Hayat Değiştiren Gerçek
Hayatımın çoğunluğunu ateist olarak geçirdim. Her şeye gücü yeten ve hep seven bir Tanrı düşüncesinin sadece aptalca bir şey olduğunu düşünürdüm. Okulda hayatın evrimle oluştuğunu öğrendim; o zaman Tanrı ne işe yarardı? Ateist bir hayat sürdürme konusunda motivasyonum yüksekti. Son derece ahlaksız ve içkici bir hayatım vardı. Hayatım %100 gazetecilik üzerine odaklanmıştı.
Çocukluğumdan beri gazeteleri sevdiğimi hatırlıyorum. Babam her gün işten eve Chicago Daily News gazetesini getirirdi ve ben çocukken bile onu okurdum. Her gün bu gazeteyi dolduracak bunca şeyin nasıl olduğunu merak ederdim. Gazeteci olmak istediğim için 12 yaşındayken bir gazete çıkarmaya başladım. Çok başarılı oldu. Ayda 30 kuruş alıyorduk ve 200 abonemiz vardı. Haftada beş sayfa yayınlıyordum ve küçük bir baskı makinesiyle evimizin bodrum katında basıyordum. Sayfa başına 3 dolara reklam da alıyordum. İki yıl boyunca bunu yapmaktan büyük keyif aldım. Sonra bir gazetede yaz dönemi için stajyer olmak üzere başvururken yaşım hakkında yalan söyledim. On dört yaşında işe başladım ve ardı ardına beş yaz boyunca orada çalıştım. Genç bir çocuk için gazetecilik işinde epey tecrübem vardı.
Herkes ülkedeki ilk gazetecilik okulu olduğunu söylediği için Missouri Üniversitesi’ne gittim. Birçokları en iyisi olduğunu söylüyordu. Mezun olur olmaz Arizona Cumhuriyeti gazetesinde işe başvurdum. Yazı işleri müdürünün söylediklerini unutmuyorum, “Gazeteye ve mesleğe bağlı muhabirleri gerçekten severiz. Hayattaki önceliklerinin Tanrı, aile ve iş olmasını isteriz. Önce Tanrı, sonra aile, üçüncü olarak da iş!” Kendi kendime, ‘Deli mi?’ diye düşündüm. İşim birinci, eşim ikinci ve diğer her şey üçüncü sırada benim için. Gazeteci olarak tamamıyla kariyerime odaklandığım için açıkçası söyledikleri kafama yatmadı.
Bu gazete için çalıştım mı? Hayır, gazetecilik okulundan yeni çıkmış biri olarak, Chicago Tribune gazetesi için çalışmaya başladım. Genel muhabir olarak başladım. Hukuk alanında yüksek lisans derecesi almak amacıyla Yale Üniversitesi’ne gitmek için oradan ayrıldım. Sonra Chicago Tribune için hukuk editörü olarak çalışmak için geri geldim. Federal mahkemeler, ceza mahkemeleri, Illinois Yüksek Mahkemesi, hepsi benim sorumluluğumdaydı ve bundan büyük keyif alıyordum. Ama Tanrı olmadan ve hayatımın herhangi bir ahlaki çerçevesi olmadan kontrolümü kaybetmiştim. İçki, eğlence, vs. İyi bir hikâye çıkarmak için her şeyi yapardım. Çalardım bile. Mahkemeden federal belgeler çalarak federal suç işlerdim. Oradaki mahkeme görevlisiyle arkadaş olmuştum ve mahkeme dosyalarına kendi başıma bakmama izin verirdi. Dosyalarda kimsenin bilmediği bilgileri bularak rakiplerimin önüne geçerdim. Eğer sansasyonel bir şey bulursam dosyayı ceketimin içine sokuşturup çalardım. Hikâye yayınlandığında rakipler dosyayı bulamazdı. Yetkililer dosyaların kayıp olup olmadığına bakmaya başladığında dosyaları geri koyardım. Hiç yakalanmadım.
Yalan söylerdim. Polis karakolunda hikâyeler uydurduğumu hatırlıyorum. Bir suçla ilgili tanıkları arayıp, ‘Merhaba ben Lee Strobel karakoldan arıyorum,” derdim. İnsanlara sanki karakolda çalışıyormuşum izlenimi verirdim. Bilerek onları yanlış bir şekilde yönlendirir ve aldatırdım çünkü muhabir olduğumu söylemek yerine karakoldan aradığımı söylesem bana daha çok şey anlatacaklarını düşünürdüm.
