headerLogo2b-18pt-myriadpro

Cennete Gitmek İçin Ne Kadar Dürüst Olmalıyım?

Türkiye’den cennete nasıl gideceksiniz? Muhtemelen kendinize sorduğunuz bu soruyu farklı bir şekilde ifade etsek çok daha iyi anlayabilirsiniz, “Tanrı neden bu kadar yüksek bir dürüstlük bekliyor?” Şöyle değiştirelim, ‘Neden dürüstlükten uzaklığı bu kadar hoşgörüyoruz?”

Buna verilebilecek en kısa yanıt, bunun çok daha kolay olmasıdır. Daha çok küçükken akranlarımızdan dürüst olmanın kabul edilebilir olmadığını öğreniyoruz. Ellerine ya da küçük kağıtlara öğretmen görmeden olası sınav sorularının yanıtlarını yazmalarına ne demeli? Peki ya daha cesur olan öğrencilerin öğretmenler odasından sınav sorularını çalmaları ve fotokopi çekip diğerlerine vermelerine ne demeli? Bu gibi şeylere katılmadığınızda ne olur? Öğretmen bakmadığında yanınızdaki öğrenciye kağıdınızı göstermezseniz ne olur? Fısıldayarak göstermenizi istediğinde ne yapacaksınız? Eğer diğerlerini izlemezseniz sosyal açıdan yeriniz ne olur? 

Sonra, babanız evde, koltukta oturduğu halde telefon eden kişiye evde olmadığını söylemenizi söylemişti. O gün ailecek alışverişe gittiğinizde satıcıya fiş kesmeden fiyatı ne kadar indirebileceğini sormuştu. Hükümetin alması gereken alışveriş vergisini ödemekten kaçınmasıyla ilgili inandırıcı olmayan bir açıklamada bulunmuştu.  06 image10628 chameleon lie deceit 45

Daha küçükken dürüstlüğün, bazı insanların söylediği gibi el üstünde tutulan bir erdem olmadığını anlıyoruz. İsteğe göre rengini değiştirebilen bukalemun gibi, yalan söylemenin ve aldatmanın soluk alıp vermek kadar kolay olduğunu görüyoruz ve durum gerektirirse kolayca dürüstlükten ödün verebiliyoruz. Umarız böyle bir şey olmaz. Yalan söylemek istemiyoruz. Yalan söylediğimiz zaman suçluluk hissediyoruz. Fakat yalan söylemenin doğal geldiğini çok iyi biliyoruz.

Hem gerçeği sevmiyoruz, hem de güvenmiyoruz. Tamamıyla dürüst olduğumuzda (dürüstlük hakkındaki bu yazıda önereceğimiz gibi), gerçek yapılması gereken için yeterli olmuyor. Patronlarımızın bizi sevmesini istediğimiz için onları pohpohlarız. Buna ‘yağlamak’ deriz. Tanrı ise yalan der. İnsanların bize hayranlık duymalarını, saygı beslemelerini istediğimiz için abartırız. Buna gerçeği esnetmek diyebiliriz. İnsanları etkilemek istediğimiz için aslında almaya gücümüzün yetmediği arabalar kullanıp, giyisiler giyeriz. Sürekli alırız ve bunun açıklaması olarak dünyada bu şekilde yaşamamız gerektiğine inandığımızı söyleriz. 

Dürüst olmamayı nasıl açıklayabiliriz? Çarpık dilimiz ve abartılı sözlerimizin arkasında yatan neden nedir?

“Yürek her şeyden daha aldatıcıdır, iyileşmez. Onu kim anlayabilir?” (Yeremya 17: 9, Eski Antlaşma)

Bunu size söylememe bile gerek yok herhalde ama denediğiniz hiçbir şey yüreğinizi değiştirmedi, değil mi? Tanrı sırtınıza elektronik bir alet koysa ve bu alet siz daha düşünürken düşüncelerinizi parlak neon ışıklı yazılarla gösterse, dışarı çıkmaya cesaret eder miydiniz? Hayır, arkadaşlarınızdan, meslektaşlarınızdan, komşularınızdan ve sevdiklerinizden çekinirdiniz. Aklınıza gelen yozlaşmış ve bencilce düşünceleri görmelerini istemezsiniz. Tanrı bunların hepsini görüyor. Çok uzun zamandır görüyor. Nitekim bu nedenle cennete gidemiyorsunuz. En azından şu anki durumunuz ve şu anki dininizle bu mümkün değildir. 

Bu nükleer bir bomba gibi vurdu sizi değil mi? Ama Tanrı her zaman size karşı dürüst olacaktır. Her zaman söyledikleri hoşunuza gitmeyebilir ama gerçeği söyler. Bunları işitmek istemeyebilirsiniz ama gerçek budur. Bu bana Albert Einstein’ın bir sözünü anımsatıyor.

“Gerçek sorun insanların yüreklerinde ve düşüncelerinde yatıyor. Bu fiziksel değil, ahlaksal bir sorundur. Bizi korkutan atom bombasının patlayıcı gücü değil, insan yüreğinin kötülük gücüdür.” 07 image10631 mask 35

Einstein haklıydı. Bu yorumu düşündüğümde aklıma insan ve kötü yollarıyla ilgili bir hikaye geliyor. İsviçre’de Basel kentinde yaşayan iki arkadaşımız var. Her yıl bu kentte yapılan bir festivalde insanlar maske takıp normalde hiç yapmayacakları şeyleri yaparak kentte dolaşıyorlar. Kimliklerini gizleyen maskeleri bu şeyleri yapmaları için cesaretlerini artırıyor. 

Bir yıl toplumlarında ahlaksal ölçünün bu şekilde terk edilmesi konusunda kaygı duyan bir grup imanlı, kentin çeşitli yerlerine üzerinde ‘Tanrı maskenin arkasını görüyor’ yazan pankartlar astılar. 

Bu uzun yanıtı bir tabloyla noktalamak istiyorum. Bugün yaşayan ve insanlara önderlik eden en güçlü iki lideri anlatıyor. Başka seçenek olmadığı için ikisi arasında seçim yapmanız gerekiyor. Hangisini seçeceksiniz? 

 

                          ŞEYTAN

                      RAB İSA MESİH

Herkesi suçlar

Günahkarı savunur

Kendisini yücelterek insanı mahvedip,  günaha tutsak olmasına neden olmuştur.

Kendini alçaltarak insanların günahtan özgür olmasını sağlamıştır.

Bizleri Tanrı önünde suçlar.  

Tanrı önünde bizim için yakarışta bulunur.

Kendisini izleyenler onun gibi mahvolacaktır.

Kendisini izleyenler egemenliğini paylaşacaktır. 

İnsanlar onun gibi olur.

İnsanlar O’nun gibi olur.

Yalancı ve aldatıcıdır.

Yol, gerçek ve yaşamdır.

Özgürlük vaat eder ama insanları köle yapar.

Köleleri alır ve onlara özgürlük verir.

İnsanları Tanrı’dan uzaklaştırır.

Tanrı’ya giden tek yoldur.

Ölüme neden olur.

Ölümden kurtarır.

Tanrı’nın isteğine karşı koyar.

Kendisini Tanrı’nın isteğine teslim eder.

Zalim ve sadisttir.

Cömert ve merhametlidir.

 

Tanrı’nın maskenizin arkasına yeni bir insan koymasına izin verin. Buna ne dersiniz? İsa’nın uğruna öldüğü günahkarlardan biri olduğunuzu kabul edin. “Bir kimse Mesih'teyse, yeni yaratıktır. Eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur.” (2. Korintliler 5:17, İncil)