Taş Yürekleri Değiştiren Rab’dir
Adım Walid, İsrail’de Beytlehem’de dünyaya geldim. Doğum günüm İslam’daki en kutsal günlerden biriydi. O gün Hz. Muhammed’in doğum günüydü. Doğumumun zamanlaması babam için bir onur olduğu için bana ‘Walid’ adını verdi. Adım, Arapça ‘doğum’ sözcüğünden geliyor ve her zaman Hz. Muhammed’in doğum gününü hatırlamamız için seçilmişti.
Babam Kutsal Topraklarda İngilizce ve İslami çalışmalar dersleri veren Filistinli bir Müslüman’dı. Annem ise, babamın ABD’deki eğitimi sırasında onunla evlenen bir Amerikalıydı.
Ailem Amerikan yaşam biçiminin iki çocukları üzerinde yozlaştırıcı bir etkisi olmasından korkarak annem bana hamileyken İsrail’de yaşamak için ABD’den ayrılmaya karar verdiler. Bu 1960 yılındaydı ve o zaman bizim taşındığımız yere Ürdün deniyordu. Beytlehem’e vardıklarında ben doğmuşum. Babamın işi nedeniyle Suudi Arabistan’a sonra da yine Kutsal Topraklar’a döndük. Bu kez Beytlehem’e değil, dünyanın en alçak yeri olan Eriha’ya.
Tam Altı-Gün Savaşı’ndan önce okulda öğrendiğim ilk şarkıyı hiç unutmuyorum. ‘Arapları severiz, Yahudiler ise köpeklerimizdir’ adlı bir şarkıydı. O sıralarda Yahudilerin kim olduklarını merak ederdim. Anlamlarını bilmeden bu şarkının sözlerini tekrarlardım.
Kutsal Topraklarda büyürken Araplar ve Yahudiler arasındaki birkaç savaşı da gördüm. Eriha’da yaşarken gördüğümüz birinci savaş Altı Gün Savaşı’ydı. Bu savaşla Yahudiler eski Yeruşalim’i ve Filistin’in gerisini ele geçirmişlerdi. Dünya çapında Araplar ve Müslümanlar arasında büyük bir hayal kırıklığı olmuştu.
Yeruşalim’deki Amerikan Kurulu, hemen savaştan önce tüm Amerikalıları ülke dışına çıkarmak için bizim bölgemize gelmişti. Annem Amerikalıydı ama ülkesini sevdiği için babam gitmeyi reddetti. Savaşla ilgili şeyleri bombalamanın ve havan toplarının gürültüsünün altı gün boyunca gündüz ve gece boyunca devam ettiğini, dükkanların ve evlerin Eriha’daki Araplar tarafından yağmalanmasını ve insanların İsraillilerden korktukları için kalabalıklar halinde Ürdün Nehri’ni geçmek için koştuklarını hala hatırlıyorum.
Savaşa Altı Gün Savaşı adı verildi çünkü altı günde kazanılmıştı. Yedinci gün Goren adından bir din öğretmeni Ağlama Duvarı’nda zaferi ilan ederek koçboynuzunu çaldı. Birçok Yahudi bu olayın Eski Antlaşma’da Yeşu’nun Eriha çevresinde dolaşma hikayesine benzediğini söyledi. Yedinci gün kentin çevresinde yedi kez dolaştılar. Sonra kahinler boruları çaldığında ve herkes tek bir sesle bağırdığında kentin duvarları yıkıldı böylece Yahudiler kenti ele geçirdiler. Eriha’daki babama göre duvarlar onun üzerine yıkılmış gibi görünüyordu. Savaş boyunca Ürdün’den radyo yayınını sürekli olarak dinliyordu. Arapların savaşı kazandığını söyleyip duruyordu ama sanırım yanlış radyo istasyonunu dinliyordu. İsrail radyo istasyonu yakında zafer haberlerini ilan edeceklerini söylediler. Babam bunun yerine, İsraillilerin sadece propaganda yaptıklarını iddia edenlere inanmayı seçti.
