İsa Duaları Duyar
Yıl 1972’ydi ve yer Lübnan’da Beyrut’tu. Bu ülkede iç savaşın başları, pek çok hayal ve yaşamın sonuydu. Ben, iki kız kardeşimle birlikte kızlar için bir yatılı okula devam ediyordum. Ailemde kuşaklar boyunca imam ve din öğretmenleri olduğu için gurur ve gelenek her zaman ailemin ismiyle anılırdı.
Bir Müslüman’ın hedeflerinden biri Kuran’ı hatasız bir şekilde okumaktır. Okuyan kişinin tamamıyla temiz olması şarttır. Genç bir kızken çok fazla okula gitme fırsatım olmamıştı ama zengin bir aileden geliyordum. Babam doktor ve işadamı olduğu için İslam hakkında öğrenmem gereken her şeyi evimde özel olarak öğrenebiliyordum. Babam bana ve kız kardeşlerime inançlarımızı öğretmesi için öğretmen tutardı. İslam’ın tek gerçek din olduğunu ve Allah dışında başka Tanrı olmadığını ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğunu öğrendik.
Başımızı derde sokacak zamanımız yoktu. Benim hobim okumaktı. Sanırım, Müslüman bir kız olarak, hayatta hemen hemen hiçbir konuda fazla seçeneğiniz yoktur. Fakat babamın teşviği çok yardımcıydı. Sekiz yaşındayken Tevrat ve Zebur’u okudum. Hepsini bir seferde okumak için tüm gece uyanık kaldım. Üç gün sonra, babama koşup Tanrı’nın yaptığı harika şeylerle ilgili yeni keşiflerimi ve bu kitapların ne kadar harika olduğunu anlattım. Fakat babam şöyle söylediğinde tüm heyecanım yok oldu, "Evet, çok iyi kitaplar ama bunlar sadece kitaplar. Tanrı’dan değiller. Yıllar içinde insanlar bunları değiştirip durdu. Ama biz Müslümanların tek bir kitabı var o da Kuran."
Babamı çok seviyordum ve onun düşünceleri benim için kesindi. Fakat o zaman babamın söyledikleri konusunda huzur hissetmedim. Bu düşünce uzunca bir süre aklımda kaldı, savaş başladığında bile aklımdaydı.
Savaş çok uzun sürdü. Her gece dehşet verici şeylerle karşılaşıyorduk. Elektrik yoktu ve zifiri karanlık çöküyordu. Geceye ışık veren tek şey patlayan bombalardı. Bombaların gürültüsünün aralarında ise arkadaşların, ailenin ve ölen çocukların çığlıkları duyuluyordu. Kısa bir süre içinde ne içecek ne de yiyecek kalmıştı.
İki kız kardeşim ve bir erkek kardeşim vardı. Sonra annemin bir bebeği oldu. Her gece bombalar tepemize yağarken annem aşağı inmemiz için bize çığlık çığlığa bağırırdı. Alaca karanlıkta annemin ailemizin yeni üyesine sıkıca sarılarak yatağın altına süründüğünü hatırlıyorum. O sıralarda babam birkaç haftadır kayıptı. Tek düşünebildiğim, ‘Neden Allah bize yardımcı olmuyor?’ sorusuydu. Babamın haklı olduğu bir konu vardı. Kutsal Kitap’ın Tanrısı’nın Kuran’ın Allah’ı olmadığını söyledi. Kutsal Kitap’ın Tanrısı şöyle diyor,
“Annemle babam beni terk etseler bile, RAB beni kabul eder.” (Mezmur 27:10, Eski Antlaşma). Fakat ben o zamanlar O’nun çocuğu değildim ve sözündeki vaadini bilmediğim gibi bunu O’ndan isteyemezdim.