Hikâye için yapmayacağım şey yoktu. Amacıma ulaşmak için her türlü aracı meşru görerek meslektaşlarımı çiğnerdim. Bana engel oluşturduğu için meslektaşlarımdan birinin kariyerini sahne arkasında çalışarak mahvettim. Onunla işim bittiğinde, Chicago Tribune’den atıldı. Birinin meslek yaşamını mahvetmek gerçekten de korkunç bir şey. Ama bunu yaptım. Önemsemiyordum. Beni zerre kadar alakadar etmiyordu. Beni tek ilgilendiren şey onu mahvetmekti. Başka bir muhabir, balayındaki bu arkadaşı aradı ve işten çıkartıldığını söyledi. Benim yaptığım çok kötü bir şeydi ama söylediğim gibi doğru yanlış konusunda ahlaki bir anlayışım yoktu. Yolumda engel olarak gördüğüm ne veya kim varsa üzerinden geçip giderdim.
Üniversitede bir bayan arkadaşım bir gün bana geldi ve ‘Sana kötü haberlerim var; hamileyim’ dedi.’ ‘Bu kötü haber değil ki, New York’da kürtaj serbest. Bebekten kurtulursun. Ben sana yardım ederim. Kürtajı ayarlarım’ dedim. Bu beni hiç rahatsız etmedi. Yoluma bir engel çıkmıştı ve ondan kurtulmalıydım. Ateist düşüncem bu şekildeydi. Hayatta odaklandığım tek şey Chicago Tribune’de başarılı olma amacını gerçekleştirmekti.
Eşim agnostikti, yani Tanrı’nın var olup olmadığını bilmediğini düşünüyordu. Çocukken ve büyürken kilise hakkında hiç bir deneyimi olmamıştı. Tanrı hakkında fazla düşünmezdi. Sonra bir gün bir apartmana taşındık ve alt katımızdaki kadın Hıristiyandı. Bu kadın ve eşimle arkadaş oldular. Aslında ikisi birbirinin en iyi arkadaşı oldu. Konuşurlar, birlikte zaman geçirirlerdi. Konuşmalarında Linda’nın, eşim Leslie ile inancını paylaşması son derece doğaldı. Bu Leslie’yi büyülüyordu. Bana daha önce kimse Hıristiyanlıktan bahsetmemişti. Aynı şey eşim için de geçerliydi. Yirmili yaşlarımızın sonlarındaydık ve Tanrı hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Eşim Linda’nın kendisiyle paylaştıklarını sünger gibi emiyordu.
Bir gün Linda şöyle düşündü, “İnancımı Leslie ile paylaştım ama iman adımı atıp İsa’ya inanmadı. Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyorum ama en azından ne yapmamam gerektiğini biliyorum. Leslie’yi kiliseye götürmemeliyim çünkü ne yapacağını bilemeyebilir. Ne zaman ayağa kalkacağını, oturacağını, Kutsal Kitap’ı ne zaman açacağını bilmez. Kutsal Kitap’ı olmadığı için okuyacağımız ayetleri nerede bulacağını bilemez. Sudan çıkmış balık gibi hisseder kendisini. Vaaz da imanlı olmayanlara değil, Hıristiyanlara yönelik olacak.” Bu nedenle Lisa şöyle dedi, “Arkadaşımı sinemada bir araya gelip ibadet eden bir kiliseye götüreceğim.”
Linda’nın aklındaki kilise, çarşamba günleri İsa’ya inananlar için geleneksel bir ibadet toplantısı yapan ama hafta sonları Hıristiyanların İsa’ya iman etmeyenleri getirebilecekleri toplantılar düzenleyen bir kiliseydi. Bu ibadet toplantılarında her şey Hıristiyan olmayanların anlayabileceği şekilde açıklanırdı. Vaazlar uygulamaya odaklı olurdu. Vaazlar inanmayanların bilmediği Kutsal Kitap terimleriyle dolu olmazdı. Söylenen ilahiler çağdaş olurdu.
Böylece Linda eşimi bu kiliseye götürdü ve eşim bu kiliseye bayıldı. Hatırlıyorum, o gün eve geldiğinde,”Bu harika bir kilise!” dedi. “Bu kendi içinde çelişkili bir söz’ dedim. ‘Harika’ ve ‘kilise’ sözleri aynı cümlede kullanılamaz. Birlikte olmaz”. Devam edip şöyle dedim, “Bu kiliseye gitmeye devam etmek istiyorsan, devam et. Ama beni götürmeye çalışma sakın.”