Daha sonra Beytlehem’e döndük ve babam, daha iyi İngilizce öğrettikleri için bizi Anglikan-Luteryan okuluna kaydettirdi. Erkek kardeşim, kız kardeşim ve ben okuldaki tek Müslüman çocuklardık. Yarı-Amerikalı olduğumuz için öğretmenler bizlere kötü davranır ve öğrenciler bize gülerdi. Kutsal Kitap dersi başladığında sınıftan çıkar ders bitene kadar dışarıda kalırdım. Bir gün Kutsal Kitap dersine katılmaya karar verdim. Sınıfın kabadayısı benimle kavga etmek için kalktı ‘bu yarı Amerikalı Müslüman’ın burada olmasını istemiyoruz’ dedi. Odadan çıkmayı reddettim. Öğretmen oturmamı istedi. Çıkmayı reddetmem okulun politikasının değiştirilmesiyle sonuçlandı. İlk kez okul Müslüman bir öğrencinin Kutsal Kitap’ı çalışmasına izin verdi. Tüm alayların eziyetine rağmen sonraki üç yıl boyunca bu derse katıldım.
Daha sonra babam beni devlet okuluna gönderdi ve burada İslam inancını öğrendim. Bu okulda bir gün Hz. Muhammed tarafından verilen çok eski bir peygamberliğin gerçekleşeceğini öğrendim. Peygamberliği, Kutsal Toprakların bir gün yeniden ele geçirileceği ve büyük bir kıyımla Yahudilerin ortadan kaldırılmasının gerçekleşeceği bir savaşı öngörüyordu. Hadis şöyle diyor,
“Yargı Günü gelmeden önce bir Müslüman boyu Yahudi boyunu ortadan kaldıracak.”
Muhammed’e bunun nerede gerçekleşeceği sorulduğunda, ‘Yeruşalim ve çevredeki uluslarda’ dedi.
Gençliğimde babam gibiydim. Sürekli olarak İslam ve Müslüman öğretmenlerimizin öğrettikleri hakkında düşünürdüm. Muhammed’in peygamberliğine inanarak zafer kazanmanın veya şehit olmanın tek yolu olarak hayatımı ‘Cihada adadım. Allah ve peygamberi Muhammed vaat ettiğine göre en azından cennet güvencem vardı:
“Allah'a ve Resulüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” (Saf 61:11-12)
İsrail işgali dediğimiz şeye karşı okulda isyanlar organize eder, konuşma, slogan hazırlar ve İsrail karşıtı duvar yazıları yazardım. Bütün bunların amacı öğrencilerin silahlı İsrail askerlerine taş atmasını kışkırtmaktı. ‘Ne barış ne de düşmanla pazarlık!’ ‘Arafat için kanımızı ve canlarımızı veririz!’ ‘Filistin için kanımızı ve canlarımızı veririz!’ ‘Siyonistlere ölüm’ vs.
Tanrı’nın dünyadaki isteğini gerçekleştirdiğime inanarak Yahudi düşmanıma karşı savaşmaya ant içtim. İsrail ordusuna karşı pek çok isyana katılarak sözüme de sadık kaldım. Onlara zarar vermek için elimden gelenin en iyisini yaptım; bulabildiğim her türlü araç ve yöntemle. Okullarda, sokaklarda ve hatta en kutsal yerde- Yeruşalim’de Tapınak Dağı- bile her türlü isyanı başlatır ve katılırdım. Lise yıllarım boyunca hep ilk isyan kışkırtanlardan biriydim.
Hiçbir şey yüreğimi değiştiremezdi. Ya ölecektim ya da bir mucize olacaktı. Yahudilerin ‘terörist’ dediklerindendim. İlginç olan şey başkalarını dehşete düşürmekle kalmıyordum kendim de inançlarımdan ötürü dehşete düşmüştüm. Tanrı’nın terazisine göre sevaplarımın günahlarımdan ağır basacağından hiçbir zaman emin olamazken nasıl esenliğim olabilirdi? Bana öyle geliyordu ki, Yahudilere karşı savaşarak öldüğüm takdirde Allah’ın günahıma karşı öfkesi azalabilirdi ve güzel, badem gözlü kadınlarla cennette bir yeri garantileyebilirdim. Mucize olması düşüncesini unutun. Bana göre cennete gitmenin tek yolu terördü.
Bir seferinde Beytlehem’de, herkes ‘Münih’te 21 Gün’ adlı filmi seyrederken çok kalabalık bir sinemada alkışladıklarını hatırladım. Filistinlilerin helikopterden el bombası atarak İsrailli atletleri öldürdüklerini gördüğümüz an sinema salonundaki yüzlerce kişi’ Allahu Ekber’ diye bağırmaya başladı.