Uykusuz geçen bir geceden sonra ailemi ağlayarak etrafta dolaşırken izliyordum. Yiyecek bir şey yoktu. Annemin sütü, görünüşte korkudan, tükendiği için beş aylık erkek kardeşimi bile besleyemiyordu. Babamın tanıdığı zengin Müslüman hocalardan biri bize geldi ve yardım teklif etti. Gözlerimden yaşlar akarak içinde bulunduğumuz çaresiz durumu anlattım. Ona yalvardım, “Eğer lütfen küçük kardeşimi doktora götürebilirseniz!” Kötü kötü sırıtarak şöyle dedi, ‘Tabii ama önce bana bir şey verebilmen için benim evime uğramalıyız.”
Tevrat’tan Yusuf ve Potifar’ın karısının hikâyesini hatırladım. Mısırlı görevlinin karısı kendisini baştan çıkarmaya çalıştığında Yusuf odadan kaçmıştı. Bir şekilde kurtulmayı başardım. Evime koştum ve binamızın çatısına çıkıp Tanrı’ya yakarmaya başladım. “Tanrım, babamın nerede olduğunu bilmiyorum. Benim Babam olmak ve bana yardım etmek zorundasın. O adamın ne istediğini biliyorum. Savaş benden her şeyimi aldı. Lütfen paklığımı koru ve bana bak ve aileme bakmama yardım et.” Tanrı’ya şükürler olsun ki, ertesi gün henüz bir bebek olan erkek kardeşim iyileşmişti!
Böylece o zamandan beri her gün, çatıya çıkıp Tanrı’yla konuşurdum. Aileme yardım etmeye kararlıydım. Böylece dükkândan dükkâna gidip ne kadar ücret verirlerse o kadarı için çalıştım. Rab duamın bu kısmına da yanıt verdi. Üç yılın sonunda, günde on sekiz saat çalışıyordum. Mahallemde para kazanan tek kişi bendim. Sadece kendi ailemi geçindirmekle kalmıyor, komşularıma da destek oluyordum. İşte annem o zaman bir ‘aş evi’ açmaya karar verdi. Biz buna yetimhane diyorduk. Daha fazla para ödeyen bir iş bulmam gerekiyordu ama hâlihazırda fazlasıyla çalışıyordum ve hastaydım.
Savaş boyunca, ancak biri şehit olarak öldüğünde insanların şarkı söyleyip dans ettiklerini gördüğümü hatırlıyorum. Benim inancıma göre, biri ülkesi, ailesi ve dini adına savaşırken ölürse Allah memnun olur ve bu kişiye cennette bir yer vererek onu ödüllendirir. Bunu anlamıyordum ama Allah için yaptıkları şeyi yapmalarından ötürü memnundum.
Önümde yaşayacağım uzun bir hayat olmadığını düşünüyordum. Benim yaşımdaki kızların çoğu çoktan ölmüştü. Bütün arkadaşlarımı çoktan kaybetmiş olduğum için ailem için yapabileceğim en iyi şeyin Allah’ı memnun etmek olduğunu düşündüm. İntihar bombacısı olurdum ama sivil insanları öldürmek istemiyordum. Benim hedefim İsrailli askerleri öldürmekti. Ölümcül patlamada eğer şanslıysam benimle birlikte iki ya da daha fazlası ölürdü. Bir yandan bunu düşünürken bir yandan da daha fazla para kazanmak için fırsatlar aramaya başladım.
Bir gün, genç, çekici ve Fransızca konuşabilen kızlar arayan bir iş bulma şirketine girdim. Oradaki görevli sandalyesinin arkasında duran ve orada olduğum sürece beni süzen çok uzun boylu Suriyeli bir subayı fark ettim. Görevliden benim iş bilgilerimi almayı durdurmasını istedi. Sonra benimle konuşmak için beni başka bir odaya çağırdı. Pasaportumu (bizim kimliğimiz pasaportumuzdu) istedi ve resmime uzun uzun baktı. Sonra bana şöyle dedi, “Bin lira (yaklaşık 300$) kazanmaya ne dersin?” Aklım çok hızlı çalışmaya başladı! Bu rakam herkes için üç aylık yiyecek ve kirayı karşılardı. Bu harika olurdu!