Bir süre boyunca ruhsal bir araştırma yaptıktan sonra İsa Mesih’e inanmaya karar verdi. Bunun duyabileceğim en kötü haber olduğunu düşündüm. Bütün zamanını yoksullara hizmet ederek yoksullar mahallesinde geçirecek, cinsel açıdan bastırılmış aşırı iffetli bir kadın olacağını düşündüm. Bunun evliliğimizin sonu olacağını,birisiyle evlendiğimi ama şimdi onun başka biri haline geldiğini sandım. Buna hazır değildim. Bunu istemiyordum. Dedim ki, "Eğer hayatını kendi ayakların üzerinde durarak sürdüremiyorsan, imanını bir mit kitabından, kötü tarih ve uydurma hikâyelerden alacaksan, o zaman böyle yap, devam et. Ama birincisi, onlara bizim paramızdan verme. Onlar paranın peşinde çünkü. Ve ikincisi, beni götürmeye çalışma çünkü ben bunun için fazlasıyla akıllıyım.”
Eşim kiliseye gitmeye devam etti. Arada sırada beni de çağırırdı. Gitmezdim. Evliliğimizde çok gergin bir zamandı. Eşim ve ben şimdi bu deneyim hakkında bir kitap yazıyoruz. İmanlı olmayan biriyle nasıl yaşanır konusunu işleyen bir kitap olacak. Neredeyse boşanacaktım ama eşimin hayatında çok cazip bir şey gerçekleşiyordu. Karakterinde ve değerlerinde bir değişim meydana geliyordu- bana ve çocuklara karşı davranışında da. Bu bana çok ilginç geliyordu. Sonunda, “Neden benimle kiliseye gelmiyorsun? Toplantının tümü için kalmana gerek yok sadece gel ve müziği dinle, müziği beğenirsin.” Dediğinde ben de, “Tamam. Seninle geleceğim,” dedim. İçinde bulunduğunu düşündüğüm tarikattan onu çıkarıp çıkaramayacağımı görmek için gittim.
Müzik gerçekten de benim sevdiğim türde müzikti. Hoşuma gidiyordu. Kendimle ilişki kurabiliyordum. Sözlerden öğreniyordum. Gerçekten ilgimi çeken bir drama yaptılar. Sanki ne düşündüğümü biliyorlardı. Sonra kilise önderi kalktı ve ‘Temel Hıristiyanlık’ hakkında bir paylaşım yaptı. Hıristiyanlığın anlamını açıkladı. Yirmi sekiz yaşındaydım ama daha önce hayatımda hiç ‘lütuf’ sözünün açıklandığını duymamıştım. Lütfun, Hıristiyanların yemekten önce söyledikleri bir şey olduğunu düşünüyordum. Ama o gün kilisede İsa’nın bildirisinin ilk kez anlayabileceğim bir şekilde ifade edildiğini duydum. Bağışlamanın karşılıksız bir armağan olduğunu ve İsa Mesih’in, sonsuzluğu O’nunla geçirmemiz için günahlarımız için öldüğünü öğrendim.
Nasıl karşılık verdim? O gün kiliseden hala bir ateist olarak çıktım ama aynı zamanda, duyduklarım doğruysa bunun hayatım için büyük bir etkisi olduğunu düşünmeye başlamıştım. Gazetecilik eğitimimle hukuk eğitimimi, Hıristiyanlığın güvenilir olup olmadığını ve diğer inanç sistemleri olup olmadığını araştırmak için kullandım. Bir yıl dokuz ay boyunca araştırma yaptım. 8 Kasım 1981’de Hıristiyanlığın gerçekliği yönünde ortaya çıkan kanıtlar karşısında ateistliğimi korumak için Hıristiyan olmak için gerekenden daha fazla imana gerek duyduğumu fark edene kadar. Ateist olarak kalmak için İsa Mesih’e işaret eden kanıtların akıntısına karşı yüzmem gerekliydi. Bunu yapamazdım çünkü gazetecilik ve hukuk eğitimim sırasında gerçeğe cevap vermek üzere eğitilmiştim. Böylece o gün İsa Mesih’i Affedicim ve Liderim olarak kabul ettim. Tıpkı eşimde olduğu gibi, benim hayatım da zaman içinde değişmeye başladı. Değerlerim, karakterim, hayatta amacım. Şimdi geriye dönüp baktığımda, olduğun yolda ilerlemeyi düşünemeyeceğim bir şekilde değişti. İsa Mesih’i izlemenin macerası ve doyumuyla kıyasladığımda bir zamanlar yaşadığım gibi yaşadığıma inanamıyorum.
