headerLogo2b-18pt-myriadpro

İsa Mesih Gerçeğine Dönüş

60 al gharib ---- testimony sizeBugün Arap ülkelerin birinde yaşayan bir adamın hikâyesini duydum. Hangi ülke olduğunu bilmememiz gerekmiyor ama hikâyesini duymamızı istediğini söyledi. Biraz sonra okuyacağınız bu tanıklığın sahibinin adı Al-Garip. Hikâyesini dinlerken aklıma İsa’nın ilk mucizesinin hikâyesi geldi. İsa Mesih gittiği bir düğünde suyu şaraba çevirmişti. Yuhanna Müjdesi’nin ikinci bölümünde bu olayı okuyabilirisiniz. (Lütfen şarap içme fikrinin size köstek olmasına izin vermeyin. Kutsal Kitap boyunca Tanrı şarabı yasaklamamıştır. Ölçülü olmak öğütlenir ama yasak yoktur.) İsa’nın bu düğünde yaptığı, her yerde ve her kuşaktaki insanların yaşamlarında yapmak için geldiği şeyin- gölgesi ve sembolüydü. İsa Mesih insanları günahkârlardan En Yüce Tanrı’nın ruhsal çocuklarına dönüştürmek için geldi.

Okuyacağınız bu hikâye gerçektir. Nitekim aynı mucize yıllar önce benim hayatımda da gerçekleşti. Bunu size söylememin nedeni, İsa’nın bugün de insanların yaşamlarını değiştirme mucizesini gerçekleştirmekte olduğunu sizlere anlatmak istememdir. Bugün güneş batmadan önce dünya çapında on binlerce insan yaşamlarında bu deneyimi yaşamış olacaklar. Sunduğu bu yepyeni yaşamdan lezzet alma ve bu yaşamla bereketlenme sırası artık sizde. Hikâyeyi okurken sizin için duam bu. 

“Üçüncü gün Celile'nin Kana Köyü'nde bir düğün vardı. İsa'nın annesi de oradaydı. İsa'yla öğrencileri de düğüne çağrılmışlardı. Şarap tükenince annesi İsa'ya, "Şarapları kalmadı" dedi.
İsa, "Anne, benden ne istiyorsun? Benim saatim daha gelmedi" dedi.
Annesi hizmet edenlere, "Size ne derse onu yapın" dedi.
Yahudilerin geleneksel temizliği için oraya konmuş, her biri seksenle yüz yirmi litre alan altı taş küp vardı. İsa hizmet edenlere, "Küpleri suyla doldurun" dedi. Küpleri ağızlarınakadar doldurdular. Sonra hizmet edenlere, "Şimdi biraz alıp şölen başkanına götürün" dedi. Onlar da götürdüler.
Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı. Bunun nereden geldiğini bilmiyordu, oysa suyu küpten alan hizmetkârlar biliyorlardı. Şölen başkanı güveyi çağırıp, "Herkes önce iyi şarabı, çok içildikten sonra da kötüsünü sunar" dedi, "Ama sen iyi şarabı şimdiye dek saklamışsın."
İsa bu ilk doğaüstü belirtisini Celile'nin Kana Köyü'nde gerçekleştirdi ve yüceliğini gösterdi. Öğrencileri de O'na iman ettiler.”  (Yuhanna 2:1-11)

Meryem’in İsa’ya neden bütün şarabın bittiğini söylediğinden söz edilmiyor. Yeni evli çift ve düğün sahibi için bunun ne kadar büyük bir utanç olacağını kuşkusuz biliyordu. Görünen o ki, Meryem, henüz mucize yapmadığı halde İsa’nın bu sorunu çözebileceğine, daha fazla şarap sağlayabileceğine inanıyordu. Bunu bir mucizeyle yapabilirdi.

Bu hikayeden öğrenebileceğimiz en büyük ders, İsa’ya bakan imanın hiçbir zaman boşa çıkmayacağıdır.