Filistinlilerin yüreğini değiştirme girişimi içinde İsrail televizyonu Yahudi Soykırımı belgeselleri gösterirdi. Oturup izlerdim, bir yandan bir şeyler atıştırırken Almanları desteklerdim. Yahudilerle ilgili olarak herhangi bir şeyin veya yüreğimin değişmesi olanaksızdı. Kendi kendime şöyle düşünüyordum, ‘Ancak bir kalp nakli yaşamımda böyle bir değişimi mümkün kılabilir.’
Bir seferinde okulumuzu diğer Yahudi okullarıyla kaynaşmamız için Eşdod kıyısında, bir haftalık bir Yahudi kampına götürdüler. İşe yaramadı. Aksine, Yahudi biriyle konuşan her öğretmenle alay edildi.
Öte yandan annem bana ‘Tanrı’nın tasarısı’ dediği bir şeyi öğretmeye çalışıyordu. Kutsal Kitap peygamberliğinden söz etti ve Yahudilerin ana vatanlarına dönüşünün Tanrı tarafından önceden belirlendiğini söyledi. Bu peygamberlik artık gerçekleşmişti ve ona göre bu Tanrı’nın bizim kuşağımızda bir mucize yaptığı anlamına geliyordu. Tanrı’nın bunu yapmasının nedeninin dünyanın Tanrı’nın iradesinin gerçekleşeceğini görmesi için olduğunu söyledi.
Gelecekte bizim kuşağımızda gerçekleşecek pek çok olaydan söz etti. Sahte Mesihler ve dini taklitlerden söz etti. Söylediklerinin benim üzerimde pek etkisi olmuyordu çünkü yüreğim Yahudilere karşı savaşmakta kararlıydı.
Annem Amerikalı müjdeci bir çiftten etkilenmişti. Gizlice kendisini vaftiz etmelerini istedi. İçinde çok fazla yosun olduğu için kentteki gölette vaftiz olmayı reddedince müjdecilerin Yeruşalim’de gençlere hizmet eden Hıristiyan bir organizasyondan yardım istemeleri gerekti. Bir gün erkeklerin havuza girmesine izin vermeyerek vaftiz için havuzu ayarlamalarını rica etti. Vaftiz oldu ama ailemizde kimse ne yaptığını bilmiyordu.
Annem beni birçok kez İsrail’deki müzelere götürürdü, böylece arkeolojiye âşık oldum. Arkeoloji beni büyülüyordu. Yahudilerin ve Hıristiyanların Kutsal Kitap’ı değiştirdiklerini annemin yüzüne vurduğum pek çok tartışmamız nedeniyle beni Kudüs’teki Tomar Müzesine götürdü. Orada bana Zebur’dan Yeşaya’nın eski bir tomarını gösterdi. Hala bozulmamıştı. Tomar hakkında bir şey söylememeye ve ona herhangi bir şekilde yanıt vermemeye karar verdim.
Anneme ‘gavur’ ve İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğunu iddia eden Amerikalı bir emperyalist olduğunu söyleyerek ona eziyet ettiğimi hatırlıyorum. Şiddet nedeniyle şehit olan gençlerin gazetedeki resimlerini gösterirdim ona. Bana bu şiddetin nedenini açıklamasını isterdim. Ondan nefret ediyordum ve babama sık sık ondan boşanmasını ve iyi bir Müslüman kadınla evlenmesini söylerdim.
Sıra okul resmi çektirmeye geldiğinde asık ve üzgün bir yüzle poz verirdim sanki şehit olarak gazetede çıkma sırası benim olacakmış gibi. Gençlik protestoları ve İsrail Ordusu’yla çatışmalar sırasında öldürülme tehlikesi geçirdiğim için bu gerçekten de bir olasılıktı.
Annemle babam özellikle İsrail Ordusu tarafından hapse atıldığımda benim için çok kaygılandılar. Annem beni çıkarmak için Yeruşalim’deki Amerikan Konseyi’ne gitti. Üzerindeki gerginlik o kadar yüksekti ki saçları dökülmeye başladı.
Liseden mezun olduğumda anne babam üniversite eğitimi için beni ABD’ye gönderdiler. Tabii ki, İsrail karşıtı sosyal ve siyasal hareketlere katıldım. Arkadaşlarıma, işi yarım bıraktığı için Hitler’den nefret ettiğimi söylediğimi hatırlıyorum. Yani, Yahudilerin hepsini bir kerede sonsuza dek ortadan kaldırmayarak Yahudi sorununu bitirmediği için.
Bir gün bir adamla kavga ettim ve adam gözüne attığım yumruğun etkisiyle kör oldu. Adamın Yahudi olduğunu öğrendiğimde çok memnun oldum.