Böylece hukuk eğitimimle gazetecilik eğitimimden yararlanarak araştırmaya karar verdim. Hıristiyanlığın inanılır bir yanı var mıydı? Chicago Tribune’de yapacağımı yapacaktım. Doğru olup olmadıklarını, gazetede basılıp basılamayacaklarını görmek için hikâyeleri araştıracaktım. Bu durumda, araştırmacı becerilerimle şu soruya cevap arayacaktım, ‘İsa Mesih kimdir?’ Bunu yaparken düşmanca bir tutumla yaklaşmadım. Dedim ki, “Bana olguları verin. Konunun her iki yanına da bakacağım. Diğer dünya dinlerine de bakacağım.”
Diğer dini sistemlere bakmak ve içsel çelişkilerini görerek gerçeklik konusunda bunları diskalifiye etmem inanılmaz bir yolculuktu. Öte yandan, İsa’yla ilgili tarihsel kanıtlara, Yeni Antlaşma’nın güvenilirliğine, Eski Antlaşma peygamberliklerinin Yeni Antlaşma’da gerçekleşmelerine ve İsa Mesih’in dirilişine baktığımda Hıristiyanlıkta çok güçlü kanıtlar buldum. Tarihteki en zeki hukukçuların bazılarınıinceledim. Bunların ikisi, Harvard’lı Simon Greenleaf ve Sir Lionel Luck’tı. Guinness Dünya Rekorlar Kitabı, Sir Lionel Luck’ı ‘dünya tarihindeki en başarılı avukat’ olarak tanımlıyor. Savunma avukatı olarak ardı ardına en fazla cinayet davası kazanan avukattı. Bu zeki insanlar kanıtlarla ilgili yasaları İsa’nın diriliş hikâyelerine uyguladılar ve gerçek olduklarına ikna oldular.
Benim en çok takıldığım noktalardan biri bunun bir efsane olması düşüncesiydi. İsa’nın dirilişinin İsa’dan çok sonra gelişen bir efsane olduğuna inanıyordum. Sonra araştırmanın en önemli gerçeklerinden birini oluşturan ilginç bir gerçekle karşılaştım. İncil’de, ilk Hıristiyanlar tarafından tekrarlanan bir inanç bildirgesini alıntılayan bir bölüm vardı. Elçi Pavlus, Korint’teki imanlılara ilettiği bir gerçekten söz eder; “Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim.” (1.Korintliler 15:3). Diğer bir deyişle Hıristiyanlığın temellerini doğruluyor. Hangi gerçeği? “Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi.” (1.Korintliler 15:3-4). Sonra Elçi Pavlus İsa’nın kendilerine göründüğü tanıklardan bahseder.
Yakup ve Pavlus gibi kuşkuculardan da söz eder. Bu Hıristiyan inanç bildirgesi, çeşitli teolojik bakış açılarına sahip geniş bir yelpazeyi oluşturan akademisyenler tarafından, dirilişten sonra 2 yıl ile 60 ay arasında bir zamanla tarihlendirilebilmektedir. Burada Pavlus’un bizlere ilettiği son derece erken döneme ait bir anlatımdı. Bunlar onun sözleri değildir. Bu sözleri sadece iletiyordu.
Oxford Üniversitesi’nde çalışan ünlü klasik tarihçi Sherwin White eski dünyada efsanelerinin ne kadar sürelerde geliştiği hakkında araştırmalar yaptı. Araştırmasının sonucunda bir efsanenin gelişmesi ve sağlam tarihsel bir gerçeği yok etmesi için iki kuşaklık bir sürenin geçmesi gerektiğini gördü. Fakat burada olaylardan sonra iki-beş yıl arasında oluşan bir şey var karşımızda. Bu inanç bildirgesindeki ifadeler çarmıha ve görgü tanıklarının anlatımlarına dayanıyor. Bu kadar kısa bir süre için gelişen bir efsane hiç olmamıştır.