SORUNLU BİR YAŞAM

Arap-Müslüman bir ülkede doğup büyüdüm. Annemle babam ve onların ataları Müslüman’dı. Doğduğumda babam bana atalarından birinin ismini verdi. İslami bir çevrede büyüdüm ilkokuldan üniversiteye kadar, İslam yanlısı olan ulusal okullara devam ettim. Gençlik dönemimde her düzeyde dengeli bir İslami eğitim aldım. Artık yetişkin olduğumda dini ve kültürü için büyük bir gayrete sahip tipik bir Müslüman’dım. Kimliğimle gurur duyuyordum. O kadar ki, Müslüman olmayan insanları küçük görüyordum. Batı ve Hıristiyan karşıtıydım. Yahudilerden de nefret ediyordum. Hıristiyanlarla karşılaşmalarım yaşamım üzerinde hem olumlu hem de bir etkiye sahipti. Ne var ki, Müslüman olarak kalmaya kararlıydım.

Üniversiteden mezun olduktan kısa bir süre başka biri için çalıştım. Sonra babamdan kalan mirası da kullanarak kendi özel işimi kurdum. Kendi işimi yürütmek hiç de kolay değildi. Ticaret konusunda deneyim eksikliğim başarıyı zorlaştırdı. İflas ettim ve geri ödeyemediğim borçlar biriktirdim. Kısa bir süre sonra hapse gireceğimi ve kimsenin beni kurtaramayacağını fark ettim. Bu felaketten kurtulmak ve başarısızlığımın öcünü almak için satabileceğim her şeyi satıp ortadan kaybolmaya karar verdim. Planım, kendimi toparlayana kadar ortadan kaybolmaktı. Hayatımda parasal açıdan kontrolü yeniden kazanamazsam eve geri dönmeyecektim. 

İşteki ve kendi işimle ilgili ilk deneyimlerimde herhangi bir okul ya da üniversitenin öğretemeyeceklerini öğrendim. Toplum ve yaşamla ilgili gerçekleri öğrendim. İlk iş deneyimimde yaşadığım başarısızlık bende çok acı ve ıstıraba neden oldu. Aynı zamanda bir alanda olumlu bir şekilde etkilendim. Dünyayı daha geniş bir bakış açısıyla araştırmamı sağladı.

Evde büyük bir kargaşayla birlikte büyük bir borç bırakarak, alacaklılarımın ve hatta adalet sisteminin bana ulaşamayacağı çok uzak bir ülkeye gittim. Buraya yerleşip bir şirket kurup baştan başladım. Bu kez iş yüzüme güldü ve başarılı oldum. Başarılarım kibir ve açgözlülüğümün inanılmaz bir şekilde artmasına neden oldu. Fakat başkalarının ihtiyaçlarına karşı kör ve son derece bencil olmuştum. Bu arada, bazı akrabalarımdan ülkeme dönecek olsam sınırda ya da havaalanında hemen tutuklanacağımı öğrendim. Kuşkusuz bu beklenmedik bir şey değildi ama kanun kaçağı olarak görülmek beni üzüyordu. Sülalemizde sabıkası olan ilk kişiydim. 

Bütün bu şeyler bir ara, bazı ‘riskli’ işlere itti beni. Kısa bir süre içinde zengin olup bütün borçlarımı ödemek, yeniden akrabalarım, arkadaşlarım ve komşularımın saygısını kazanmak istiyorum. Sahip olduğum her şeyle kumar oynadım. Birçok düşman kazanmama neden olan tehlikeli işlere girdim. Ahmaklığım yenik düşmeme ve düşmanlarımdan birinin peşime düşmesine neden oldu. Şirketimi ve hatta sahip olduğum kişisel eşyalarımı bırakıp başka bir ülkeye kaçtım

