Kazanmama Gerek Olmayan Tek Sevgi
Türkiye’de laik bir ailede doğup büyüdüm. Ailenin ortanca çocuğu olarak annemle babamın bize karşı sevgisi ve ilgisini hiç anlayamadım. Ailenin en ‘komik’ üyelerinden biri olarak bilinen teyzem yıllar boyunca, annem ve babamın beni sevmesinin ne gibi özel bir nedeni olabileceği konusunda şakalar yapardı. Ablam ilk doğan olduğu ve erkek kardeşim ‘bebek’ veya ‘sonuncu’ olduğu için bana bir şey kalmıyordu. Şakalarının benim üzerimdeki derin etkisini hiçbir zaman anlamadı, ben de neden sevilmediğimi hiç anlayamadım. Kimse gerçeğin bana açıklanmasına ihtiyaç duyduğumu bilmiyordu. Kızları olduğum için annemle babamın beni sevdiğini bilmeye ihtiyaç duyduğumu kimse anlamıyordu. Yıllar boyunca kendimi reddedilmiş ve sevilmemiş hissettim. Zaman geçtikçe annemle babamın sevgisi yaşamımın tek amacı halini aldı.
Beş yaşındayken annemle babam çalıştıkları sırada bana bakması için bir bakıcı bulamadılar. Annem ilkokul öğretmeniydi ve beni yanında, öğretmenlik yaptığı okula götürmeye ve birinci sınıflarla bırakmaya başladı. Bundan sonra günlerim birbirine benzer bir rutinle geçmeye başladı. Gündüzleri sınıftaydım ve evde kitaplarımla oynardım. Henüz okuma yazmayı bilmiyordum ama harflere bakıp biçimlerine göre hikayeler uydururdum. Bir gün kitaplarıma bakarken harfler resim yerine kelimeler oluşturdu, kelimeler cümleler oluşturdu ve artık hikaye uydurmama gerek kalmadı- artık okuyabiliyordum. Annemle babam, ‘kendi kendime’ okumayı öğrendiğimi keşfettiklerinde çok sevindiler.
Okul yılının sonuna doğru annemin okulu yıllık öğretmen teftişinden geçiyordu. Bir gün okulun müdürü müfettişle birlikte benim sınıfıma geldi. Sınıfta sorularını yanıtlayabilen tek çocuk bendim. Annemle babam bunu duyduklarında çok şaşırdılar ve memnun oldular. Böylece, birinci sınıfta öğrendiğim diğer şeylerle birlikte annemle babamın ‘sevgisini’ kazanmanın en kolay yolunun okulda başarılı olmak olduğunu öğrendim.
Bu keşif yaşamımı dramatik bir şekilde değiştirdi. O günden sonra çok rekabetçi oldum, daha iyisini yapmak tek arzum haline geldi- sınıf arkadaşlarımdan, kardeşlerimden ve hatta en son performansımdan daha iyisini yapmak. Sonuç olarak, okulumdaki en iyi öğrencilerden biri oldum. Babam bilime bayılırdı, çok küçük yaşlarda bu sevgiyi bana da aşıladı. Performansımdan bağımsız olarak beni kabul ediyor gibi görünüyordu ama annemin sevgisi başarılarıma bağlı gibi geliyordu bana. Böylece babam iyi bir arkadaş oldu ama ben kendimi annemden soyutladım.
Üniversite giriş sınavlarına hazırlanırken hayalim biyoloji fakültesine girmekti. Doğa beni büyülüyordu, bu ve babamdan öğrendiğim bilim sevgisi biyoloji çalışma arzumu besliyordu. Sınavın sonuçları açıklandığında üçüncü tercihim olan Biyoloji fakültesini kazandığımı öğrendim. Babamın isteği üzerine ilk iki tercihim Türkiye’nin en iyi tıp fakülteleriydi. O kadar heyecanlı ve mutluydum ki! Müjdeyi annemle babama vermek için sabırsızlanıyordum.
Ne var ki, beni büyük bir hayal kırıklığı bekliyordu. Kızlarının tıp fakültesine gitmesi fikri onlar için o kadar cazipti ki, ‘sadece’ biyoloji bölümünü kazanmış olmam onlar için düş kırıklığı oldu. Hayal kırıklıkları ilk olarak derslerimde, sonra da ‘sevgilerini’ kazanmakta başarısız olduğumu gösterdi. O kadar çok çalışmıştım ki- hepsi acı bir son için. Böylece üniversiteye başladığımda yüreğimin içinde acılık vardı.
