headerLogo2b-18pt-myriadpro

Gerçek Dindarlık İsa Mesih’e İman Etmektir

56 ahmed misir testimony size“Ey Tanrı, temiz bir yürek yarat, yeniden kararlı bir ruh var et içimde.” (Mezmur 51:10, Eski Antlaşma)

Dindar bir Müslüman

Benim adım Ahmed. 1969 yılında Mısır’da İskenderiye’de doğdum- dindar fakat yoksul bir ailenin ilk çocuğuydum. Babam İslam’ın bütün gereklerini ve sonra da üstüne kendi seçtiği diğer dini görevlerini yerine getiren çok dindar bir Müslüman’dır. Böyle bir ailede yetiştiğimden babam kadar dindar olmanın benim için ne kadar önemli olduğunu biliyordum. 

Babam aynı zamanda açık fikirli ve herkes tarafından sevilen bir insandır. Hayalim orduda subay olmaktı. Fakat bu hayalim ailemin gerçekleştiremeyeceği parasal büyük bir yük gerektiriyordu. O yüzden subay olamadım. Ayrıca siyasal olarak etki sahibi olan arkadaşlarından bana destek çıkmalarını isteme fikrine babam hiçbir zaman sıcak bakmadı. Büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Bunun yerine ileri teknoloji enstitüsüne gönderildim. Burada güç istasyonları hakkında eğitim aldım. Pek çok arkadaşım oldu, bunların çoğu açık fikirli Müslümanlar ya da çok iyi Hıristiyanlardı. İşte bu sırada Amerika’nın Sesi radyosunun hayran kulübüne katıldım. Aslında bu kulübü kuran kişilerden biri de bendim. O kadar çok çalıştım ki orada çalışan bütün Mısırlıların ve Amerikalıların takdirini kazandım. Daha sonra Mısır’daki zorunlu askerlik hizmetinden ötürü ayrılmam gerekti. Görevim neydi? Başkanlık Muhafızları bölüğüne katılmak üzere seçildim.

Ordu

Başkanlık Muhafızları’na dövüş becerilerimden ötürü özellikle seçildim. Gözlem konusunda çok yetenekli olduğumu kanıtladım çünkü ayrıntılara çok dikkat eden birisiydim. Başka kurslara katılmak için barakalarımızdan dışarı gönderildim. Elbette bunun nedenini soramazdım. Çünkü güvenlik konusunda birinci kural ‘bilmesi gerekenler bilir’ kuralıdır.‘İnsanlara bildiğin her şeyi değil, sadece bilmeleri gerekenleri anlat.’  Barakalara döndüğümde eşyalarımı toplamak ve yönetici subayın ofisine gitmem söylendi. Başkanlık saraylarından birine gönderildim ve birkaç farklı göreve atandım. Bunlardan biri Mısır Devlet Başkanı’nın eşinin güvenliğini sağlamaktı. İkinci görev emniyet ekibinin başı olmaktı. Yaptığım işin çok hassas ve gizli olmasından dolayı daha başka bir şey söylemeyeceğim.

Ordudan Sonra

Zorunlu görevimi yerine getirdikten sonra onurlu bir şekilde terhis oldum. Yeni bir hayata başlama umuduyla doluydum. Amerika’nın Sesi radyosunun hayran kulübünün çalıştığı Amerikan Kültür Merkezi’ne geri gittim ve yine yönetim kurulunda etkin olarak görev almaya başladım. Aynı zamanda İskenderiye’de USAID projesinde çalışmaya ve İslam’ın yayılması konusunda ücretsiz derslere katılmaya başladım. Tüm yaşamımı babamın örneğini takip ederek Müslümanlığı savunan biri olmak için hazırlanmayı umut ediyordum.

