harun Meryem’den yüzyıllar önce yaşamış Musa’nın erkek kardeşiyken nasıl Meryem Harun’un kız kardeşi olabilir? 

7. İsa’nın doğumunun koşulları ve yeriyle ilgili farklılıklar önemli mi? (Meryem 19:22 ve devamı.) Kuran çocukken bazı harikalar gerçekleştirdiğini söylüyor (Meryem 19:30; Al-i İmran 3:49) ama İncil’de ilk harikasını yaklaşık 30 yaşındayken gerçekleştirdiğini öğreniyoruz. İncil bu tarihsel olayın ayrıntılarını kaydediyor.

8. İncil, İsa’nın çarmıha gerilmesi, gömülmesi ve ölümden dirilmesi gerçeği ve bunun önemi hakkında referanslarla doluyken Kuran, İsa’nın çarmıha gerilmediğini söylüyor. 

9. Kuran, İsa’nın oğulluğu konusunda Kutsal Kitap’ın da inkar ettiği türde bir ‘oğulluğu’ (Enam 6:102) reddeder. Ama Kutsal Kitap’ta İsa’nın Tanrı’nın Oğul olması anlayışını ele almalı mı? 

10. Kuran’ı okuyan herhangi birinin Kuran’dan Hıristiyanların üç tanrıya inandığını (Nisa 4:171; Maide 5:73,116) mantıklı olarak çıkarması önemli midir? Neden buna Kuran’da izin veriliyor? Hem de neden bu şekilde Kutsal Kitap ve eski Hıristiyan inanç bildirgelerinin resmettiği Tanrı’nın birliği öğretişi yanlış bir şekilde temsil ediliyor?

KURAN’DA GEREKLİ BÜTÜN BİLGİLER VAR MI?

Peki ya, Kuran’da önceki Kutsal Yazılar’da bilinmesi gereken her şeyin bulunduğuna ilişkin birçok Müslüman’ın iddiası? Bu iddia, Kuran’da bazı peygamberlerden söz edilmesinin atlandığına ilişkin onaylamasıyla uyuşuyor mu? İsimleri ve esinlenmiş yazıları Kuran’da bilinmeyen Yaşaya, Yeremya, Hezekiyel, Hoşea, Amos, Mika ve diğer peygamberlerin Kutsal Kitap anlatımları günümüzde geçersiz olarak bir kenara mı atılmalı? Onları göz ardı ederek nasıl onurlandırabiliriz? İlahiyat, tarih ve siyasetle ilgili olarak bugün bize öğretebilecekleri hiçbir şey mi yok? Gereken tek şey mümkün olduğu kadar az bilgi ise, Kuran neden birçok öğretiş ve olayları sürekli tekrar ediyor? 

Peki ya Mesih İsa’nın Kutsal Kitap’ta, Tanrı ve komşumuz hakkında öğrettikleri, Tanrı’nın Egemenliği hakkında benzetmeleri, birçok belirtisi, öğrencileriyle yakın arkadaşlığı ve konuşmaları? İyi Samiriyeli benzetmesi ve Kaybolan Oğul Benzetmesi ve benzerleri Kuran’da nerede? Bunlar duyulmadan bir kenara mı atılacak? Tanrı’nın sevgisi ve doğruluğuna içten karşılık veren imanlı için alçakgönüllülük ve sevgi hakkındaki bu derin ve aydınlatıcı konuşmalar okunmayacak mı?

“İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam, ama sevgim olmasa, ses çıkaran bakırdan ya da zilden farkım kalmaz. Peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam, dağları yerinden oynatacak kadar büyük imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim. Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam, bedenimi yakılmak üzere teslim etsem, ama sevgim olmasa, bunun bana hiçbir yararı olmaz. Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. Sevgi haksızlığa sevinmez, gerçek olanla sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, her şeye dayanır. Sevgi asla son bulmaz. Ama peygamberlikler ortadan kalkacak, diller sona erecek, bilgi ortadan kalkacaktır. İşte kalıcı olan üç şey vardır: İman, umut, sevgi. Bunların en üstünü de sevgidir.” (1.Korintliler 13:1-8, 13, İncil)

Sevgiyle ilgili bu ilahi ayetler artık geçersiz mi sayılacak? “Asıl İncil’de” bunlardan daha harika ayetler göğe mi alındı? Tanrı’nın sevgisini anlatan bu sevgi ilahisini söyleyen bütün Hıristiyanlar İncil’i tamamen bozacak kadar ikiyüzlü müydü? Kuran’da böylesi bir sevgi, belirtiler ve içerik nerede?

ALTERNATİF BİR YOL

Kuran’ın iddialarını araştırabilir miyiz? İslam inancının temel varsayımlarının geçerli varsayımlar olup olmadığını, özellikle de Kuran’ın bütün insanlar için her zaman mükemmel iman kaynağı olduğuna ilişkin varsayımın geçerli olup olmadığını araştırabilir miyiz? Kuran’ın kılıç kullanımını destekleyen ayetleriyle Kutsal İncil’in ayetleri ne kadar da keskin bir karşıtlık içinde:

“Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile kendilerini sevenleri sever. Size iyilik yapanlara iyilik yaparsanız, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile böyle yapar. Geri alacağınızı umduğunuz kişilere ödünç verirseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile verdiklerini geri almak koşuluyla günahkârlara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin. Alacağınız ödül büyük olacak, Yüceler Yücesi'nin oğulları olacaksınız. Çünkü O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi yüreklidir. Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun.” (Luka 6:32-36, İncil)