Bu kez bütün koşullarım zorlaşmıştı. Birkaç iş olasılığını denedim ama hiçbiri işe yaramadı. Giderek daha küçülen bir kavanozun içindeki bir balık gibiydim. Bütün kapılar yüzüme kapanmıştı. Kendimi derin, karanlık ve kaçacak bir yerin olmadığı bir çukurda gibi hissediyordum. Birkaç kez sokakta uyumam gerekti, hatta açlıktan ölecek duruma geldim. Aşağılanmıştım ve bütün umudumu yitirmiştim. Camiye gidip Allah’la barış yapmaya çalıştım ama sanırım beni reddetti. Müslüman kardeşlerim bana sırtlarını döndü. Hatta bazıları yüzüme karşı benimle alay ettiler. Utanç, ıstırap ve depresyon nedeniyle intihara teşebbüs etmeyi düşündüm ama kendimi öldürecek cesareti bulamadım.

Tamamıyla umutsuz ve planlarım bozulmuşken ufukta parlak bir fikir göründü. Tanıdığım biri Hıristiyanlarla ilişki kurmamı, Müslüman kardeşlerden farklı olarak Hıristiyanların bana yardım edebileceğini, hatta bana iş bulabileceklerini söyledi. Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar, yani Batılılar hakkındaki hislerime karşın arkadaşımın öğüdünü dinlemeye karar verdim. Kiliseye gidip şansımı deneyecektim. Gördüğüm kadarıyla kaybedecek bir şeyim yoktu.

Kiliseler ve aralarındaki farklar hakkında pek bilgim yoktu. Amacım yeni bir din ya da Tanrı aramak değil, içinde bulunduğum kargaşadan çıkmaktı. Bir Pazar sabahı, gazetede bir kilise ilanı gördüm. Gidip toplantılarına katıldım. Beklediğimden çok farklıydı ama hoşuma gitmişti. Bu ilk ziyaret sırasında arkadaş edinmedim ama birkaç hafta içinde birkaç arkadaşım oldu. Buradaki Hıristiyanların çoğu arkadaş canlısı ve herkese karşı son derece nazikti. Müslüman olduğumu söylediğim halde Kilise toplantılarına, ev toplantılarının çoğuna her zaman buyur edildim. Meraktan birkaç etkinliklerine katıldım. Hıristiyanlara karşı kötü tutumum değişmeye başladı. Onları takdir etmeye başladım. İş bulma düşüncesi kiliseye gitmemin birinci nedeni olmaktan çıkmıştı. İnsanlarla kurduğum yeni arkadaşlıklar için gidiyordum. Bir de onları İslam’a döndürmek hakkında düşünmeye başladım.

Bir süre kilise çevresini araştırdıktan sonra yanlış niyetlerle Hıristiyanlığa geçmeye ve kendime Hıristiyan demeye başladım. Bu dışsal bir değişimdi ama içimde hala Müslüman’dım ve aynı kişiydim. Vaftiz olduktan sonra, sudan çıkar çıkmaz Müslümanların Şahadet’ini getirdim. Allah dışında başka Tanrı yoktur ve Muhammed Allah’ın peygamberidir. O anda yüreğimde ne olduğunu sadece Tanrı ve ben biliyorduk.

Bu arada kilisemiz kentin diğer tarafında yeni bir yer açmıştı. Kilise orada kapıcı olarak birine ihtiyaç duyduğu için kilise önderi bu işi kabul edip etmeyeceğimi sordu. Böyle bir iş istemiyordum ama başka seçeneğim yoktu. Kabul ettim. Böyle bir işim olduğu için kendimi şanslı hissettim. Beni derinden etkileyen şey ise kilise önderinin bana duyduğu güven oldu. Başka soru sormadan ya da kişisel referanslarımı kontrol etmeden binayı benim bakımıma vermişti. Ayrıca masraflarımı azaltmak için kilisenin kullanılmayan bir kısmına geçmemi önerdi. Yapacağım işler kolay ve basitti. Böylece bol miktarda boş zamanım oldu. Bu nedenle, kendimi Kutsal Kitap çalışmasına adadım. Kutsal Kitap’taki ayetleri iyice öğrenirsem Hıristiyan arkadaşları İslam’a yöneltmenin daha kolay olacağını düşünüyordum. Bu dönemde kilise önderi bana ağabeylik yapmayı da önerdi. Bunu ilginç bulmuştum. Planımı gerçekleştirmek için iyi bir temel olacaktı. 