Size karşı dürüst olacağım. Hayatım boyunca ne zaman Kuran’ı okusam dehşete düşerdim. Şu bu günah için cehennem ateşinin tehdidiyle dolu o kadar çok ayet vardı ki. Oysa benim tek yapmak istediğim, üzgün olduğumu söylemek için Yaratıcıma uzanmaktı. Tek söylemek istediğim, ‘Lütfen beni affet ve bana yeni bir şans ver’ demekti. Günahlarımı ve sevaplarımı sayamadım ama sonunda günahlarımın sevaplarıma ağır geleceğine eminim. Bu nedenle Yaratıcımın sevgi ve merhametine dayanarak günahkar yaşamımı sürdürdüm. Her zaman kaderimi merak ederdim ve geleceğimi düşündüğümde korku ve kuşkularla kuşatılıyordum. Cennette bir yer edinmek için öldürme fikrinden gerçekten nefret ediyordum. Gerçeği söylemek gerekirse bir fareyi bile öldürecek cesaretim yoktu! O zaman bir Yahudi’yi nasıl öldürebilirdim?
1992 yılında bir ara, Grant Jeffrey’in ‘Armageddon, Kaderle Randevu’ isimli kitabını okuduğumda büyülenmiştim. Bu kitapta açıklanan bazı şeylerin İsa hakkında peygamberliklerle ilgili pek çok ayrıntısı vardı. Doğumundan, yaşamından, ölümünden ve dirilişinden ve İsrail devletinin yeniden yaratılmasından söz ediyorlardı. Bu peygamberliklerin birçoğu tıpkı Tanrı’nın bunları Kutsal Kitap’ta yazdığı gibi gerçekleşti! Beni şaşırtan diğer bir şey de, yüzlerce ve binlerce yıl önce birinin tarihsel olayları, olaylar olmadan önce tahmin etme olasılığının trilyonda bir olmasıydı! Bundan daha da büyüleyici olan hata olasılığının sıfır olması gerektiğiydi. Bu peygamberliklerin çoğunun içinde bulunduğumuz kuşakta gerçekleşiyor olduğu düşünülürse bu özellikle doğrudur. Kutsal Kitap’ın güvenilirliği konusunda bu tür kanıtlar, bu peygamberlikleri yazanın Tanrı olması gerektiği anlamına geliyordu.
İçimdeki savaş başladı. Yaşadığım yerde binlerce arkeolojik kanıt ortaya çıkarken Kutsal Kitap’ın nasıl sahte ve Yahudiler tarafından değiştirilmiş olabileceği konusunda kafam karışmıştı. Bu kanıtlar Kutsal Kitap’ın söylediklerini doğrularken Kutsal Kitap nasıl değiştirilmiş olabilirdi? Zebur’daki Yeşaya Kitabı, Beytlehem’in yanındaki şehirde bir Müslüman tarafından Kumran’da keşfedildi. Muhammad Deib kayıp bir koyunu ararken bu saklı mağaraya geldi. Bu keşiften Kutsal Kitap’ın geri kalanını eski tomarlarda buldular ve bunlar bugün elimizde olan Tevrat ve Zebur’un güvenilirliğini doğruluyordu. Bu tomarlarda İsa Mesih’in gelişini önceden bildiren yüzlerce ayet vardı.
Ne yapmam gerekiyordu? İsa’nın kim olduğunu okumak için Kutsal Kitap’ı kendi başıma okumalıydım. Bunu öğrenmeliydim. Tanrı sonunda beni İsa hakkında temel gerçeklere yönlendirdi. İsa’nın söylediklerini okumaya başladım:
“Diri Olan Ben'im. Ölmüştüm, ama işte sonsuzluklar boyunca diriyim. Ölümün ve ölüler diyarının anahtarları bendedir.” (Vahiy 1:18, İncil)
İsa Mesih Yahudilere bunu da söyledi:
“Babanız İbrahim günümü göreceği için sevinçle coşmuştu. Gördü ve sevindi." Yahudiler, "Sen daha elli yaşında bile değilsin. İbrahim'i de mi gördün?" dediler. İsa, "Size doğrusunu söyleyeyim, İbrahim doğmadan önce ben varım" dedi.” (Yuhanna 8:56-58, İncil)
İsa ve Muhammed hakkında benzer iddiaların yapıldığını görmek beni çok şaşırttı. Bu iddialar ciddiydi. Muhammed’in şöyle söylediği söyleniyordu:
“Tüm yaratılışın başlangıcı ve son peygamberim.”