“Ne yapmam gerekecek?” diye sordum. Şöyle karşılık verdi, “Tek yapman gereken tanıdığımız biriyle yemeğe çıkmak. Yahudiler için çalışıyor ve onu yakalamak için nerede olacağını bilmemiz gerekiyor.” O iş yerinden kendimi kazanmış biri gibi hissederek ayrıldım. Bu işi almıştım ve başkası değil, sadece ben almıştım. Kendimi çok şanslı hissediyordum!
Fakat hayır, aslında kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum. Ne yapmayı kabul etmiştim? Bütün bu yıllar boyunca hayatta doğru olanı yapmaya gayret etmiştim. Annemin tehdidini de hatırlıyordum. Annem hata yaparsam veya eve kirli veya kanlı para getirirsem beni kendi elleriyle öldüreceğini söylemişti. Kuşkusuz kazanacağım para kanlı para olacaktı.
Yine annemi düşündüm ve haberi nasıl karşılayacağını biliyordum. Karar verdim. Geri gidip Suriyeli subaya başka birisini bulmasını söyleyecektim. Pasaportumu alıp oradan çıkıp gidecektim!
Ama bu kadar kolay değildi. Geri geldiğimi görünce, fikrimi değiştirdiğimi anlamıştı. Öfkelendi ve kolumu yakaladı. Sonra dışarıda bekleyen çalınmış bir Mercedes’e doğru sürükledi beni. Beni içeri itti ve bombalamanın en kötü olduğu yerlerden birine doğru sürdü arabayı. Sonra beni terk edilmiş bir binaya soktu, çelik temele bağladı ve öfkeli bir sesle şöyle söyledi, “Birkaç saat sonra askerlerimle birlikte buraya geleceğim ve sana bakacağız ve seninle çok güzel anlar geçireceğiz, seni Lübnan köpeği!”
Eskiden yaptığım işlerden biri acil serviste hemşirelik olmuştu. İşkence edilmiş ölüler görmüştüm. En kötüsü kızlardı. O şekilde kesilmek istemedim. Doğru olanı yapmaya gayret ederek yetişmiştim. Her şeyi kaybettikten sonra çok çalışmam gerekti. Değeri olan tek bir şeyim kalmıştı: Saflığım. Bunu kaybetmeye hiç niyetim yoktu. Gelecekte mutluluğa sahip olmam için tek umudum buydu.
O terk edilmiş binada, duvardaki büyük delikten gökyüzüne bakarken bir kez daha Tanrı’ya yakardım: “Tanrım, orada olduğunu biliyorum ve her şeyi duyabildiğini biliyorum. Büyük ve kudretli olduğunu biliyorum. Burada bana işkence edilmek üzere ve biliyorsun Tanrım, kimsenin umurunda değilim. Sadece sen varsın. Senin kızınım. Lütfen öleyim. Onlar gelmeden kalbim dursun. Orada yukarıda olduğunu biliyorum. Ne Müslüman ne Hıristiyansın biliyorum. Bir Tanrı olduğunu biliyorum ve şimdi lütfen lütfen yalvarıyorum. Bir şeyler yap!”
Öğleden sonraydı. Bombalama başladı. Dualarım giderek daha yüksek sesle çıkıyordu, ta ki bitkin düşüp kendimden geçene kadar.
Kapıyı açmaya çalışan birinin sesiyle kendime geldim. Ertesi sabah olmuştu. İlk düşüncem şuydu, ‘Tanrım neden ölmeme izin vermedin? Bana ne yaptıklarını öğrendiğinde anneme ne olacak? Orada mısın Tanrı? Tanrı var mı?”
Kapı ardına kadar açıldı. Çelik arayan bir dilenci bağlı olduğumu gördü. Beni hemen çözdü ve binadan hızla kaçıp sokakta koşmaya başladık. Bombalama sesi çevremizi sarmıştı. Fakat içeride, kendi kendime çığlık atıyordum, “Tanrı var! Tanrı var!” Sonra tam önümde bir askeri cipin ters dönüp içinde dört asker olduğu halde yandığını gördüm. Bunlardan biri uzun boylu Suriyeli subaydı. Benim bağlı olduğum terk edilmiş binaya doğru giderken ölmüşlerdi.