“Size zulmedenler için iyilik dileyin. İyilik dileyin, lanet etmeyin. Sevinenlerle sevinin, ağlayanlarla ağlayın. Birbirinizle aynı düşüncede olun. Böbürlenmeyin; tersine, hor görülenlerle arkadaşlık edin. Bilgiçlik taslamayın. Kötülüğe kötülükle karşılık vermeyin. Herkesin gözünde iyi olanı yapmaya dikkat edin. Mümkünse, elinizden geldiğince herkesle barış içinde yaşayın. Sevgili kardeşler, kimseden öç almayın; bunu Tanrı'nın gazabına bırakın. Çünkü şöyle yazılmıştır: "Rab diyor ki, 'Öç benimdir, ben karşılık vereceğim.'" Ama "Düşmanın acıkmışsa doyur, susamışsa su ver. Bunu yapmakla onu utanca boğarsın." Kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen.” (Romalılar 12:14-21, İncil)

Artık bu gibi ayetlerin herhangi bir değeri olmadığına, hatta geçersiz olduklarına mı inanmalıyız? Biz Müslümanlar bunları göz ardı etmeden önce okuduk mu?

İÇİNDE BULUNDUĞUM ÇIKMAZ

İnsanın yaşantısına uymasa da değer verilen inançlar ve geleneklerin ölmesi zordur. İnsan tehdit altında olduğunu hissettiğinde bu inançların ölmesi daha da zordur. Ama geleneksel inançlarımı tehdit eden İncil’den, aktardığımız ayetlerin yazarları gerçekten benim düşmanım mıydı?

Bu noktada artık Kuran’ın iddiaları hakkında ciddi çekincelerim vardı. Kuran ve Muhammed’e karşı Kuran’da açık bir şekilde kaydedilen Mekke itirazlarının tümünü kabul edemesem de, bu itirazlara karşı Kuran’ın cevaplarını da kabul edemiyordum. Beni rahatsız eden şeyler nelerdi? Kuran’ın Kutsal Kitap’la çelişkileri, Kutsal Kitap’ta var olan her şeyi içerdiği iddiası, derlenme ve nihai biçimini alma şekli, kendisinden öncekileri geçersiz kılma sorunu, cihadın savunulması ve izin verilmesi ve buna eşlik eden, Müslüman toplumun bir parçası haline gelen militan ruh. Uzun bir liste, öyle değil mi? Bunları söylemem sizi kızdırıyor mu? Duygularım konusunda dürüst olmak yapabileceğim tek şey. Söylemeye çalıştığım, bütün bu konuların inancımı sarstığı.

Hadislerin yardımı olmadı. Doğru, İslam, Kuran yorumunun ilk kaynağı olarak her zaman Hadisleri kullanmıştır ve nitekim bu da tarihsel açıdan mantıklıdır. Müslüman toplum içinde bile bunların geçerliliğini sorgulayan birçok kişi olduğunu anlayacak kadar Hadisler hakkında bilgi sahibiydim. Bana göre Hadisler, Kuran’la ilgili sahip olduğum kuşkuları en azından daha da vurguluyordu. Kuran’ın daha geniş ve derin anlayışı açısından Hadislerin vazgeçilmez olarak görülmesi bana garip geliyordu. Neden? Kuran eşsiz ve kendi başına yeterli olduğunu iddia ediyordu.

Ama yine de başka büyük bir sorun vardı. İnsanlar ne zaman Tanrı’nın kutsal ve buyruklarının doğru olduğunu anlatsalar insanlığın bütününü etkileyen önemli sorun hala varlığını koruyordu: 

“Ya RAB, sen suçların hesabını tutsan,
Kim ayakta kalabilir, ya Rab?” (Mezmur 130:3, Eski Antlaşma)

Mezmurcu herkesin sorununu işte böyle tarif ediyordu, ben de bu konuda bir istisna değilim. Ünlü bir Urdu şair Amir Minai, aynı gerçeği bu sözlerle harika bir şekilde tekrarlıyor:

“Melekler günahlarımı, gece gündüz, ne kadar gayretle kaydetseler de,
Hesabı kapatmak için Tanrı’nın lütfu tek başına yeterli.”

Tanrı’nın lütfu günahımızın tek panzehiri değil mi?

GÜNAHIM VE TANRI’NIN KURTARIŞI

Kuran’a göre Ehli Kitap’a danıştığım için yanlış bir şey yapmış olmayacağımı biliyordum. Kuran bu olasılığı Muhammed için bile açık bırakmıştır. “Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmiştir, şu halde kuşkuya kapılanlardan olma.” (Yunus 10:94). O halde bildiğim dillere çevrilmiş olduklarına göre neden Ehli Kitabın Kutsal Yazılarına danışmamalıydım? Bunların derinine indikçe beni güçlü bir mıknatıs gibi kendilerine çektiler. Ya da, pervane ve ışığın hikâyesini yaşadım diyebilirim.

İNSANIN GÜNAHLILIĞI

“İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? İnsan kendi canına karşılık ne verebilir?” (Matta 16:26, İncil)

Hem Kuran hem de Kutsal Kitap açıkça Aden Bahçesi’nden söz ederler. Adem ve Havva’nın hem Tanrı’yla hem de birbirleriyle uyumlu bir şekilde yaşadıklarını ileri sürerler. İlişkiler yakın ve kişiseldi, günahla lekelenmemişti. Aynı açıklıkla Kutsal Yazılar, Adem ve Havva’nın Tanrı’nın yetkisi altında, Tanrı’ya sorumlu olduklarını açıklar. Tanrı’nın buyruğuna itaatsizlik ettiler ve Bahçe’den çıkmaya zorlandılar. Ne onların ne de soylarının Bahçe’ye yeniden girmelerine izin verilmedi. O zamandan beri insanlar kendilerini, Tanrı’yla, birbirleriyle ve kendi içlerinde çatışma içinde bulmaktadır. Kutsal Kitap’ta Yaratılış Kitabı’nın ilk bölümleri ve Kuran’ın birçok bölümü, insanların üzücü hikâyesini anlatır. 