Fakat üniversiteye başladığımda içimdeki şeyler değişmeye başladı. Zamanımın çoğunu biyoloji kitaplarıma gömülmüş bir şekilde geçiriyordum, biyolojik açıdan yaşamın karmaşıklığı ve kusursuzluğu karşısında hayret duyuyordum. Öğrenmeyi, annemle babamın onayını kazanmak için değil, sırf öğrenmek için sevdiğimi fark ettim. Artık olgunlaşıyordum! Böylece acılık duygularımın yerini kısa bir süre içinde çalışma alanım için duyduğum büyük coşku aldı.
İçimde gerçekleşmeye başlayan diğer bir değişim de dine ilişkin inançlarımla ilgiliydi. Laik bir ev ortamında yetişmiştim. Ailem dindar olmadığı halde olağan geleneklere uyardık. Fakat namaz kılmaz ve oruç tutmazdık. Yaz tatillerinde arkadaşlarım namaz kılmasını ve Kuran okumasını öğrenmek için camiye giderdi. Fakat bizim evimizde bu gibi şeylerden söz edilmezdi bile. Büyürken evrenin ‘Büyük Patlama’ sonucu oluştuğuna ve yaşamın bir dizi rastlantısal olayla oluştuğuna inanırdım. Tanrı hakkında inandıklarım da arkadaşlarımın inançlarından çok farklıydı. Bana göre Tanrı insanlar tarafından yaratılmıştı. Evrimsel konuşmak gerekirse, bütün ilkel toplumlarda güçlü ve sorgulanmayan bir lidere ihtiyaç duyulmuştu. Fakat insanlar sosyal gruplar dışında yaşama becerilerini geliştirdikçe sorgulanmayan lider ihtiyacı kayboldu. Sorgulanmayan bir şeye inanma ve itaat etme güdüsü hala güçlü olduğu için insan Tanrı’yı yarattı. Bu inançtan çok memnundum. Gerçekten de sıra dışı inançlarımla gurur duyuyordum.
Fakat üniversitenin birinci yılında inandığım her şeyin ellerimde çözüldüğünü hissediyordum. Zooloji, Botanik, Moleküler Biyoloji, Kimya ve Sitoloji dersleri aldığımda yaşamın rastlantısal olayların bir ürünü olamayacak kadar kusursuz olduğunu gördüm. Bir gün bir mikroskopla bakıp bu küçük hücreyi hayretle izlerken bir Tanrı, bu yaşamın bir Yaratıcısı olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum!
Kafam çok karıştı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bir gün- biraz utanarak- babamla konuşmaya gittim ve ne düşündüğümü anlattım. Sözümü kesmeden beni dikkatli bir şekilde dinledi ve gülümseyerek şöyle yanıt verdi: "Düşüncelerinden ötürü utanmanı istemiyorum. Tanrı olduğuna inanıyorsan araştır ve bulacaksın.’ İki yıl boyunca İslam’ı araştırmak ve uygulamak böyle başladı işte.
İslam’a duyduğum ilgi en çok annanemi memnun etti. Hemen bir Kuran ve İslam’la ilgili kitaplar satın aldı. Zemzem suyu getirip bana içirdi ve günahlarımdan tövbe etmemi, günahtan uzak duracağıma söz vermemi ve Kelime-i Şahadet getirmemi istedi.
Başta, İslam ve Kuran’ın ne hakkında olduğu beni pek ilgilendirmiyordu. Benim tek bilmek istediğim Tanrı’ydı. Sureleri ezberledim ve dua etmeyi öğrendim. Her Perşembe gecesi Kuran’ı okuyor ve Ramazan’da oruç tutuyordum. Çok çalışıyordum, uyguluyordum ama yaşamımda değişen tek şey artık farklı bir dizi kuralı uyguluyor olmamdı. Tanrı’yı, babama Tanrı olduğunu düşündüğümü söylediğim gün tanıdığımdan daha fazla tanımıyordum. Daha iyi bir insan olmuş olabilirdim ama bunların hepsi benim gücümle ve benim inisiyatifimle gerçekleşiyordu. İçimin derinliklerinde farklı olmadığımı biliyordum. Üstüne üstlük İslami kitaplarım ve bana yol gösteren kişilerden öğrendiklerim de yardımcı olmuyordu. İki yılın sonunda, bulgularım ve deneyimlerim nedeniyle büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordum- hatta incinmiştim. Kendimle mücadele ederek geçirdiğim günler, gecelerden ve yanıldığım için duyduğum utançtan sonra babamın yanına gittim ve Tanrımı bulamadığımı söyledim. Son derece üzgündüm.