Amerika’ya Geliş

Bu sırada Amerika’nın Sesi Hayran Kulübünden bir grup olarak ABD’ye gitmemiz istendi. İlk seferinde 3 hafta kaldık. Mısır’dan başka bir grupla birlikte ikinci kez bu sefer altı ay kalmak üzere gittik. Washington DC bölgesinde yaşadık. Bu gidişimde yol soran üç kişiyle karşılaştım. Nereye gideceklerini söyledikten sonra benimle Arapça konuşmaya başladılar. Chicago’da yaşayan Arap Amerikalı oldukları söyleyerek kendilerini tanıttılar. Aksanımdan Arap olduğumu anlamışlardı. Beni öğle yemeğine davet ettiler. Din dışında her şeyden söz ettik. Konuşmamız sırasında okuma tutkumdan söz ettim. Bana C.S. Lewis’in Mere Christianity adlı kitabını verdiler. Her şeyi okumak beni mutlu ediyordu özellikle de bilgi olarak bana bir şeyler katacaksa. Birbirimize iyi şanslar dileyerek ayrıldık. Eve gidip bu kitabı okumaya başladım. Kitabın İngilizcesi benim zayıf İngilizcem için çok ileri düzeyde olduğu için sözlüğün yardımına ihtiyaç duyuyordum. Aralarından birinin kitabın içinde iş kartını bıraktığını da fark ettim.

Kitabı okumayı bitirdiğimde çok öfkeliydim. Ne cüretle bana okumam için böylesine Tanrı’ya küfür niteliği taşıyan bir kitap verirler diye kendime soruyordum. Kitabı parçaladım ve İngilizce olarak hatırlayabildiğim bütün küfür ve yorumlarımla birlikte kitabı onlara geri postaladım. Daha sonra iş kartı kitabın içinde olan kişiden bir telefon aldım. İlk sorum şu oldu, ‘Numaramı nereden buldunuz?’ Bana zarfın üzerindeki isim ve adresi kullanarak telefon şirketi tarafından sağlanan bilgi servisini aradığını söyledi. Sonrasında telefon numaramı listeden çıkarma kararı aldım. Bu Arap’ın kitaba yaptıklarım ve kendisine gönderdiğim küfürlerden dolayı hiç de kızgın olmadığını öğrendiğimde çok şaşırdım! Kitabı okuduğum için memnun olmuştu. Küfürlerin arasında yazdığım yorumları keyifle okuduğunu söyledi. Beni Chicago’da kendilerini ziyaret etmeye davet ettiğinde ise hayretler içinde kaldım. Davetlerini kabul ettim. Neden mi? Müslümanlığa dönmelerini sağlamak için onlara Tanrı hakkındaki gerçekleri göstermeye ve kısa bir süre önce çalıştıklarımı kullanmaya kararlıydım. Hatta Kutsal Kitaplarını yakmak için bir araya geldiğimizde vereceğimiz partiyle ilgili hayaller bile kurdum. Onlarla buluşmak için Chicago’ya gittim, onlarla buluştum ve yine din hakkında konuşmadılar. Çok nazik ve misafirperverlerdi. Birbirimize telefon etmeye devam etmeye karar verdik. Yüksek telefon faturalarımdan ötürü parasal sıkıntı çekmemem için her zaman onlar beni arıyorlardı.

Ben her zaman arıyorlar ama Hıristiyanlık veya İsa hakkında hiçbir şey söylemiyorlardı. Bununla birlikte İslam hakkında bir sürü soru soruyorlar ne mutlu bana ki sordukları çoğu basit soruyu yanıtlayabiliyordum. Zor bir soru sorduklarında hemen bir yanıt uyduruverirdim. Mutlaka kulağa iyi gelmesini ve İslam hakkında iyi hissetmelerini sağlamasına dikkat ederdim. Aynı şekilde ben de onlara İsa ya da üçlü birlik gibi konularda pek çok soru sorardım. Sorularımı yanıtlar,yanıtlayamadıkları sorular içinse özür dileyip yanıtı bilmediklerini söylerlerdi. En kısa zamanda benim için yanıtı bulmaya çalışacaklarına söz verirlerdi. Ne? Nasıl oluyordu da onlar bir yanıt uydurmuyordu? Nasıl ‘Yanıtı bilmiyoruz’ diyebiliyorlardı? Dürüst olan kişi ben olmam gerekiyordu, onlar değil. Bilmediğiniz takdirde bilmediğinizi kabul etmenin bir erdem olduğunu söyleyen hadisi hatırladığımda hayal kırıklığına uğramıştım. Chicago’lu bu adamlar bana sevgi, saygı ve dürüstlüğü gösterdiler. Onlar gibi olmak istedim, onlar kadar sevgi dolu, saygılı ve dürüst. Ama aynı zamanda amacın aracı meşru kıldığını da unutmuyordum. 