Yıllar sonra, evleneceğim adamla karşılaştım. Amerikalı bir Hıristiyan’dı. Ona dedim ki, ‘Olsun. Hıristiyan olman senin hatan değil.” O zamanlar Amerikalı olan herkesin ‘Hıristiyan’ olduğunu düşünürdüm. Yüreğimde ilişkimiz derinleşirse ve onunla evlenirsem Müslüman olması gerektiğini biliyordum.
İslam’a olan inancımla ilgili pek çok şeyi sorgulamaya başladım. Öldükten sonra size ne olacağını kesin olarak bilmenin tek yolunun farklı inanca bağlı olan birini öldürmek olması da ne demekti? Neden erkekler dört eşle evlenebiliyor da, kadınlar sadece bir eşle evlenebiliyor? Neden genç güzel arkadaşım kocası ondan boşandıktan sonra kocasına geri dönemiyordu? Neden birinci eşine dönebilmesi için önce başka biriyle evlenip ondan boşanması gerekti? Bana böyle öğretilmişti ama neden? Son sorduğum birkaç soru beni ruhumun ta derinlerinde hasta ediyor. Bunları anlayamıyordum ve Müslüman olduğum halde bunları kabul etmiyordum.
O sırada, nişanlım bana tanıklık ederdi. “Sizin peygamberiniz” derdi, “ne zaman öleceğini bile bilmiyordu. Benim İsa’m ne zaman öleceğini, nasıl öleceğini ve kendisini kimin öldüreceğini ve öldükten sonra ne olacağını biliyordu. Dirildi ve bugün yaşıyor. Diğer peygamberler gibi ölü kalmadı.” Şöyle diyor,
“Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir. Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var.” (Yuhanna 10:11,18)
Nişanlımı öldürmek istediğimi hatırlıyorum ama o kadar yakışıklı ve iyiydi ki. Kendi kendime şöyle dedim, "Hıristiyanlığın ne kadar aldatıcı olduğunu görmesi için ona bir fırsat vereceğim."
Eşimle evlendim ve eğer isterse Hıristiyan bir eş olabileceğimi ama İslam hakkında olumsuz bir şey söyleyemeyeceğini söyledim. Şöyle yanıt verdi, "Gerçeği bulman için dua edeceğim." Öyle de yaptı. 20 Eylül 1980’de Almanya’da Berlin’de evlendik.
1984 yılında ilk kez Kutsal Kitap’ın öğretildiği bir kiliseye gittik. Kilise önderinin adı Peter Ruckman’dı. Tebeşir sanatçısıdır ve akşamki kilise toplantısı sırasında vaaz verirken resim çiziyordu. Çizimleri vaazla ilgiliydi. O gece ‘İşte o Adam!’ hakkında konuşuyordu. Eşimin elini sırtımda hissettim, ayağa kalkıp çılgınca bir şey yaparım diye beni tutmaya hazır bir şekilde duruyordu. Gerçek şu ki her zaman cesareti olan insanlara hayranlık duymuşumdur. Kiliselere gidip Müslüman olduğumu öğrendikten sonra bana ‘Ne kadar iyi bir insansınız. Umarız gerçek bir imanlısınız’ diyen kilise önderlerinden sıkılmıştım. Sorun şuydu, neden kurtulmam gerektiğini ve nasıl kurtulabileceğimi hiç söylemiyorlardı.
Bu nedenle değişiklik olsun diye kendi kendime şöyle dedim, "Bu kilise önderini dinleyeyim bakalım ne diyecek.” Eşime dönüp şöyle dediğimi hatırlıyorum, “Bu kadar iyi vaaz etmesine şaşmamalı. Kuran’dan vaaz ediyor.” Sonra eşim şöyle dedi, “Hayır, hayatım. İncil’den vaaz ediyor.”