Tanrı’nın buyruğuna itaatsizlik etmek ve bundan doğan çatışmalar Tanrı için gerçekten önemli midir? Yoksa Tanrı insan günahına karşı ilgisiz mi ya da bundan etkilenmiyor mu? Öyleyse, Tanrı neden yol gösterip itaati ödüllendiriyor ve itaatsizliği cezalandırıyor? Ya da neden itaat Tanrı’yı hoşnut ederken itaatsizlik gazabına yol açıyor?

İnsan doğasının nasıl kolaylıkla çifte standarda göre işlediğini de anladım. İtaatsizlik ettiğimde Tanrı’nın bunu önemsememesini ve cezalandırmamasını umut ediyordum. Ama benzer şekilde itaatsizlik edenleri önemseyip onları cezalandırmasını içten içe umut ediyordum! Her durumda, itaatsizliğim Tanrı’ya karşı olduğu için Tanrı’nın beni bağışlamasına ihtiyacım olduğunu fark ettim. Kısacası, günahkâr olduğumu, ruhsal olarak hasta olduğumu ve günahlarımın Tanrı için önemli olduğunu biliyordum. Tövbe etmem, bağışlamasını ve ruhsal ilgisini öğrenmem gerekiyordu. Daha da derine indiğimde gördüm ki kendimden bile kurtarılmam, içten değişmem gerekiyordu. Çıbanlar sadece insanın içindeki bir hastalığın belirtisi ise o zaman günahkâr eylemler sadece ruhsal olarak hasta bir yüreğin belirtisidir!

GÜNAH VE KURTULUŞ: BAZI İSLAMİ GÖRÜŞLER

Kuran’ı ciddi bir şekilde okuyan herhangi biri, cehennemin dehşetini, Bahçe’nin zevklerini ve her ikisine de giden yolları tarif eden sayfalarını kısa bir süre içinde keşfeder (Hakka 69:13-52). Bu dünyada ve bu dünyanın ötesindeki yaşam benim için akademik bir ilgi alanı değil, varlığımı derinden rahatsız eden bir meseleydi. Bencilce ya da bencil olmadan, cehennemden nasıl kurtulup Bahçe’ye girebileceğim konusunda endişelerim vardır. Peki ya siz? Hayatınızın sonsuz tehlike altında olduğunu hissederek Tanrı’nın Sözü’nü bu açıdan okuyor musunuz? Birçoğumuzun ateşli bir şekilde Kuran’ın Tanrı Sözü ve tüm bilgeliğin kaynağı olduğunu savunurken birçoğumuzun Kuran’ı çalışmaya öncelik vermemesi çelişkili değil mi? 

Aşağıda, insanın günahı ve kurtuluşu konularında Kuran’ın öğretişinden anladıklarımı sıraladım.

1. Kuran’daki birçok ayet insanın sadakatsizliği, unutkanlığı, itaatsizliği, ikiyüzlülüğü ve isyanından söz eder. İnsanın durumu soyluysa, aynı zamanda perişandır. Tövbe ve bağışlama ihtiyacı besbellidir. Tanrı’ya eş koşma (putperestlik) ve küfür (sadakatsizlik/nankörlük) özellikle iğrençtir. Bunlardan birincisinin bağışlanamaz olduğu da söylenir (Nisa 4:116). Başkalarını bağışlayabilsek ve başkaları tarafından bağışlanabilsek bile belirleyici olan Tanrı’nın nihai bağışlamasıdır. (Hicr 15:49,50; Al-i İmran 3:129; Nisa 4:17,18)

2. Bahçe’ye giriş, Tanrı’ya iman ve iyi işlerle bağlantılıdır (Bakara 2:62). Tanrı’ya iman Mahşer Gününe, meleklere, vahiy edilen tüm Kutsal Yazılar’a ve peygamberlere, özellikle Muhammed ve ona itaati de içerir (Bakara 2:177). İmanla birlikte iyi bilinen bazı uygulamalar da gelir: İman ikrarı, namaz, zekât, oruç ve hac. Bazı ayetlere göre İslam, Allah tarafından kabul edilebilir tek dindir (Al-i İmran 3:85). Bu nedenle bazı Müslümanlar için mutlu bir kader için ümmetle (Müslüman toplumu) bağlantı çok önemlidir. 

3. Tanrı adildir. İnsanlar Tanrı’ya karşı sorumludur. Tanrı’nın rehberliğini izleme ya da bunu reddetme konusunda karar vermelidirler ve bundan sorumludurlar. Bu şekilde karar ve eylemlerinin sonuçlarını da taşırlar.

“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez. Yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için (başkasını) çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez. Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Dönüş Allah'adır.” (Fatır 35:18)

Günahla yüklü kimse başkasının yükünü taşıyamaz. Tanrı görür, duyar ve her insanın davranışlarını bilir, insanın gizli düşünce ve niyetlerini bile. Hiçbir şey O’nun bilgisi ve adaletinden kaçamaz. Kuran’ın kendisiyle ilgili insanlığa uyarısı ne kadar da doğru!