“Adem topraktan biçimlendirilirken ben Allah’ın peygamberiydim.”
Ayrıca, Yargı Günü’nde Müslümanlar için aracılık edeceğini iddia ediyordu. Tüm bunlardan ötürü dünyanın son ve nihai peygamberi ve kurtarıcısı olduğunu iddia etti.
Bütün bu şeyler kafamı karıştırıyordu. Eğer Muhammed bunları iddia ettiyse o zaman bizi fidyeyle kurtaran ve kurtarıcımız olduğunu iddia eden bu İsa da kimdi? Bu soru beni çok rahatsız ediyordu. Biri yalan söylüyor olmalıydı. Eğer iki Kurtarıcı varsa bu, birini Tanrı’ya eş koşmak demek olurdu çünkü tek Kurtarıcı Tanrı’dır. Tabii herhangi bir şeyi Tanrı’yla ilişkilendirmek korkunç bir günahtır.
Ya İsa Mesih ya da Muhammed insanlığın aracısı olmalıydı. İkisi birden olamazdı. Ya Kutsal Kitap ya da Kuran doğru olmalıydı. ‘Gerçek’ konusunda bir karar vermeye söz vererek, Kuran ve Kutsal Kitap’ın ayrıntılarını karşılaştırarak birçok gece geç saatlere kadar çalıştım. Çalışmanın bir noktasında şöyle dua ettiğimi hatırlıyorum:
“Tanrım, yerin ve göğün yaratıcısısın, İbrahim, Musa ve Yakup’un Tanrısısın. Başlangıç ve son Sensin. Gerçeksin, tek Gerçeksin. Gerçek Kutsal Yazıların, Tanrı’nın bir ve tek sözünün Yaratıcısısın. Gerçeğini bulmak için elinden gelenin en iyisini yapıyorum. Hayatımda Senin isteğini gerçekleştirmek istiyorum. Sevgini istiyorum. Bunları gerçek adında istiyorum. AMİN!”
Gerçek altın istiyordum ve gerçeğinin taklidiyle tatmin olmayacaktım. Tanrı sözü olarak Kuran’a inanıyordum çünkü modern bilimsel yasaları vardı ve ancak ilahi bir kökeni olan bir kitapta, henüz keşif yapılmadan bin yıl önce bilimsel gerçekler yazılabilir. Kutsal Kitap’ta ipuçları aramak için bir bilgisayar programı yardımıyla bir ay çalıştım. Beni ve milyonlarca Müslüman’ın Kuran’ın bilimsel bir mucize olduğuna inanmasını sağlayan her ayetin zaten Kutsal Kitap’ta olduğunu gördüm.
Bana yardımcı olan diğer bir şey Tanrı’nın Kutsal Kitap çalışmalarım sırasında harfi harfine yerine getirilen, yüzlerce ayrıntılı ve eşsiz ayet bulmama yardımcı olmasıydı. İnsan gelecekle ilgili ayrıntılı öngörüler yaptığında bunların pek azı gerçekleşir. Kutsal Kitap’ta ise durum böyle değildir. Tevrat ve Zebur’da bulduğumuz peygamberliklerin hepsi belirlenen zamanda gerçekleşecektir. İncil’de söylenenler için de aynısı geçerlidir.
Tanrı gelecekteki olayların anahtarını elinde tutuyor. Sadece Kutsal Kitap’ın anahtara sahip olduğunu keşfettim. Kuran’da sonsuz güvenlik ve kurtuluşun en önemli unsurları da eksik. Tanrı’nın dualarımı kullanarak beni Kuran’a yönelteceğini gerçekten ummuştum. Ama öyle olmadı. Tanrı tam tersini yaptı ve ben de gururumu bir kenara bırakıp ilahi gerçek hakkında açık fikirli oldum.
Tanrı bunu Kutsal Kitap’ta söyledi:
“Çünkü Tanrı benim, başkası yok. Tanrı benim, benzerim yok. Sonu ta başlangıçtan, henüz olmamış olayları çok önceden bildiren, 'Tasarım gerçekleşecek, İstediğim her şeyi yapacağım diyen benim.” (Yeşaya 46:9-10, Eski Antlaşma)
Tanrı gelecekte olacak olayları önceden bildirmekle kalmadı aynı zamanda bunları ilan edip gerçekleştirdi. Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olduğuna inanmadığım için Kutsal Kitap’ın sayfaları arasında Muhammed’le ilgili ayetler aramak için çok gün harcadım. Kuran, Kutsal Kitap’ta adının geçtiğini söylüyor. Onunla ilgili hiçbir şey bulamadım. Kutsal Kitap değiştirildiyse bu, peygamber Muhammed geldikten sonra olmuş olmalıydı. Kuran her zaman o sırada bulunan Kutsal Kitap’tan söz ederdi. O zaman şu ana kadar Müslümanlar dünyanın hiçbir yerinde Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olduğunu kanıtlayan tek bir Kutsal Kitap bile gösteremediler. Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olduğunu gösteren tek bir tarihsel veya arkeolojik kanıt dahi bulunamadı.