Size biraz kendimden söz etmek isterim. Hatırlayabildiğim kadar uzun zamandan beri hep sorumsuz, bencil ve ben merkezli bir insandım. Hata yaptığımı pek kabul etmezdim. Yaptıklarımı haklı göstermek için her zaman mazeretlerim vardı. Yaptığım yanlış şeyler için başkalarını suçlamak konusunda çok hızlı davranırdım. Ne zaman ciddi bir sorunum olsa, kaçıp sorunu çözme işini başkasının üstüne atardım. Olgun olmayan davranışlarım nedeniyle işler zorlaştığında birçok kişinin başına dert açar, zarar verirdim.

Sayısız günahlarıma karşın, kendi doğruluğumla ilgili çoğu zaman kibirli davrandım. Garip değil mi? İnsan günahkâr olduğunu biliyor ama yine de kendi doğruluğuna güveniyor! Ne zaman kendi eksiklerimi çevremdeki insanlarınkilerle kıyaslasam, özellikle de dindar insanların eksikleriyle her zaman aynı sonuca varıyordum. Çoğundan daha iyi durumdaydım. En azından çoğunluktan daha kötü değildim. Müslüman olarak, İslam ve geleneklerine göre, yaptığım her iyiliğin on günahımı iptal etme gücüne sahip olduğuna inanırdım. Dindarlığım beni hiç rahatsız etmiyor ya da Tanrı’ya karşı borcum olduğunu hissetmeme neden olmuyordu. Aksine, kendimle ve yaptığım iyi işlerle gurur duymama neden oldu. 

İslam’a olan imanım oldukça güçlü ve sağlam görünüyordu. İslam benim için sadece bir din değil, kültürümün, kimliğimin, gururumun ve varlığımın bir parçasıydı. Çoğu Müslüman’la ruhsal konularda konuşup tartışmaktan hoşlanırdım. Sık sık kuşkuya kapılır, her şeye saf bir şekilde inanmazdım. Zaman zaman köktendinciliğe, zaman zaman da ateizme doğru yönelirdim. Denizaşırı bu ülkeye yerleştiğimde farklı din ve geçmişlere sahip insanlarla ilişki kurma fırsatım oldu. Çoğunlukla gerçeği arayan biri olduğumu düşünürdüm. Ama aslında, tek yapmaya çalıştığım haklı olduğumu göstermekti. Ne zaman gerçeğin benim tarafımda olmadığını fark etsem, hemen bir mazeret arkasına saklanırdım. Bir de yüreğimdeki korku beni yönlendiriyordu. İslam’ın izin verdiğinin ötesini araştırmaya çalışsam Allah’ın laneti ve gazabından korkuyordum. Ne olursa olsun gururumu korumak istiyordum.

Yaşamımı etkileyen hatırladığım şeyler neler mi? Bebekken, tehlikeli bir hastalığa yakalanmışım. Annem beni hastanenin yoğun bakım ünitesinde üç gün bırakması gerekmiş. Bana bakan hemşire Katolik bir rahibeymiş. Büyüdüğümde babam bir kaç kez, ‘O rahibe senin hayatını kurtardı’ dedi. Ne demek istediğini ve neden bunu söylediğini hiç anlamamıştım. Hıristiyan olduğumda, hikâye bana geri geldi ve babamın bana ne söylemek istediğini anladım. O rahibenin ellerinde yaşam ve ölüm arasında gidip gelirken, rahibe benim için dua etmiş. Rab onun dualarına yanıt vermiş ve iyileşmişim. Yaşamımı o rahibeye borçluydum. Onun duaları ve sevgisi bereketi için minnettarım.