4. Kuran, Tanrı’nın izniyle şefaatin mümkün olduğunu söyler. Fakat şefaatin hangi durumlarda işleyeceğini belirlemek zordur. (Zümer 39:44; Sebe 4:23).

5. Tüm surelerde belirtildiği gibi Tanrı merhametli ve şefkatlidir (Zümer 39:53,54; Enam 6:12.).

6. Yine de Tanrı yol gösterir ya da saptırır. “Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.” (Zümer 39:23). Ayrıca bakınız Zümer 39:36,37; Nahl 16:93 ve İsra 17:97. Kuran’daki birçok ayet, insan ve tüm yaratılışın kaderini nihai olarak belirleyecek olanın Tanrı’nın yüce iradesi olduğuna işaret eder. Eğer öyleyse, her bireyin kaderi Tanrı’nın her şeyin üstündeki iradesine bağlıdır- hadislerin yardımıyla bunun böyle olduğu daha da fazla desteklenir- Kuran’da Tanrı’ya atfedilen yumuşak özelliklere rağmen. 

İnsan nihai kaderini bilebilecekse bunu nasıl bilebilirdim? Şimdi ya da sonra, inancımın ve yaptıklarımın Tanrı için kabul edilebilir olup olmadığını nasıl bilebilirim? Tövbemi kabul eder mi? Beni bağışlar mı? Bana merhamet eder mi? Eğer bilemiyorsam tövbemin ve bağışlanma isteğimin anlamı nedir? Dindarlar için geçici olacak olsa da, herkesin ateşe gireceğini keşfetmem kafa karışıklığımı daha da artırdı. “(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir.” (Meryem 19:71). Müslümanlar Kuran’ın Tanrı’nın en üstün mucizesi ve insanlık için bereket olduğuna inanıyorlar. Bu kitapta bir yol bulduklarını iddia ediyorlar. Bulabilirler. Ama bu yolu izliyorlar mı? Ve bu rehberlik kişisel kurtuluşları için Tanrı’nın güvencesini sağlıyor mu? Kuran’da ihtiyacıma cevap veren bir yanıtı bulamamış olmak beni üzdü. Hayal kırıklığına uğramış olarak, uzamış olan araştırmamı bıraktım ama gözlerimin açılmasını sağlayan ve susuzluğumu tatmin eden bir ipucunu unutmadım. 

MESİH İSA ARACILIĞIYLA TANRI'NIN KURTARIŞI

“Ama Tanrınız RAB'bi arayacaksınız. Bütün yüreğinizle, bütün canınızla ararsanız, O'nu bulacaksınız. Sıkıntıya düştüğünüzde ve bütün bu olaylar başınıza geldiğinde, sonunda Tanrınız RAB'be dönecek, O'nun sözüne kulak vereceksiniz. Çünkü Tanrınız RAB acıyan bir Tanrı'dır. Sizi bırakmaz, yok etmez ve atalarınıza ant içerek yaptığı antlaşmayı unutmaz.” (Yasa’nın Tekrarı 4:29-31, Eski Antlaşma)

Hayatından memnun ve günahlarını düşünmeyen her insan bu sözleri yüzlerce kez okuyabilir ve bunların anlamsız olduğunu düşünebilir. Fakat ben rahatsız oldum ve bu sözler içimde Kutsal Kitap’ı daha derin bir çalışmaya yönelten yeni bir umut oluşturdu. Soğuk bir eleştirmen veya uzak bir gözlemci gibi değil, Tanrı’nın bağışlamasına susamış bir insan olarak bunları çalıştım. Bu ve diğer ayetler bana yüksek sesle ve açıkça konuştu:

“Nitekim İnsanoğlu [İsa], kaybolanı arayıp kurtarmak için geldi.” (Luka 19:10, İncil)

İsa şöyle yanıt verdi: "Bu sudan her içen yine susayacak. Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak."” (Yuhanna 4:13-14, İncil)

“Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu'nu verdi. Öyle ki, O'na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun. Tanrı, Oğlu'nu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O'nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi.” (Yuhanna 3:16-17, İncil)

“Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm.” (Matta 11:28, İncil)

Müslümanlara göre, İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğuna ve gerçekten çarmıha gerildiğine inanan Hıristiyanlar doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır. İsa, Tanrı’nın peygamberi ve elçisinden ne daha aşağı ne de daha üstündü. Tanrı’nın sadık peygamberini düşmanlarına ve çarmıha terk etmesi mantıksız ve saçmaydı. 

Öte yandan bu iddialarla ilgili Kutsal Kitap kanıtları beni bunları yeniden incelemeye zorladı. Ayrıca bu iddialar o kadar mantıksızsa Hıristiyanlar neden bunları icat edip bunlara tutunsunlar? Hıristiyanlar entelektüel olarak çok mu yetersiz ya da ruhsal olarak saçmalıklarını terk edemeyecek kadar mı kibirliydi? Kutsal Yazıları’na ne söyleyip ne söylememesi gerektiğini söylemek yerine en azından savlarını dinlemek, Kutsal Yazıları’nı okumak ve Kutsal Yazıları’nın kendi adına konuşmasına izin vermek gerekmez miydi?