O yılın yazında Körler Okulunda okuyucu olarak çalışmaya başladım. Burada Hindu bir grupla ilişkisi olan bir bayanla tanıştım. Bu grup hakkında daha fazla bilgi sahibi olma düşüncesi beni heyecanlandırıyordu. Bu bayanla birlikte toplantılarına gitmeye başladım. Tüm yaz boyunca onlarla birlikte Hinduizm’in- ve Budizm’in- temel ilkelerini çalıştım. İslam konusunda hayal kırıklığına uğradığım için bunlarda da iman adımı atmak konusunda çekiniyordum. Bu grubun üyelerinden biri eski Türk dinleriyle ilgileniyordu ve bana bu dinlerin temellerini anlamam için yardımcı oldu. Yazın sonunda araştırmamın sonucu açık seçik bir şekilde ortaya çıktı. Bütün bu dinler insanlar tarafından toplumu düzenlemek üzere yaratılmıştı. Tanrı yoktu. Ateizmle dışında başka bir şey kalmamıştı elimde.
Bundan sonra karışıklık ve şaşkınlık yaşadığım bir süreçten geçtim. Sevinç ve huzur yüreğimi terk etti. Umudumu yitirmiştim- gelecek umudu, Tanrı’yı bulma umudu veya insan varoluşundan daha büyük bir şeyi bulma umudu. Böylece yapmayı en iyi bildiğim şeyi yapmaya devam ettim- mükemmel bir öğrenci olmak. Kendi içimde bir doyum duygusuna ulaşabileceğimi düşündüm.
Ama olmadı. İçimdeki huzursuzluk gün geçtikçe kuvvetleniyordu ve artık kendi kendimle yaşayamıyordum. Böylece başka şeyler yapmayı denedim. Hayatı partilerde geçen insanları bilirsiniz, değil mi? İşte ben de böyleydim. İçki, sigara ve isyan- hayal edebileceğiniz her şey! Ama bunlar da beni tatmin etmedi. Giderek artan bir şekilde yüreğimde huzur olmadığını biliyordum. Değişmeyi arzuluyordum ve nasıl değişebileceğimi bilmiyordum.
İşte zihinsel, duygusal ve ruhsal olarak içinde bulunduğum bu üzücü durumda üniversiteyi bitirdim. Mezun olduğum gün, şehir merkezine doğru yürürken geleceğimi düşünmeye başladım. Önümde uzun bir hayat olduğunu biliyordum ama bu hayatla ne yapacağımı bilmiyordum. Sıkılmış bir şekilde bir mağazaya girdim ve aynanın önünde durdum. Kendime baktığımda gördüğümü beğenmediğimi fark ettim. Kim olduğumu düşündüğümde gözlerimde yaşlar birikti. Bu an benim için bir dönüm noktasıydı. Hayatımı değiştirmeye ve farklı bir insan olmaya karar verdim- iyi bir iş, iyi bir kariyer, iyi bir aile ve iyi bir gelir. Dünyadaki sıradan insanlara baktım, yaşamlarının benimkinden farklı olmadığını ama mutlu göründüklerini düşündüm. Sıradan bir insan olmaya çalışmaya karar verdim. Böylece sigara içmeyi, içki içmeyi ve bu tür bir yaşam biçimine sahip ‘arkadaşlarımla’ takılmayı bırakmaya karar verdim. İlk işime girdim, oldukça iyi bir maaşı olan bir işti. Aynı zamanda, okula geri döndüm ve Master derecemi aldım ve doktoram üzerinde çalışmaya başladım.
Ama bütün bu şeyler bile beni tatmin etmedi. İçimde gece ve gündüz kendimle mücadele edip duruyordum. Kutsal Kitap’ta Tanrı şöyle diyor:
“Çünkü halkım iki kötülük yaptı: Beni, diri suların pınarını bıraktı. Kendilerine sarnıçlar, su tutmayan çatlak sarnıçlar kazdılar.” (Yeremya 2:13)
Yüreğim kırık bir sarnıç gibiydi. Tıpkı İslam’ın beni hayal kırıklığına uğratması gibi ben de kendimi hayal kırıklığına uğratıyordum.