Bir tarihçi 1844 yılında şöyle demişti, “İsteyen herkese meydan okuyorum, tarihte bu kadar kısa zamanda gelişip tarihsel bir inancı hızlı ve tamamıyla yok eden veya değiştiren bir efsaneye örnek göstersinler. Böyle bir şey hiç olmamıştır.” Bu sözlerin çok güçlü olduğunu düşündüm. Bunlar İsa’nın dirilişinin iyi niyetli düşüncelerden ibaret olmadığını, bir efsane olmadığını gösterdi bana. Burada ilk kilisenin, ta olayların kendisine dayanan bir inanç açıklamasıyla karşı karşıyayız. Bu nedenle, söylediklerine güvenilebilirdi. İsa’nın mezarının boş olması olayının diğer yönlerine bakarsanız- görgü tanıklarının anlattıkları, Kutsal Kitap dışındaki kanıtlar ve ilk kilisenin ortaya çıkışı- dirilişi kanıtlayabilecek çok kuvvetli bir dava görmüş olursunuz.
Böylece, Kutsal Kitap içinden ve Kutsal Kitap dışında kanıtlara bakarak bu araştırmayı neredeyse iki yıl boyunca sürdürdüm. İşte en sevdiğim keşiflerimden biri: İsa’nın ölümü, gömülmesi ve dirilişiyle ilgili Kutsal Kitap dışında, eski tarihte kaydedilmiş 110 gerçek buldum. Birisi, birinci yüzyılda yaşamış Yunan tarihçi Tallus’un sözüdür. İ.S. 52 yılında Doğu Akdeniz tarihi hakkında yazıyordu. Bu dönem İsa’nın hayatının hemen sonrasıydı. Tallus imanlı birisi değildi. Çalışmaları da kaybolmuştur; fakat 221 yılında Julius Afrikanus, Tallus’tan alıntı yapar. Tallus, İsa Mesih’in çarmıha gerilmesi sırasında dünya üzerine düşen karanlık hakkında yazmıştı.
“Öğleyin on iki sularında güneş karardı, üçe kadar bütün ülkenin üzerine karanlık çöktü.” (Luka 23:44)
Bu Kutsal Kitap ayetini gördüğümde şöyle düşündüğümü hatırlıyorum, “Yeni Antlaşma yazarları dışında başka birilerinin de bunu fark etmiş olması gerekmez miydi?” Tallus sadece bunu kaydetmekle kalmadı, aynı zamanda güneş tutulması olarak da açıklamaya çalıştı. Çarmıha gerilmenin zamanı dikkate alındığında bu doğru olamazdı. Tallus'un ifadesinin zayıf bir tarihsel iddia olduğunu düşündüm. Fakat Tallus’u ne kadar çok incelerseniz, birçok güçlü bir destekleyici kanıtlar olduğunu görürsünüz. Tek kanıt değil. Bu karanlıkla ilgili Kutsal Kitap dışında başka referanslar da var.
Bir gazeteci olarak bütün bu materyali araştırmak benim için mükemmeldi. İyi olan, gazeteciler kanıtlara tepki verirler. Kötü olan, ben daha çok gözlemci biri olma eğilimindeydim. Katılımcı değildim pek. Hayatta her şeyi kendimden biraz uzakta tutardım. Bu nedenle Tanrı’ya kendimi adamak doğama yabancı bir şeydi. Fakat kanıtlar o kadar kuvvetliydi ki, 8 Kasım 1981’de – neredeyse iki yıl boyunca araştırma yaptıktan sonra – Hıristiyanlığa kuvvetli bir şekilde işaret eden bu kanıtlar karşısında, ateist olarak kalmanın, Hıristiyan olmaktan daha fazla iman gerektireceğini gördüm. Ateist olarak kalmak için kanıtlara karşı çıkmam gerekirdi. Kanıtların gösterdiği yönde bir iman adımı atmam gerekliydi. Mantıklı, akılcı olan bu ve ben de öyle yaptım.
O gün günahlarımdan tövbe ettim. Oldukça uzun sürdü. Sonra hayatımı Affedicim ve Efendim’e verdim. Eşimin, hayatımı İsa’ya vermem gerçeğiyle ilgilenebileceğini düşündüm ve ona söylemek istedim. Koridorda yürüyordum ve mutfağımıza döndüm. Eşim orada neredeyse beş yaşında olan kızımızla durmaktaydı. Kızım hayatında ilk kez uzanıp musluğa dokunabilmişti. Şöyle dedi, “Baba bak dokunabiliyorum. Ulaşabiliyorum.” Dedim ki, “Ne kadar da büyüdün!” Onu kucakladım ve koşup gitti. Sonra eşime şöyle dedim, “Ben de böyle hissediyorum! Bir yıl dokuz ay boyunca uzanıp durduğumu hissettim. Ve sonunda İsa Mesih’e dokundum! Gerçekten. Hayatımı ona verdim.”