Kutsal Kitap’a göre Tanrı sevgidir (1.Yuhanna 4:9,16, İncil). Kutsal Kitap’ın iddia ettiği gibi Tanrı sevgiyse, sevgiye susamış bu dünya da Tanrı’nın sevgisi neden kişisel görünümünden aşağı kalsın? Dünyaya inerek aslında Tanrı’nın sevgisinin yükseklere çıkması İncil’in mesajını özetler. Çünkü ‘İncil’ kelimesi ‘Müjde’ demektir. Tanrı’nın insanlığa sevgisinin müjdesi. Kutsal Yazılar’ın önemli bir kısmı şöyle diyor:

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı. Yaşam O'ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.  Söz, insan olup aramızda yaşadı. O'nun yüceliğini Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul'un yüceliğini gördük. (Yuhanna 1:1-5, 14, İncil)

Yukarıdaki ayetlere göre Tanrı’nın sonsuz Sözü, İsa adı verilen insan oldu. Tanrı Sözü dendiği gibi, O’na Tanrı’nın Oğlu da denir. İsa Tanrı’nın Oğlu olmadı. Aksine Tanrı’nın Oğlu, bakire Meryem ve Tanrı’nın Kutsal Ruhu’nun gücü aracılığıyla İsa oldu. O halde Kutsal Kitap açısından konuşursak, İsa’nın Tanrı Sözü ve Tanrı’nın Oğlu olarak varlığı Meryem’den bağımsızdır. Tekrar etmek gerekirse Tanrı Sözü (ya da Tanrı’nın Oğlu) Bakire Meryem aracılığıyla insan biçimini aldı. İsa, ruhsal olarak ve eşsiz bir biçimde Tanrı Oğlu’dur. İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olmasının cinsel bir ilişki yoluyla gerçekleşmesi düşüncesi Müslümanlar için olduğu kadar Hıristiyanlar için de Tanrı’ya küfür sayılır. Bugün bile Hıristiyan olarak İhlas Suresini kabul etmekte zorlanmıyorum çünkü diğer bütün Hıristiyanlar gibi Tanrı’nın bir olduğuna ve eşi olmadığına inanıyorum. İsa’nın Tanrı Oğlu olması Tanrı’nın bir olduğuna ilişkin temel gerçeği çürütmüyor. Nitekim Kutsal Kitap’a göre anlaşıldığında İsa’nın oğulluğu Tanrı’nın birliği ve bütünlüğünü destekliyor. Tanrı sevgi, olduğuna göre İsa Mesih’in çarmıhı anlamlıdır. Yeni Antlaşma’dan şu ayetler üzerinde düşünün:

“Tanrı biricik Oğlu aracılığıyla yaşayalım diye O'nu dünyaya gönderdi, böylece bizi sevdiğini gösterdi. Tanrı'yı biz sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Oğlu'nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur.” (1.Yuhanna 4:9-10, İncil)

“Tanrı ise bizi sevdiğini şununla kanıtlıyor: Biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü.” (Romalılar 5:8, İncil)

Bizim doğal eğilimimiz tabii ki günahkârları hor görmek ve hatta onlardan nefret etmektir. Ama hepimiz için istisnalar vardır, en azından kendimizi istisna olarak görürüz. Günah işlediğimde kendimi hor görebilirim ama yine de kendimi sevmeyi ve kendimi bağışlamayı başarıyorum. Benzer şekilde birçok anne, günahtan nefret etse de günaha düşen çocuğunu sevmeye devam eder. 

Fakat Tanrı daha büyüktür. Bu nedenle sevgisi de daha büyüktür. Tanrı’ya yücelik olsun! Çünkü “Annemle babam beni terk etseler bile, RAB beni kabul eder.” (Mezmur 27:10, Eski Antlaşma)

“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” Bir anlamda hem Kuran hem de Kutsal Kitap bu ifade de fikir birliği içindedir. Öte yandan farklı bir anlamda Kutsal Kitap hiçbir günahkârın kendi günahını da yüklenemeyeceğini söyler. Ama Tanrı yüklenebilir! İsa’nın çarmıhı aracılığıyla, Kutsal Kitap’a göre Tanrı bunu yaptı ve yapmaktadır! Kutsal Kitap anlayışına göre, İsa’nın çarmıhı, Tanrı’nın günahlarımız için bizlere bağışlanma, yürek değişikliği ve yeni bir yaşam sunma yoludur. Aynı zamanda, İsa’nın çarmıhı günahımızın ayırıcı doğasını, hesaplanamaz ağırlığını, ölümcül sonuçlarını, bizlere ve hatta Tanrı’ya ödettiği bedeli gösterir. Tanrı’nın kutsallığı ve sevgisi İsa’nın çarmıhında karşılaşır ve birbirini kucaklar. Tanrı, insan günahı ve ölümünün trajik dramasını sadece uzaktan izleyen birisi değildir. Kendisi de katılır! Bedeli O ödedi. Bu nedenle İsa’ya fidye diyoruz. 

“Çünkü İnsanoğlu [İsa] bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi.” (Markos 10:45, İncil)

“Bunların hepsi Tanrı'dandır. Tanrı, Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştırdı.” (2.Korintliler 5:18, İncil)

Fakat İsa’nın çarmıha gerilmesi ve gömülmesinden sonra başka bir olay gerçekleşti. “Üçüncü günde ölümden dirildi.” İsa’nın dirilişi, Tanrı’nın, İsa’nın çarmıhının kendisinin insan için tasarısı olduğunu göstermesiydi. İncil’in temel bildirisini anlamayı isteyen herhangi bir okuyucunun keşfedeceği gibi İncil’in özünde Tanrı’nın insanlığa müjdesi vardır. İncil’in varlığının tek nedeni budur. Okuyucunun bu bildiriyi kabul etmesi ya da etmemesi ise tabii ki farklı bir meseledir. 