Gençlik dönemimde annem ağır bir hastalık geçirdi ve hastanede kalması gerekti. Benim bebekken kaldığım hastaneden farklıydı ama yine de Katolik rahibelerin gözetiminde bir hastaneydi. Rahibelerden biri çalışkandı fakat insanlara karşı merhamet ve saygısı oldukça kıttı. Acımasızlığı yüzünden herkes ondan nefret ediyordu. Yaptığı birçok iyi şeye karşın, bence insanlara karşı sevgisizliği gerçek hizmetini mahvediyordu. Böylece İsa Mesih’i yanlış bir şekilde temsil ediyordu. Onunla ilgili hala kötü anılarım var ve onu bağışlamakta zorlanıyorum.

Yaşamımı başka ne etkiledi? Bir seferinde bir arkadaşım kendisiyle bir video izlemem için beni davet etti. Ünlü Müslüman araştırmacı Ahmed Deadat’la bir Hıristiyan araştırmacının münazarasıydı. Hatırladığım kadarıyla konu hangisinin Tanrı sözü olduğuyla ilgiliydi – Kutsal Kitap mı, Kuran mı? Münazara benim için tıpkı televizyonda seyrettiğim boks maçları gibi bir saatlik bir eğlenceydi. Bu tartışmayı gerçeği bulmanın bir yolu olarak görmemiştim. Münazara sonunda ikisinin de kazanmadığını görmüştüm. Söylediklerinden faydalandığıma inanmadım.

Denizaşırı bu ülkeye ilk yolculuğumda iki yabancıyla yaşadım. Biri, dıştan bakıldığında dindar olan bir Arap’tı, diğeri ise kültürel olarak Hıristiyan olan bir batılıydı. Biz Müslümanlar, Hıristiyan’ı İslam’a döndürmeyi planlıyorduk. Mesih’i reddedip Muhammed’i izlemesi için çok çaba harcadık ama çok inatçıydı. Onunla Hıristiyanlık, özellikle de İsa’nın tanrılığı hakkında yaptığım son konuşma sırasında konuşmamız aşağı yukarı şöyle sonuçlandı:

“Tanrı’nın her şeye gücünün yettiğine ve O’nun için hiçbir şeyin olanaksız olmadığına inanıyor musun?” diye sordu.
“Evet, tabii ki!” diye karşılık verdim.
“O zaman O’nun için dünyaya gelip insan biçimi alması olanaksız mı?” diye sordu.

Bu meydan okumaya karşılık veremeden birden biri odaya girdi ve konuyu değiştirmemiz gerekti. Daha sonra hatalı olduğunu kanıtlamak için yanıt bulmaya çalıştım ama bulamadım. Utanmamak için konuyu göz ardı ettim çünkü bana meydan okuduğu konu İslami inançlarıma aykırıydı. Konuyu bir daha açmadık ama yüreğimin derinliklerinde İsa Mesih’e iman tohumu o gün atıldı.

Dıştan bakıldığında Hıristiyanlığa dönmemden sonra, İslam ve Hıristiyanlığı bir araya getiren ipuçları bulmak için Kutsal Kitap’ı didik didik etmeye başladım. Fakat aksine aralarındaki farkın giderek daha genişlediğini gördüm. O kadar ki bu iki din aynı kaynaktan gelmiş olamazdı. Biri Tanrı’dan olsa, diğeri olamazdı. İslam’ın, Kutsal Kitap’ın Yahudiler tarafından değiştirildiği ya da bozulduğuyla ilgili iddiası benim için artık ikna edici değildi. Bundan kısa bir süre sonra kafamı daha da fazla karıştıran sorularla karşılaştım. Bunları şöyle sıralayabilirim:

1- Allah Tanrı’nın gerçek ve kişisel ismiyse, neden bu ismi Kutsal Kitap’ta kullanmadı?
2- Kuran’ın Allah’ı ve Kutsal Kitap’ın Yehovası’nın her iki kitapta da konuşan aynı Tanrı olamayacağı açıktır. Hangisi gerçek Tanrı?
3- Kutsal Kitap’ta Muhammed ve İslam’ın gelişini belirten ayetler hangileridir?
4- Kuran ve Kutsal Kitap aynı Tanrı’nın kitaplarıysa, o halde neden birbiriyle çelişiyorlar?
5- Hıristiyanlar neden İsa’nın Tanrı ve Tanrı’nın Üçlübirlik olduğunu ileri sürüyorlar? Bu konuyla ilgili Kutsal Kitap’ta ne gibi kanıtları var?
6- Tanrı gerçekten varsa,peygamberlerle gerçekten konuştuysa ve hala Hıristiyanlarla konuşuyorsa benim gibi biriyle de konuşamaz mı?

Hayatımın o döneminde kimseye açılıp sorularımı paylaşamıyordum. Korkudan bütün kuşkularımı içimde saklıyordum. Bu düşünceler bana işkence ediyordu. Kilise önderimizin Hıristiyanlıkla ilgili bu kuşkulara sahip olduğumu bilse beni kiliseden atıp işimi geri alacağını düşündüm. Bu korkuların beni karanlıkta ve kendi kontrolü altında tutmak için Şeytan’ın bir yalanı olduğunun farkında değildim. Tanrı önünde kuşkularım ve sorularımla her zaman dürüst olabileceğimi bilmeliydim. Tanrı’ya karşı daha dürüst olsaydım hayatım kesinlikle daha basit olurdu. 

İSA’NIN MÜDAHALESİ

Gerçeği göz ardı edip bu kirli oyuna devam edemeyecektim. Bu kez bedeli ne olursa olsun gerçeği bulmaya karar verdim. Üç gün yemek yemeden oruç tuttum, sadece su içtim. İlk kez yüreğimin ta derinliklerinden dua ettim. Âdem ve İbrahim’in Tanrısına seslendim. Evrenin Yaratıcısına, kim olursa olsun Sonsuz Tanrı’ya seslendim. Bana sadece gerçeği, çıplak gerçeği göstermesini istedim. O’na sorularımı yanıtlarsa, bana kendisini açıklarsa, İslam dışında başka bir inanç da olsa, Hıristiyanlık ya da Yahudilik de olsa O’nun yolunu izleyeceğime söz verdim.

Birkaç hafta boyunca bekledim ama hiçbir şey olmadı gibi görünüyordu. Çok endişelendim ve depresyona girdim. Sonunda kilise önderiyle görüşmeye karar verdim. Hala o Cumartesi akşamını hatırlıyorum. O akşam toplantımızın sonunda, ona Kutsal Kitap’ta hiçbir yerde İsa’nın Tanrı olması ya da Tanrı’nın Üçlü Birlik olması hakkında bir şey görmeğimi söyledim. Hemen ve rahat ve yumuşak bir şekilde, Kutsal Kitap’ını açtı ve aşağıdaki ayete bakmamı istedi: 

(İsa dedi) “Ben ve Baba biriz.” Yahudi yetkililer O'nu taşlamak için yerden yine taş aldılar. İsa onlara, "Size Baba'dan kaynaklanan birçok iyi işler gösterdim" dedi. “Bu işlerden hangisi için beni taşlıyorsunuz?"
Şöyle yanıt verdiler: "Seni iyi işlerden ötürü değil, küfür ettiğin için taşlıyoruz. İnsan olduğun halde Tanrı olduğunu ileri sürüyorsun.” (Yuhanna 10:30-33)