Chicago

Yeni arkadaşlarım daha sık konuşup görüşebilmemiz için Chicago’ya taşınmamı istediler. Beni ABD’de ağırlayan kişiden izin almam gerektiğini söylerken böyle bir iznin mümkün olmadığını biliyordum. Yine de izni istedim. İnanılmaz bir şekilde izin verdiler! İşlerimi yoluna koyduktan sonra Chicago’ya taşındım. Chicago’da memleketimden tanıdığım başka kişiler de buldum. Hıristiyan arkadaşlarımı İslam’a döndürmek için çalıştığım haberlerini alınca çok heyecanlandılar. Beni ağırlayan kişinin haberi olmasın diye ücretimi nakit olarak ödeyen bir iş bile buldular.

Sadece bir iş bulmakla kalmadım aynı zamanda yaşayacağım bir yer de bulmuştum. Büyük bir kitapçıya gittim ve sattıkları en ucuz Kutsal Kitap’ı aldım. Ne de olsa kötü bir yatırımdı! Neden pahalısını alacaktım ki? Hıristiyan arkadaşlarıma; arkadaşlarımın bana bulduğu işten ötürü artık haftada bir kez Salı geceleri buluşabileceğimizi söyledim. Salı geceleri iyiydi çünkü Çarşamba izin günümdü. İşimde ilerleyip Müslüman arkadaşlarımın üzerinde şef konumuna yükseldim. Bundan hoşlanmamışlardı. Ufak tefek birçok kavga ettik. Diğer taraftan, Kuran ve Kutsal Kitap’ı deli gibi okuyor Salı toplantıları için notlarımı hazırlıyordum.

İş yerinde Müslüman arkadaşlarımla durum hoş olmayan bir hal almaya başladı. Bunun üstüne, evi özlemeye başlamıştım. İşim ve din tartışmalarımıza hazırlanma dışında hiç sosyal hayatım yoktu. Bir gün Müslüman arkadaşlarımdan biri aileme hakaret ettiği için büyük bir kavgaya tutuştuk. Çok şükür ki kendimi denetleyebilmiştim. Ama aileme hakaret eden kişiyi öldürmeye ant içtim.

Giderek dikkatim daha çok dağılmaya  çabucak sinirlenmeye başlıyordum. Kendi kendime “böyle devam edemem” diye düşünüyordum. Daha da kötüsü, Kuran’da daha önce hiç görmediğim şeyler görmeye başladım. Ayetleri kıyaslıyor nasıl doğru olabileceklerini sorguluyordum. Bunlar hayatım boyunca okuduğum ayetlerdi. Ancak bunları çok farklı bir şekilde görüyordum. Mantıklı bir şekilde açıklamasını bulamadığım pek çok çelişki vardı. Böylece camiye gidip İmama fikrini sordum. Verdiği yanıt beni hayrete düşürdü. Şöyle dedi, “Sorma, sadece iman et.” Böyle bir yanıtı kabul etmeye hazır değildim hele de imanım konusunda zorlanırken. Yanıtların olacağını düşündüğüm bütün kitapları araştırdım ama Kuran’ı okudukça İslam’dan uzaklaşmaya başladım. Sonunda neredeyse ateist olma noktasına geldim.

Karışıklık ve Mucize

Kendi kendime şöyle dedim, “Ahmed artık sıkışıp kaldın. Bir Tanrı olduğunu biliyorsun ama kendini sana neden açıklamadığını bilmiyorsun?” Tanrı’ya Kuran’da Tanrı’nın bize atar damarımızdan daha yakın olduğunu söylediğini bildiğim için ateist olamayacağımı söyledim. Tanrı’ya dedim ki, “Yanımda olduğunu hissedemiyorum!” Tanrı’dan bana yardım etmesini,kendini bana göstermesi için ağladığımı ve dua ettiğimi hatırlıyorum. Ama O yanıt vermek için orada değildi.