Kutsal Kitap’ın kendisinde İsa’nın çarmıhına insanların olumsuz tepki göstereceği beklentisi olması dikkate değerdir. Mesih’in çarmıhı Yahudiler için bir yüzkarası sayılır çünkü Yahudiler nasıl olur da Tanrı’nın Yahudilere vaat edilen Mesih’inin çarmıhta utanç verici bir ölümle ölmesini kabul eder. Kendi günahkârlıklarının ve Tanrı’nın kutsallığının farkında olmayan öteki uluslar içinse (Yahudi olmayanlar) Tanrı’nın insanların kurtuluşunun yolu olarak İsa’nın çarmıhını tasarlaması saçmalıktır. Kurtuluşlarının günahkâr canlarının ötesinde olduğunu bilenler için İsa’nın çarmıhının zayıflığı ve saçmalığı, Tanrı’nın gücü ve bilgeliği olur.

“Yahudiler doğaüstü belirtiler ister, Greklerse (Yahudi olmayanlar) bilgelik arar. Ama biz çarmıha gerilmiş Mesih'i duyuruyoruz. Yahudiler bunu yüzkarası, öteki uluslar da saçmalık sayarlar. Oysa Mesih, çağrılmış olanlar için -ister Yahudi ister Grek [Yahudi olmayan] olsun- Tanrı'nın gücü ve Tanrı'nın bilgeliğidir.” (1.Korintliler 1:22-24, İncil)

Müslüman olarak hem İsa’nın Oğulluğuna hem de çarmıhına yönelik yaygın Müslüman cevaplarını anlayabiliyordum. Her ikisi de hem aptalca hem de doğal değil gibi geliyordu. Fakat Kutsal Kitap’ı dikkatli bir şekilde okuduktan sonra bile şu konuları merak ediyordum: 

1. Müslümanlar Kutsal Kitap’taki Tanrı Oğlu İsa kavramının, Kuran’da İsa’nın Oğulluğu kavramından son derece farklı olduğunu anlıyorlar mı?

2. Kuran’ın İsa’nın çarmıhını reddettiği doğrudur. Ama Müslümanlar çarmıhı sadece tarihsel bir olgu olarak değil, aynı zamanda Tanrı’nın doğruluğu ve insanlık için duyduğu sevgi ışığında Hıristiyanlar için anlamını ciddi bir şekilde anlamaya çalışıyorlar mı? Kısacası, Müslümanlar, Kutsal Kitap inancının bu temel öğelerini reddettiklerinde neyi reddettiklerini ve reddettikleri şeyi neden reddettiklerini anlıyorlar mıydı?

Tanrı’nın kutsallığı ve sevgisinin farkına daha yeni varmış olmam ve kendi günahımla ilgili acı verici farkındalığım Tanrı’nın ve benimle ilişkisi üzerine yeni bir ışık getirdi. İsa’ya inanma ve vaftiz olma kararım kolay bir karar değildi, ağır bir entelektüel ve ruhsal eziyetin sonucuydu. Bu kararı körü körüne almadım; ailem ve içinde yaşadığım toplumda yaratacağı sonuçların farkındaydım. Ağır bedele rağmen, ‘cennette tövbe eden günahkâr için duyulan sevinci’ biliyordum. Sanki ait olduğum yere, Göksel Baba’ya geri dönmüş ve merhamet dolu açık kollarına atmıştım kendimi. İncil’de İsa tarafından neredeyse iki bin yıl önce anlatılan kayıp para, kayıp koyun ve kaybolan oğul benzetmeleri aslında benim hikâyemi anlatıyordu. Tanrı’yla ilişkimin yazılı anlatımı gibiler. Hayatımın bu resmini nasıl ilgisiz, yerine başka bir şeyin geçmesiyle iptal edilmiş, geçersiz kılınmış olarak bir kenara atabilirdim!

Borç Açıklaması

Bir kere daha Kuran’a borçlu olduğumu söylerken küstahça konuşmuyorum. Ciddi bir şekilde çalıştım ve Kuran’dan çok şey öğrendim. Tabii bazı okuyucuların ekleyeceği gibi daha öğrenecek çok şeyim var. Buna ben de katılıyorum. Ama onlar da ciddi bir şekilde çalıştılar mı? Benim durumumda Kuran’ın beni doğal olarak önceki Kutsal Yazılar’a yönelttiğini hissettim. Kutsal Kitap’ta benim için Kuran’daki şu ayetin nihai anlamını buldum: 

“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Hadid 57:9)

YENİDEN DOĞMAK: NASIL VE NE İÇİN?

Tanrı Çocuğunun Büyümesi

Hıristiyan bir ailede dünyaya gelmek insanın Hıristiyan olması anlamına gelmez. Hıristiyan olmak demek yeniden doğmak, Tanrı’nın Kutsal Ruhu’ndan yeniden doğmak demektir. Her gün kötü düşünce ve davranışlara sırtımızı dönmek, tıpkı fiziksel beslenme aracılığıyla insanın bedensel gücünü yenilemesi gibi ruhsal beslenme için her gün Tanrı’ya ve Sözü’ne yönelmek demektir. Tanrı’dan yeni doğmuş bir çocuk olarak Tanrı’nın Sözü ve rehberliğine acıkmıştım.