O gece hayatımda ilk kez, karşılığında bir şey istemeden bir şey yapıp biri yerine ölen bir adam hakkında işittim. Askerin beni o binada bağladığı günü hatırladım ve beni bu durumdan kurtaranın ve karşılığında bir şey beklemeyenin İsa olduğunu fark ettim. Bütün o ölü cesetleri düşündüm ve Tanrı’nın hayatımı bu an için kurtarmış olduğunu anladım.
O sırada, yedi aylık hamileydim. Taşıdığım bebek ve Lübnan’da gördüğüm ölü bebekleri düşünmeye başladım. Bebeğimin yaşamasını ve onu başka herkesten daha çok koruyabilecek biri olmasını istiyordum. Tek yolun, o gün Beyrut’ta terk edilmiş binada hayatımı kurtaran Kurtarıcı’ya hayatımı teslim etmek olduğunu biliyordum.
Fakat aynı zamanda ailemi de düşünüyordum. İslam’ın, İslam’a olan inancınızı değiştirirseniz, sizin ve tüm ailenizin cehenneme gideceğini öğrettiğini biliyordum. Ailem için korkuyordum ama bir şekilde gerçek Tanrı’nın bunu yapmayacağını biliyordum. Yaşayan Tanrı’nın her şeyden daha güçlü olduğunu biliyordum. Böylece o gece, kilise önderinin günahkârları, günahkârların Kurtarıcısını kabul etmek için davet ettiği sırada öne çıktım ve İsa Mesih’i kişisel ve tek Kurtarıcım olarak kabul ettim.
Yıllar sonra, İncil’de Kenanlı kadın ve İsa’ya kızı için merhamet dilemek üzere nasıl geldiğini okudum. Lübnan’da birçok gece işten gelip geceleri annemin Allah’a değil, İsa’ya yakardığını işittiğimi hatırlıyorum. Beni savaştan ve ateşten korumasını ve güvenli bir şekilde eve getirmesini istiyordu. Artık Cennet konusunda güvenceye sahip bir kadın olarak İsa’dan şunu istedim, “Rab, annemin duasını yanıtladın. Beni savaştan ve gerçek ateşten korudun ve beni yanına Cennete alacaksın. Şimdi lütfen annemi kurtar."
“İsa oradan ayrılıp Sur ve Sayda bölgesine geçti. O yöreden Kenanlı bir kadın İsa'ya gelip, "Ya Rab, ey Davut Oğlu, halime acı! Kızım cine tutuldu, çok kötü durumda" diye feryat etti. İsa kadına hiçbir karşılık vermedi. Öğrencileri yaklaşıp, "Sal şunu, gitsin!" diye rica ettiler. "Arkamızdan bağırıp duruyor." İsa, "Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim" diye yanıtladı. Kadın ise yaklaşıp, "Ya Rab, bana yardım et!" diyerek O'nun önünde yere kapandı. İsa ona, "Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir" dedi. Kadın, "Haklısın, ya Rab" dedi. "Ama köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer." O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: "Ey kadın, imanın büyük! Dilediğin gibi olsun." Ve kadının kızı o saatte iyileşti.” (Matta 15:21-28)
İsa’nın kadının ricasına gülümseyerek yanıt verdiğini hayal edebiliyorum. En azından kadın İsa’nın tavrında ricası konusunda ısrar etmek için kendisini teşvik eden bir şey görmüştü. İsa’nın yanıtı, İsa’nın Öteki Uluslara değil, Yahudilere hizmet etmeye gönderildiğini hatırlattı. Kızını iyileştirmeyi reddetti mi? Hayır, o zaman da şimdi de İsa’nın iyileştiremediği insanlar O’na gelmeyi reddedenlerdir.
Dua ettim ve yalvardım. O yıl, hem annem hem de küçük erkek kardeşim İsa’yı Kurtarıcıları olarak kabul etti. Şimdi ailemin geri kalanı için, bir gün cennette benimle birlikte olmaları için dua ediyorum. Hepimiz Rab’le birlikte cennette! Bu harika bir şey olmaz mıydı?