Ağlamaya başladı ve şöyle dedi, “Bunu sana iki yıldır söylüyordum!” Ortaya çıktı ki, eşim kilisedeki bazı kadınlara benden söz etmişti. Sert yürekli, sert kafalı bir gazeteci olan eşini ve onun için fazla umut beslemediğini anlatmıştı. Kadınlar, şu ayetleri kullanarak dua edeceklerini söylediler: “Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım. İçinizdeki taştan yüreği çıkaracak, size etten bir yürek vereceğim.” (Hezekiel 36:26, Eski Antlaşma). Eşim dedi ki, “İki yıldır bu şekilde her gün senin için dua ettim.” Ben hayatımı Tanrı’ya açtıkça, kendimi O’na teslim ettikçe ve O’nun yollarını incelemeye başladıkça Tanrı bu dualara yanıt vermeye başladı. Artık Kutsal Ruh tarafından güçlendirilmiş olarak, tavırlarım, felsefem, dünya görüşüm, profesyonel standartlarım, evliliğim, işim her şey değişmeye başladı. O kadar değiştim ki küçük kızım Alison bile fark etti. Her zaman öfkeli olan bir baba tanıyordu. Bir gün işimle ilgili o kadar sıkılmıştım ki, duvara tekme attım ve ayağım alçıpan duvarın içinden geçti. Eve ya sarhoş olarak geliyordum ya da öfkeli. Alison’un bildiği de buydu. Hıristiyan olduktan beş ya da altı ay sonra, Tanrı’nın tavırlarımı ve hayatımı nasıl değiştirdiğini görünce eşimle bana gelip şöyle dedi, “Anne, Tanrı’nın, babam için yaptıklarını benim için de yapmasını istiyorum.” Beş yaşındayken hayatını Mesih’e verdi.
Lee Strobel
NOT: Afrikanus şöyle diyor, “Tallus, üçüncü tarihler kitabında, bu karanlığı güneş tutulması olarak açıklıyor.” [F.F. Bruce, The New Testament Documents (Yeni Antlaşma Belgeleri), Eerdmens, s.113.] Bu kayıta itirazını, dolunay olduğu zaman güneş tutulmasının gerçekleşemeyeceğini söyleyerek dile getiriyor. Çünkü İsa, Fısıh zamanında öldüğünde dolunay vardı. Tallus’dan söz etmesinin gücü, İsa’nın ölümünün koşullarının birinci yüzyılın ortaları kadar erken bir zamanda bilindiğini ve İmparatorluk Kentinde üzerinde tartışıldığını göstermesindedir. İsa’nın çarmıha gerilmiş olması olgusu, o zamana kadar oldukça iyi bilinen bir gerçekti; o kadar ki Tallus gibi inanmayan birisi karanlık meselesini doğal bir olaymış gibi açıklama gereği duydu.
Tallus’tan ne kazanılabilir? İncil’de öğretildiği gibi Tallus, İsa’nın ölümü sırasında bir karanlık yaşandığını kabul ediyor. Bu öğretişe karşılık, bunun güneşin doğal bir tutulması olduğunu açıklıyor. Buradan, Hıristiyan inancının bu unsurunun, Hıristiyan çevreler dışında bilindiğini ve Tallus’un bunu çürütme ihtiyacı duyduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bunu yaparak daha da fazla bilinmesini sağladı.
Tallus, İsa’nın ölümüyle ilgili Hıristiyan geleneğin diğer unsurları hakkında bilgili olabilirdi – daha geniş bir çerçeveden ayrı olarak İsa’nın ölümü hikâyesinin sadece bu küçük unsurunu bilmesi pek muhtemel değildir—fakat yazdıklarından bu konuda kesin bir şey çıkaramıyoruz. Savunması, Tallus’u, Hıristiyanlığaaçıkça karşı çıkan, bizim tarafımızdan bilinen ilk eski dönem yazarı yapmaktadır. Ayrıca, Tallus, İsa geleneği kanonik Müjdeler’de yazılmadan önce bu gelenek hakkında yazan Hıristiyan olmayan ilk kişidir. ” (Robert E. Van Voorst, Jesus Outside the New Testament (Yeni Antlaşma Dışında İsa), Michigan: Eerdmans Publishing Co. 2000, s. 23)