“Bu nedenle her kötülüğü, hileyi, ikiyüzlülüğü, kıskançlığı ve bütün iftiraları üzerinizden sıyırıp atın. Yeni doğmuş bebekler gibi, hilesiz sütü andıran Tanrı sözünü özleyin ki, bununla beslenip büyüyerek kurtuluşa erişesiniz. Çünkü Rab'bin iyiliğini tattınız.” (1.Petrus 2:1-3, İncil)

Tabii ki, yeni iman eden kişi için ruhsal güç bulmanın en iyi yolu daha olgun Hıristiyanlarla paydaşlıkta bulunmaktır. Yakınlarda başka Hıristiyan yaşamadığı için bu bereketten yoksun kaldım. Fakat Tanrı, iman ettiğim o ilk fırtınalı günlerde sevgili eşim Milly’yi bana destek olması ve teşvik etmesi için kullandı. 

Yeni iman eden kişinin sürekli olarak iman etmesinin ne anlama geldiğini gözden geçirmesi gerekir. Gerçekten iman etti mi? Niyeti ruhsal açıdan saf mı yoksa maddi avantajlara sahip olmak için bencillik ve açgözlülükten mi etkileniyor? Kendi doğruluğuna güvenmesiyle imanı bozulmuş mu? Neyi bırakıp bu inancı benimsedi ve ne için? Tanrı’ya ve komşularına en iyi nasıl hizmet edebilir? Ailesi ve arkadaşları kendisine sırt çevirdiği, kendisini kötülediği, reddettikleri zaman bile onlara nasıl davranmalı? Sürdürdüğü yaşam deneyim ettiğini iddia ettiği iyiliğe değişimi temsil ediyor mu?

Aşağıdaki Kutsal Kitap ayetleri bu konularda bana yardımcı oldu:

“İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Çünkü Kutsal Yasa'nın ve peygamberlerin söylediği budur.” (Matta 7:12, İncil)

“Verin, size verilecektir. İyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız.” (Luka 6:38, İncil)

“Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki Babanız'ı yüceltsinler!” (Matta 5:16, İncil)

“Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun.” (Matta 5:48, İncil)

Yeni imanımı anlamamda bu ayetlerin büyük yardımı oldu. Bana yön verdiler. Ama, "Göksel Babanız yetkin olduğu gibi siz de yetkin olun!" sözlerini İsa’nın öğrencisi sadece anlamakla kalmayıp nasıl hayata geçirebilir? İsa’nın beklediği ideal ile benim zayıflığımın gerçeği arasında büyük bir uçurum olduğunu fark ettim. Ama aynı zamanda benim zayıf olduğum gerçeğini O’nun benden daha iyisini bildiğini de biliyorum. Ama yine de bu ideale sahiptim.

Derin düşünme ve dua aracılığıyla bu idealin hem mahvedici hem de canlandırıcı olduğunu keşfetmek zaman alıyor: İnsan olarak zayıflığımız nedeniyle mahvedici, Mesih İsa’nın öğrencilerine verdiği güven nedeniyle de canlandırıcı. Neden bu idealden daha azını istesin ki? Neden onlardan kendisinin sergilediği hizmet tutumu ve örneğini beklemesin? Öğrencisini bu hedefe doğru ilerlemesi için teşvik eden, tereddüt ettiğinde dürten ve tökezlediğinde onu kaldırmak için öğrencinin yanında olan O değil mi? 

“Çünkü kendisi [İsa] denenip acı çektiği için denenenlere yardım edebilir.” (İbraniler 2:18, İncil)  

İsa’nın hizmetinin büyük bir kısmını hastaları iyileştirmeye ayırdığı ve şifa mirasını öğrencilerine bıraktığı bilinir. Hindistan’da çok fazla Hıristiyan’ın doktorluk, özellikle de hemşirelik yapması rastlantı değildir. Bu miras devam etmiştir.

Şimdi her zamankinden daha çok doktorluk becerimin Tanrı’nın bir armağanı olduğunu fark etmekteydim. “Tanrı'dan almadığın neyin var ki?” (1.Korintliler 4:7, İncil). Doğru, doktor olmaktaki amacımın insani olduğunda ısrar ediyordum. Ne de olsa, bize öğretilen buydu ve böyle söylememiz bekleniyordu! Zaten bu da iyi bir hedefti. Peki ya, zenginlik, statü ve güç gibi kişisel kaygılarla karışan niyetler?

Mesih’in öğrencisi olmanın ve Mesih’in öğrencisi olarak yaşamanın ne anlama geldiğine odaklanmama yardım eden başka ayetler de oldu:

“Çünkü Rab'bin çağrısını aldığı zaman köle olan kimse, şimdi Rab'bin özgürüdür. Özgürken çağrılan kişi de Mesih'in kölesidir.” (1.Korintliler 7:22, İncil)

“Dünyanın ışığı sizsiniz. Tepeye kurulan kent gizlenemez. Kimse kandil yakıp tahıl ölçeğinin altına koymaz. Tersine, kandilliğe koyar; evdekilerin hepsine ışık sağlar. Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki Babanız'ı yüceltsinler!” (Matta 5:14-16, İncil)

Tanrı beni yarattı, doktorluk için gereken becerileri verdi ve hatta daha da fazlasını yaptı. Beni İsa’nın kanıyla satın aldı! Çocuğu olarak O’na aidim. O’na ve amaçlarına hizmet etmek için fidyeyle kurtarıldım, bağışlandım ve özgür kılındım. Kendimin değil O’nun övgüsünü arzulamak için özgür kılındım. İnsanları kendime değil, tüm iyiliğin tek kaynağı olan O’na yöneltmek için özgür kılındım. Tanrı’ya yücelik olsun! Oğul ya da kızın hizmeti, hizmetkâr ya da köleninkini aşmaz mı? 