Ayrıca memleketimden olan İsa’nın Yahudi olduğunu da öğrendim. Benim şehrim bile Yahudi şehriydi. ‘Beyt-Lehem’ diyorlardı ve ‘Ekmek Evi’ anlamına geliyordu. İsa İncil’de ekmek hakkında olağanüstü bir şey söylemiyor muydu?
“Bunun üzerine, "Görüp sana iman etmemiz için nasıl bir belirti gerçekleştireceksin? Ne yapacaksın?" dediler. "Atalarımız çölde man yediler. Yazılmış olduğu gibi, 'Yemeleri için onlara gökten ekmek verdi.'" İsa onlara dedi ki, "Size doğrusunu söyleyeyim, gökten ekmeği size Musa vermedi, gökten size gerçek ekmeği Babam verir. Çünkü Tanrı'nın ekmeği, gökten inen ve dünyaya yaşam verendir." Onlar da, "Efendimiz, bizlere her zaman bu ekmeği ver!" dediler. İsa, "Yaşam ekmeği Ben'im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz" dedi.” (Yuhanna 6:30-35)
Beyt-Lehem, “ekmek evi ” adı İsa bu dünyaya henüz gelmeden verilmişti. Bu İsa benim nefret ettiği halktan, Yahudilerden geliyordu. Daha önce hiç bir düşmanın başka bir düşman için öldüğünü ve kendisini dövmelerine, tükürmelerine ve sonunda çarmıha germelerine izin verecek kadar onları sevdiğini duymamıştım. Düşmanınızın sizin için öldüğünü hayal edebilir misiniz? Ama İsa şöyle dedi:
“'Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.” (Matta 5:43-44, İncil)
Gerçek gözlerimin önünde durmuş bana bakıyordu. Sürekli olarak yüreğimin kapısını çalıyor, içeri girmek istiyordu. Ne yaptım? Gerçek olduğunu Söyleyen şöyle seslendi.
“İsa, "Yol, gerçek ve yaşam Ben'im" dedi. "Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.” (Yuhanna 14:6, İncil)
Düşünce biçimim, hislerim ve hayattaki hedeflerim değişmeye başladı. Yahudi halkını anlamaya başladım. İçimdeki nefret tümüyle ortadan kalktı. Yahudi halkının acı çekmesi isteği artık geçmişe ait bir şey halini aldı. Şimdi onlar için üzülüyorum ve esenlik bulmaları için dua ediyorum. Televizyonda Yahudi soykırımı görüntüleri karşısında gülmek yerine olanlar için ağlıyorum. Onlar için hayatımı vermeye bile hazırım, tıpkı Rabbim ve Kurtarıcım İsa gibi. Memleketimdeki insanlar ve Müslüman kardeşlerimin benden nefret etmesine yol açabilecek olsa da bunu söylüyorum.
Gerçeği bilmek düşünce biçimimde bir dönüşüm gerçekleştirdi. Hitler’e inanmayı bırakıp İsa Mesih’e inanmaya başladım. Yalanlara inanmayı bırakıp gerçeğe inanmaya başladım. Ruhsal olarak hastayken şifa buldum. Karanlıkta yaşamayı bırakıp ışığı gördüm. Lanetliyken, kurtuldum, kuşku yerine iman ve nefret yerine sevgiye sahip oldum.
Hepimizin günahları için ölen İsa Mesih’i Rabbim ve Kurtarıcım olarak kabul ettim. Tüm varlığımı ve sahip olduğum her şeyi O’na teslim ettim.
İsa şöyle dedi:
“Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm. Boyunduruğumu yüklenin, benden öğrenin. Çünkü ben yumuşak huylu, alçakgönüllüyüm. Böylece canlarınız rahata kavuşur.” (Matta 11:28-29, İncil)
Vaadini yerine getirdiğin için çok teşekkürler Rab İsa.