Bir gün işteyken o kadar kızdım ki istifa edip çıktım. Soğuktu ve yerde 40 cm kar vardı. Rüzgâr çok sertti. Kabanımı işte bıraktığımı fark ettim. Geri dönüp kabanımı alamayacağımı biliyordum. Gururum buna engel oluyordu. Gerçekten soğuğu hissetmeye başlamam fazla uzun sürmedi. Artık ayak parmaklarımı hissedemiyordum. Burnum akıyor, gözlerim yaşarıyor ve kulaklarım o kadar çok acıyordu ki. Birdenbire siyah bir pikap kamyon önümde durdu. Kızıl sakallı iri bir adam arabaya atlamamı söyledi. Ben de atladım.

Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken adam omzumu dürtüp evime geldiğimizi söyledi. Teşekkür beni getirdiği için para vermeyi önerdim. Kabul etmedi. Bunun kendisi ve İsa arasında olduğunu söyledi. İsa’nın beni sevdiğini de ekledi. Alaycı bir şekilde gülerek yanıtladım, ‘Evet, ben de onu seviyorum.’ Anahtarlarımı işte unuttuğum kabanımın cebinde bıraktığımı hatırladım. Ön kapıyı kilitlediğimden oldukça emindim.

Kamyondaki kızıl sakallı adam şöyle dedi, ‘Aç, korkma!’ Bu sözleri beni rahatsız etti. Niye korkacaktım ki? Benim dairemdi! Aptal gibi görünmek istemeyerek kapı tokmağını çevirdim. Kapı açıldı! Teşekkür etmek için geri döndüğümde kamyonu gitmişti bile. Karda, lastik izleri olmadığını fark ettim! Bir başka gariplik de; daireme doğru giderken herhangi bir araba sesi duymamıştım. Ayrıca ona nerede oturduğumu da hiç söylememiştim! O kadar korkmuştum ki! Hemen daireme girip ve arkamdan kapıyı hemen kilitledim. Bu olayı kendime saklamaya karar verdim. Bunu başkalarıyla paylaşmanın iyi olmayacağını biliyordum. Aklımı kaçırdığımı düşünürlerdi.

Hıristiyan arkadaşlarımla Salı toplantımızın zamanı gelmişti. Görüşmemizi onaylamak için işten aramışlar ama onlara işten ayrıldığım ve bir daha geri dönmediğimi söylemişlerdi. Beni evden aradıklarında telefona yanıt vermedim. Kaygılandılar. Kimse benim için kaygılanmamalı diye düşündüm, çünkü ailem dışında kimse benim için kaygı duymamıştı. Yeni arkadaşlarım kaygılanmıştı. Kapıma geldiler. Ama açmadım. Kapıyı zorla açtılar. Yüzlerindeki kaygıyı gördüm. Bana bir sürü soru soracaklarını biliyordum.

Dua etmemi istediler

Birlikte bir kafeye gidip konuştuk. Neden artık eskiden tanıdıkları, aynı kişi olmadığımı hayatımda neler olduğunu merak ediyorlardı. Biri onlarla dua edip etmeyeceğimi sordu. ‘Hayır, teşekkürler. Dua etmiyorum’ dedim. Artık İslam’ın Tanrısına inanmadığımı söyleyip‘Ayrıca sizin üç tanrınıza inanmadığım da kesin!’ diye de ekledim.  Gülümsediler ve var olduğunu bildiğim Tanrı’ya dua etmemi söylediler. Eve gittiğimde yıkanıp, bildiğim tek dua biçimiyle dua ettim. Her zamanki gibi yanıt gelmedi. Yeniden bir araya geldiğimizde yine dua etmekten söz ettiler. Onlara karşı düşmanca konuştuğumu fark ettim. Tanrı’yı aramayı artık bıraktığımı söyledim. “Eğer Tanrı beni istiyorsa kapımı çalar. Bunu yaparsa ben de kapıyı açacağım’ dedim. O zaman arkadaşlarımdan biri Kutsal Kitap’ı açtı ve benden bir ayeti okumamı istedi.  

“İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim.”  (Vahiy 3:20, İncil)

Bunlar İsa’nın sözleriydi. Ayeti okudum ve ağladım. Eskisinden daha da korkmuştum ve kafam karışmıştı.

Tanrı’nın Sesi

Dairemdeyken bir sesin bana işyerine gidip oradaki arkadaşlarımdan özür dilemem gerektiğini söylediğini duydum. Bu sesin nereden geldiğini bilmiyordum. Oralı olmadım ve işlerime devam ettim. Bu ısrarcı ses yeniden bana gidip iş yerindeki arkadaşlarımdan özür dilememi istedi. Sadece bu da değil, beni bağışlamalarını istememi de söylüyordu. Fark ettim ki yanlış bir şey yapmadığımı söyleyerek karşılık veriyordum. Onlar bana karşı suç işlemişlerdi. Ama ses durmadı. Delirmeye başladığımı düşünerek kaygılandım. Sonunda kabul ettim. Arkadaşımın evine gittim. Kimse olmadığı için bekledim. Uzaktan bana doğru geldiğini gördüm ama o beni görünce geri dönüp hızlıca yürümeye başladı. Arkasından koştum, yetiştim. Sarılıp üzgün olduğumu söyledim. Beni bağışlamasını rica ettim. Bağışladı ve kendi davranışlarından ötürü de özür diledi.

Mutlu bir şekilde eve gittim, kendimi rahatlamış hissediyordum. O kadar rahatlamıştım ki uyudum. Dürüstçe şunu söyleyebilirim ki o geceki kadar rahat bir uyku hiç uyumamıştım.  Olağanın aksine çok mutlu bir şekilde uyandım. Dini tartışmamız için hazırlanma zamanı gelmişti ama bir şekilde önce Kuran’a dokunmak istemedim. Fakat en tuhaf olanı Kutsal Kitap için duyduğum açlık hissiydi! Okumaya başladım ve ilgiyle okuduğumu fark ettim. Tanrı’ya şükretmek için ağzımı açtım, kendimi Rab ve Kurtarıcı’ya yani İsa Mesih’e dua eder buldum. Durdum ve bir süre sessiz kaldım. Sonra yeniden dua ettim. Artık Rab ve Kurtarıcım olan İsa Mesih’e dua ettim. Bu konuda ne yapacağımı bilemiyordum ama en azından bu kez kafamın karışık olmadığından emindim. Korkmuyordum ve aslına bakarsanız aşırı mutluydum.

Arkadaşlarımı aradım ve olabildiğince çabuk buraya gelmelerinin çok önemli olduğunu söyledim. Hemen geldiler. Kahve yapıp onlara her şeyi anlattım. Onların yanında İsa Mesih’in Rabbim ve Kurtarıcım olduğunu söyledim. Sevinçle hoplayıp zıpladılar, onların kardeşlerinden biriymişim gibi bana sarılıp beni öpüyorlardı. Gerçek şu ki imanda kardeşlerinden biriyim. Bu olay 1 Temmuz 1997’de oldu. Topluluk önünde Hıristiyan inancımı açıklayarak 28 Haziran 1999’da vaftiz oldum.

Arkadaşlarımın bana karşı gösterdiği karşılıksız sevgi ve saygının yüreğimi Tanrı’nın sözlerini kabul etmeye hazırladığını söylemek isterim. Beni öne sürdükleri savlarıyla kazanmadılar. Bu, İsa’nın sevgisi ve lütfunun onlar aracılığıyla işlemesinden başka bir şey değildi. Artık Tanrı’nın lütfuyla O’na hizmet etmek, Müslüman kardeşlerime İsa Mesih ve O’nda sahip olduğum emin umuttan söz etmek benim için bir onur.

Ahmed