Eylül 1992’de doktora programımın sonuna yaklaşırken, fakültedeki profesörlerimden biri Amerika’da farklı bir doktora için çalışma fırsatı sağlayacak bir burs olasılığından söz etti. İlk önce şöyle düşündüm, "Hayır, şimdi ben birini bitirmek üzereyim; niye tekrar başka birine başlama zahmetine gireyim ki?" Fakat karar vermek sadece yarım saatimi aldı, "Evet, denemek isterim." Bursu aldım ve kendi doktora programımı bıraktım. Her şeyi arkada bırakarak tüm yaşamımı iki valize sığdırdım ve her şeye yeniden başlamak üzere Amerika’ya geldim. Burada işlerin farklı olacağına dair bir his vardı içimde.
Amerika’da her şey farklıydı ve bu benim hoşuma gitmiyordu. Dürüst olmak gerekirse, büyük bir nefret duyuyordum. İngilizce bilmiyordum, kültürü bilmiyordum ve burada kimseyi tanımıyordum. Burada her şey benim için tuhaftı. Kendime tekrar tekrar sordum, "Evimde ihtiyacım olan her şeye sahiptim, o halde neden buraya geldim?" Tabii ki, bu sorunun yanıtını, hatta yanıt olup olmadığını bile bilmiyordum. Ama eve dönmedim. İngilizce çalıştım, Amerikan kültürünü anlamaya çalıştım ve yurtta arkadaş edindim. Arkadaşlarımın yeniden doğmuş Hıristiyanlar olduğunu öğrendim. Bana imanlarından bahsediyorlardı. Hepsi, iyi, yardımcı, akıllı, dindar ve fazlasıyla beyni yıkanmıştı! İnsanın hem akıllı hem de dindar olabileceğine inanmıyordum. Amerika’daki yeni yaşamıma uyum sağlamama yardım ettikleri için ben de yanıldıklarını görmeleri için onlara yardım edebileceğimi düşündüm.
Bir şeye karşı mücadele edecekseniz bu şeyi iyi bilmeniz gerekir. Böylece ben de bana bir Kutsal Kitap vermelerini istedim. Çelişkiler ve tutarsızlıklar bulacağımdan emin olarak okumaya başladım. Fakat- gerçekten bunu anlatmanın başka bir yolu yok- bir mucize oldu! Her gün, okuduğum sözler yüreğime daha fazla huzur ve yaşamıma umut getirdi. Ayrıca, incelediğim diğer dinlerden farklı tarafları nedeniyle Hıristiyanlık beni derinden etkiledi. Pek çok yönden eşsizdi fakat bunların dördü benim için özellikle önemliydi.
Birincisi, İsa Tanrı’ya giden tek yol olduğunu iddia eden tek Kişiydi. Bu da bana büyük bir güven veriyordu! Hıristiyanlık, Tanrı’ya ulaşma konusunda kesinlikle belirsiz bir öğretişe sahip değildi. İsa şöyle diyor,
“İsa, ‘Yol, gerçek ve yaşam Ben'im’ dedi. ‘Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.’” (Yuhanna 14:6, İncil)
İkincisi, insanların günahları, iyi işlerle geçersiz hale getirmek yerine bağışlanabilirdi. Diğer tüm dinlerde, insanın işlediği günahlardan ötürü cezalandırılması gerekir ama Hıristiyanlıkta insanın günahları bağışlanabilir. Benim kadar uzun bir süre günahta yaşadıktan sonra günahlarımın cezasını ödemeyi asla bitiremeyeceğimi biliyordum. Bağışlanmaya ihtiyacım vardı. Bence insanlar, zayıflıklarında, bağışlamanın gerçek anlamını bilmiyorlar. Bu cömert bağışlama ancak Tanrı’dan gelebilir.
Üçüncüsü, insanın kurtuluşu için çalışmasına gerek yoktur- yani sevap işleyerek cennete girmeyi hak etmek mümkün değildir. Kurtuluş Tanrı’nın lütfuyladır. Hayatım boyunca, özlediğim ama sahip olmadığım huzuru ve umudu kazanmaya çalıştım. Bu nedenle, benim Tanrı’ya ulaşmaya çalışmam yerine Tanrı’nın bana uzandığını görmek çok anlamlıydı.
Dördüncüsü ve sonuncusu, Tanrı beni olduğum gibi seviyordu. Sevgisini kazanmak için hiçbir şey yapmama gerek yoktu. Sadece var olduğum için Tanrı için önemli olduğumu keşfettim. Bu gerçek bana diğer dinlerden farklı gibi geldi.