“İnsanların tanıklığını kabul ediyoruz, oysa Tanrı'nın tanıklığı daha üstündür. Çünkü bu, Tanrı'nın tanıklığıdır, kendi Oğlu'yla ilgili olarak yaptığı tanıklıktır. Tanrı'nın Oğlu'na inanan, yüreğinde Tanrı'nın tanıklığına sahiptir. Tanrı'ya inanmayansa O'nu yalancı durumuna düşürmüş olur. Çünkü Tanrı'nın Oğlu'yla ilgili tanıklığına inanmamıştır. Tanıklık da şudur: Tanrı bize sonsuz yaşam verdi, bu yaşam O'nun Oğlu'ndadır. Kendisinde Tanrı Oğlu bulunanda yaşam vardır, kendisinde Tanrı Oğlu bulunmayanda yaşam yoktur.” (1.Yuhanna 5: 9-12)

“Yine biliyoruz ki, Tanrı'nın Oğlu gelmiş ve gerçek Olan'ı tanımamız için bize anlama gücü vermiştir. Biz gerçek Olan'dayız, O'nun Oğlu İsa Mesih'teyiz. O gerçek Tanrı ve sonsuz yaşamdır.” (1.Yuhanna 5:20)

Birden, inanılmaz bir şey oldu. Sanki gözlerim kör olmuştu ya da kara bir ruhsal örtüyle örtülmüştü ama sonra görmeye başladım. Kutsal Kitap’ımı alıp okumaya başladım. Ama bu kez anlayarak okuyordum. Sanki göksel ışık Kutsal Kitap’ı benim için aydınlatıyordu. Kutsal Kitap’ın sözlerini okurken sözler canlandı ve içime ilahi bir güç taşıdı. Daha önce aklımı karıştırmış olan peygamberliklerdeki sembolik sözcükleri ve Müjdelerin saklı gizlerini anlamaya başladım.

Göklerden aldığım bu ışıkla ve Kutsak Ruh’un rehberliğinde Kutsal Yazılar’ı okuduğum üç gün içinde aradığım pek çok yanıtı buldum. Örneğin, Üçlübirlik’le ilgili, İsa’nın tanrılığı, çarmıha gerilmesi, dirilişi ve her ikisinin amacıyla ilgili sorularımın yanıtlarını buldum. Gerçek Tanrı’nın sadece duaları işitip yanıtlayan ve mucizeler yapan biri olmadığını, aynı zamanda bizlerle kişisel ve yakın bir ilişki kurmak isteyen bir Tanrı olduğunu fark ettim. Bizlere kul olarak değil, dost olarak davranmak istiyor. İsa’yı dinleyin:

“Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur. Size buyurduklarımı yaparsanız, benim dostlarım olursunuz. Artık size kul demiyorum. Çünkü kul efendisinin ne yaptığını bilmez. Size dost dedim. Çünkü Babam'dan bütün işittiklerimi size bildirdim. Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim. Gidip meyve veresiniz, meyveniz de kalıcı olsun diye sizi ben atadım. Öyle ki, benim adımla Baba'dan ne dilerseniz size versin.” (Yuhanna 15:13-16)

GERÇEK DÖNÜŞ

Kararımı vermiştim; İslam’ı, Müslüman ismimi reddedip, tek gerçek Tanrı Mesih’e iman edip sonsuza dek O’nu izlemeye karar verdim. Ertesi sabah kilise önderimi arayıp kararımı paylaştım. Yeniden vaftiz olmam gerektiğini de söyledim. Önce bana karşı çıktı ama sonra ben ısrar edince bu konuda dua edip Tanrı’nın yönlendirişini aramaya karar verdi. O akşam bir araya geldiğimizde, Tanrı’nın bu konuda onayını aldıktan sonra beni yeniden vaftiz edeceğini söyledi.

İslam’ı inkâr ettikten ve beni ona bağlayan her şeyi reddettikten sonra günahlarımı itiraf edip İsa Mesih’i tek Kurtarıcım olarak kabul ettim. Bu kez itirafım gerçek imanla ve İsa’ya tam bir güvenle yapılmıştı. Vaftiz oldum. Suya girmem günahlarım karşısında ölü olduğumun sembolüydü. İsa öldüğünde sanki onunla ölmüştüm çünkü O benim için ölmüştü. Cezam onun ölümünde çekilmişti. Vaftizin, imanlının yaşamındaki içsel değişimin dışsal bir göstergesi olduğu öğretilmişti ve buna inanıyordum. Vaftizim, İsa Mesih’le özdeşleşmemin topluluk önünde görülmesi ve içinde olan değişime topluluk önünde tanıklık etmem demekti. Bunu nasıl yapmazdım? Yaşamımda ne şaşırtıcı, doğaüstü bir değişim olmuştu! Aşağıdaki ayette Tanrı’nın vaat ettiği bu armağanı aldığınız anda ne demek istediğimi anlayacaksınız.