Hemşire ve ebe olan Milly sayesinde Tanrı bana hem bir yaşam ortağı hem de profesyonel bir çalışma arkadaşı sağladı. Elimizdeki kaynaklarla içinde yaşadığımız topluma sade bir sağlık programı sağlamaya karar verdik. Hükümetteki pozisyonumdan istifa ettikten sonra doğum yerime yakın olan bir köyde, Dasgaon’da, bir klinik açtık. Zorluklara karşın, dört yıl boyunca zengine ve yoksula eşit davrandık. Ayda bir kez Dasgaon’dan 100 km kadar uzakta Poona’da yatılı bir okula kabul edilen kızımız Şirin’i ziyarete gidiyorduk. Poona’ya ziyaretlerimiz sırasında Poona’nın çok sayıda kilisesinde başka Hıristiyanlarla birlikte ibadet etme fırsatımız da oluyordu. Bu fırsattan ötürü minnettarız. Daha sonra Aurangabad’a taşındık. İşte böyle devam ettik. Ta ki üzerimizde şimşek çakana kadar.

DİSİPLİNİN BEDELİ

Kutsal Kitap hiçbir yerde Hıristiyanlar için hayatın kolay olacağını vaat etmiyor. Fakat Tanrı çocuklarına zorluklarla mücadele etme gücü veriyor. Bunu entelektüel olarak anlıyordum ama ancak Aralık 1979’da bezelerimde kanserin ortaya çıkmasıyla bunu deneyim ettim.

Kuran’da Eyüp’ten yalın bir şekilde söz edildiğini biliyordum ve Eyüp’ün katlandığı denenme ve sıkıntıların Kutsal Kitap’taki ayrıntılı ve uzun anlatımından haberdardım. Kanser ve tedavisi bedenimde dayanılmaz bir ızdırap yaşattığı için artık Eyüp’ün yaşadığı bazı zorlukları çok iyi anlayabiliyordum. Eyüp gibi ben de Tanrı’nın benim bilebileceğimden daha fazlasını bildiğini biliyordum. Önemsediğini de biliyordum çünkü dirilişinin gücünü zayıf ve perişan çarmıh aracılığıyla göstermişti. İnsanın kendi insani zayıflığından Tanrı’nın gücünün çıkmasıyla oluşan devrimci ve bereketli paradoksu deneyim etmek Hıristiyan imanının sırrını anlamak demektir. Kendimi ‘kör imana’ teslim etmekten ve sıkıntılarıma lanet etmekten kurtardı. Yarışta koşarken kasların gerilmesi ve müzik yapmak için kemanın telinin gerilmesi gerekiyorsa, insanın Tanrı’ya güveninin doğasını belirlemek için tüm varlığının gerilmesinin gerekmesi şaşırtıcı mı? İsa’nın öğrettiği gibi Tanrı’nın Babalığından devamlı beslenen ve değişmez iman, çocuklarının ‘dağları yerinden oynatmasını ve harikalar yapmalarını’ sağlıyor.

On sekiz ay boyunca tedaviyle kalbura dönen bedenimde hastalık yeniden ortaya çıktı.  Bir noktada kötü bir iltihap kapan bacağım neredeyse kesilecekti. Ama bugün Tanrı’nın lütfuyla iki ayağım üzerinde duruyorum ve Şubat 1982’den beri bir daha kanser tedavisi görmedim. Yine beni ölü sayan Aurangabad halkıyla çalışıyorum. Ama birçokları beni seviyor ve iyileşmem için dua etmişlerdi. Kutsal Kitap’ta sözü edilen denenmelerdeki sevinci tatmıştım: 

“Kardeşlerim, çeşitli denemelerle yüz yüze geldiğinizde bunu büyük sevinçle karşılayın. Çünkü bilirsiniz ki, imanınızın sınanması dayanma gücünü yaratır. Dayanma gücü de, hiçbir eksiği olmayan, olgun, yetkin kişiler olmanız için tam bir etkinliğe erişsin.” (Yakup 1:2-4, İncil)

Dirilişin önceden aldığımız tadı mı yoksa? Çok şükür, ailem ve başkalarıyla birlikte hayatımı yeniden Tanrı’ya adadım. 

Uzak akrabalarımın bazılarının inancımı değiştirmeme başta gücenmeleri ve aileme sırtlarını döndükleri doğrudur. Bundan ve Aurangabad’taki bazı ufak tefek eziyet dışında ailemizden ya da toplumdan çok az düşmanlık gördük. Aile olarak düzenli olarak toplanıp birbirimize sevmeye devam ediyoruz. Ailemizden birileri evimize geldiğinde istekleri üzerine birlikte Kutsal Kitabı okuyup dua ediyoruz. Bizleri koruduğu ve aile bağlarımız için Tanrı’ya minnettarız.

Yol ne kadar uzun? Yolculuk ne kadar çetin olacak? Katlanışın bedeli ne olacak? Ancak Tanrı bilir. Biz sadece İsa’yı hatırlayacağız. Bu ayetin İsa’sını: “Gözümüzü imanımızın öncüsü ve tamamlayıcısı İsa'ya dikelim. O kendisini bekleyen sevinç uğruna utancı hiçe sayıp çarmıhta ölüme katlandı ve Tanrı'nın tahtının sağında oturdu.” (İbraniler 12:2, İncil) 

İsa’nın size ve bana neler söylediğine kulak verin: “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm.” (Matta 11:28, İncil)