Hıristiyanlığın insan yapımı bir din olmadığına ikna oldum. Böylece, giderek artan bir arzuyla Kutsal Kitap okumaya devam ettim. 6 Şubat 1993’te Kutsal Kitabımı okurken bir ayet beni çok etkiledi:
“Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim. Gidip meyve veresiniz, meyveniz de kalıcı olsun diye sizi ben atadım. Öyle ki, benim adımla Baba'dan ne dilerseniz size versin.” (Yuhanna 15:16, İncil)
Sonra, sorumun yanıtını bulduğumu fark ettim. Amerika’ya gelmiştim çünkü Tanrı beni seçip oraya getirmişti öyle ki kendisini tanıyabileyim. O gün, dua edip İsa’yı kişisel Kurtarıcım olarak kabul ettim. O gece, dua edip İsa’yı Rabbim ve Kurtarıcım olarak kabul ederken çok huzursuzdum. Uyumaya çalıştım ama gece boyunca sorular beni rahatsız edip durdu. "Kültürel olarak asimile mi olmuştum?" "İnancımı değiştirmem kültür şoku sonucu muydu?" Sabahleyin kalktım ve deliriyor olabileceğime karar verdim ama bekleyip görmek dışında başka bir şey yapamazdım.
Birkaç ay sonra Tanrı sorularıma tekrar yanıt verdi. 12 yaşımdan beri beni seçtiğini ve beni Egemenliği için hazırladığını gösterdi. O zamanlar bir rüya görmüştüm, rüyamda yüzüyordum. Karanlıktı ve gökyüzünde hiç yıldız yoktu. Bir süre yüzdükten sonra durdum ve gökyüzüne baktım. Aniden, bir yıldızın parladığını gördüm. Gözlerimi kapadım ve bir dilek tuttum. Şöyle dedim, "Sabahyıldızı bana yaşamın sırrını açıkla." Uyandığımda, rüyamdan derin bir şekilde etkilenmiştim. Aileme ve arkadaşlarıma rüyamı anlattım ama kimse ilgileniyor gibi görünmedi. Rüyamı çok ciddiye aldığım için benimle dalga bile geçtiler. Birkaç gün sonra rüyayı unutmuştum.
Ama rüya beni unutmadı. Bir ay kadar sonra, tekrar aynı rüyayı gördüm. Tuhaf olduğunu düşünsem de, üzerinde fazla düşünmedim. Fakat sonra, birkaç ay sonra, aynı rüyayı tekrar gördüm. Aynı rüyayı birkaç ay arayla yıllar boyunca gördüm. Bu kalıp inancımı değiştirmemden birkaç ay sonrasına kadar böyle devam etti- ta ki, İncil’in son bölümünde bir ayeti okuyana kadar,
“ ‘Ben İsa, kiliselerle ilgili bu tanıklığı sizlere iletsin diye meleğimi gönderdim. Davut'un kökü ve soyu Ben'im, parlak sabahyıldızı Ben'im.’” (Vahiy 22:16, İncil)
Bu ayeti okuduktan sonra Tanrı’nın yüreğimde yıllardır işlediğini ve yaşayan bir Tanrı olduğunu fark ettim. Bana yaşamın sırrını -sonsuz yaşam- öğretmek için beni bu noktaya getirmişti. Aynı gün, yaşamımın tümünü Tanrı’ya adayacağıma ve beni nereye yönlendirirse oraya gideceğime karar verdim. Şimdi benim en derin arzum yaşadığım sürece Rabbimi izlemek. Eğer merak ediyorsanız, tekrar o rüyayı hiç görmedim. Güneş çıktığında mumlar söndürülür.
İsa’ya inandıktan sonra yaşamım önemli bir şekilde değişti. Başlangıçta ailem beni reddetti ama yıllar içinde yaşamımda meydana gelen olumlu değişimleri gözlemlediler. İnancımı değiştirdikten birkaç yıl sonra annem, ilk kez İsa’yı izlemeye karar verdiğimi onunla paylaştığımda kızını kaybettiğini düşündüğünü ama şimdi, daha iyi bir kız kazandığına inandığını söyledi. Yıllar boyunca, annemin beni sevdiğine inanmadım; bu nedenle annemi bağışlamamıştım. Fakat Tanrı’yla, her şey mümkündür. Şimdi, annem ve ben en iyi arkadaşız ve Tanrı ve Hıristiyanlık hakkında daha fazla öğrenmeyi arzuluyor.