“Çünkü günahın ücreti ölüm, Tanrı'nın armağanı ise Rabbimiz Mesih İsa'da sonsuz yaşamdır.” (Romalıları 6:23). Cennetteki sonsuz yaşam armağanı!

Kısa bir süre için suya battıktan sonra tekrar çıktım. Sudan çıkmak yeni bir yaşama, İsa Mesih’te yeni bir yaşama dirilişimin sembolüydü. Bu süreç içinde sadece lakabımı kullandım. Çünkü eski adım inkar ettiğim Müslümanlıkla ilgili şeylerin bir parçasıydı. Sonra kilise önderimiz benim için dua etti. Bu kez vaftizimin bir anlamı vardı. Kendimi İsa’ya teslim etmiş ve gerçekten ve ruhsal olarak yeniden doğmuştum.  

Mesih’e dönüşümden sonraki yıllar içinde Yahudi ve batılı insanlara karşı biriktirdiğim nefret ve acılık tamamıyla ortadan kalktı. Yıllar boyunca mücadele ettiğim ve bir türlü yenemediğim bir alışkanlığımdan kurtuldum. Bunlarla ilgili ilginç olan bunları Tanrı dışında kimsenin bilmiyor olmasıydı. Kilisemde kimse bu gizli günahlardan şifa bulmam için dua etmiyordu çünkü bunlardan kimseye söz etmemiştim. Bunlardan birdenbire ve mucizevî bir şekilde iyileştim.

YENİLENME SÜRECİ

Yaşam değiştiren bu konuşmadan sonra üç buçuk yıl geçti. Bu yıllar benim için kişiliğim, karakterim, düşünce yapım ve davranışlarımda bir yenilenme ve değişim yılları oldu. Bu dönemde Rab ihtiyaçlarımı karşıladı ve borçlarımı ödemek için gereken parayı sağladı. Yeni belgeler almak için kapıyı açtı. Resmi olarak adımı değiştirmeyi bile düşünüyorum. Tanrı bana bir eş verdi hem de  aradığım ve yaşam ortağı olarak ihtiyaç duyduğum eşi. Bana yeni bir aile, sayısız akraba ve imanda birçok arkadaş verdi. Hala kilisede kapıcı ve bekçi görevime devam ediyorum. Müslümanlar için Hıristiyan inancıyla ilgili makale ve malzemeler yazmaya başladım. Bu tanıklık yazdıklarımın bir kısmı.

İncil’deki İsa’nın dün, bugün ve sonsuza dek aynı olduğu ifadesi doğrudur. Biz O’nu hayal kırıklığına uğratsak da O bizi asla hayal kırıklığına uğratmayan nihai sadık arkadaşımızdır. Hayatımda ve hayatımın tam merkezinde İsa Mesih olmadan karmakarışık, tamamıyla mahvolmuş durumdaydım. İsa beni kurtarıp korumuş olmasaydı çoktan hapiste ya da daha kötü bir yerde olabilirdim. Fakat İsa beni dertlerimden özgür kıldı ve yaşamımı yıkımdan kurtardı. Rabbim İsa bana yeni ve bol bir yaşam verdi. Bu yaşam umut, esenlik ve sevinç dolu. İsa gelme nedeninin bu olduğunu söyledi:

“Kapı Ben'im. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur. Girer, çıkar ve otlak bulur. Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim. Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir.” (Yuhanna 10: 9-11)