Hepsi bu değil.
İnancımı değiştirdikten sonra ailem büyük sıkıntıya girdi. Ailemize utanç getirdiğimi düşünmüşlerdi. Müslüman olarak doğduğumuzu ve Müslüman olarak ölmenin kaderimiz olduğunu düşünüyorlardı. Sadece benim ailem değil, pek çok arkadaşım da beni reddetti. Bazen, yaşadığım şeyler üzerimde o kadar ağır bir yük oluşturuyordu ki gün içinde pek çok kez durumumu düşünüyordum. Kendimi zayıf ve çaresiz hissediyordum ama Tanrı’nın her şey üzerinde kontrole sahip olduğunu da hissediyordum. İnancımı değiştirdiğim günden beri tüm yaşamım için Tanrı’ya güvenmenin ne anlama geldiğini öğrendim. Bunun için çok iman gerekiyor ama ‘gün be gün’ Tanrı’nın sağlayışına göre yaşamayı öğrendim. Mısır’dan Çıkış Kitabı 16. bölüm Tanrı’nın İsrailoğullarına çöldeyken her gün ihtiyaçlarını sağladığından söz ediyor. Geçmişte, İsraillilerin Tanrı’nın sağlayışı karşısında minnettarlık duymadıklarını düşünürdüm. Fakat her gün Tanrı’nın sağlayışına dayanarak yaşadıkça bunun fiziksel ve duygusal olarak zor bir durum olduğunu anladım. Fakat yaşadığım tüm bu şeyler içinde ruhsal olarak fazlasıyla bereket aldım.
Birçok kişi bana Hıristiyan olmamın buna değip değmediğini soruyor. Ben de kendime bu soruyu pek çok kez sordum. Yolculuk etmeyi seviyorum ve çok seyahat ediyorum. Bir gün ulusal bir konferansta akademik bir sunum yaparken konuşmamı pratik yapıyordum. Fakat aklım, inancımı değiştirmem nedeniyle yaşadığım sorunlara takılmıştı. Aniden, hayal kırıklıklarım ve bitkinliğim bana galip geldi. Uzun bir süre önce oynadığım bir oyunu hatırladım, ‘hayal kurmaya’ dayanan bir oyun. Zorluklarla başa çıkma konusunda bana yardım ediyordu.
Beş yaşındayken, yaz tatili için ananemin evindeydim. Bir sabah, uyandım, yatağım ve yüzümün her yerinin çikletle kaplı olduğunu gördüm. Ablamın yaptığından neredeyse emindim. Küçük bir kız olarak, evrendeki kötü şeylerin hepsinden ablamın sorumlu olduğuna inanırdım. Teyzemi çağırdım ve ablamdan şikayet etmeye başladım. Ama beni dinlemedi. Evrendeki her kötü şeyden, özellikle de benim başıma gelenlerden, ablamın sorumlu olmadığını biliyordu sanırım. Lavaboya götürdü ve beni temizlemeye başladı. Bana kızdığı için birkaç kez vurdu. Bir yandan da yatağa çikletle gitmemem gerektiğini söylüyordu. Çikletle yatmadığımı söyledim ve bu doğruydu. Ama beni dinlemiyordu. İletişim sorunu yaşadığımız açıktı. Sonra onu dinlemekten vazgeçtim ve bunun gerçek olmadığına, sadece rüya gördüğüme kendimi inandırmaya başladım. Uyanmak ve her şeyi yolunda görmek istiyordum. Ama uyanmadım. Yıllar sonra, babam öldüğünde, bu olayı düşündüm. Eskiden olduğu gibi, bunun gerçek olmadığına kendimi inandırmaya çalıştım. Sabahleyin uyanacaktım ve babam tekrar yanımızda olacaktı. Her şey yoluna girecekti. Fakat yine, uyanmadım. Böylece o gün akademik konferansa giderken şöyle düşündüm, "evet bu bir rüya, uyanacağım ve tüm sorunlar geçmiş olacak, her şey yolunda olacak." Sonra, birdenbire uyanırsam imanımın da yok olacağını fark ettim. Tanrı’yla ilişkimi de kaybederdim. Aniden, yaşadığım sorunları yaşamaya değdiğini anladım. İsa Mesih’e iman aracılığıyla Tanrı’yla sahip olduğum ilişki için bundan çok daha fazlasına katlanmaya hazırdım.