headerLogo2b-18pt-myriadpro

DaVinci Şifresi

07 davinci cover and blue eye 45Da Vinci Şifresi’nin yazarı, çok iyi bilinen bu tarihi bilgi konusunda ne yapmıştır? Bu bilgiyi önemsememiş ve Siyon Manastırı’nı kitabındaki ana konulardan biri yapmıştır. Siyon Manastırı’nın kurgu değil gerçek olduğunu ileri sürmüştür. Yazarın bildiği tek gerçek, evlenmiş bir İsa düşüncesinin duyguları harekete geçireceği ve bu düşüncenin de kitap satışını arttırmak için çok uygun bir destek olacağıdır. İsa evlenmiş miydi? İsa ve Mecdelli Meryem’in çocukları olmuş ve bu çocukların soyları İ.S. 476-750 yılları arasında Fransa’yı yöneten Merovenj hanedanını oluşturmuş muydu? Hayır, bunların hiç biri olmamıştır. Bunlar yalnızca romanları heyecanlı hale getiren hayali ve saçma öykülerdir. Gizemli bir Avrupa toplumu. Yüzyıllar boyunca korunmuş önemli bir sır. Hıristiyan kilisesinin dünyadan gizlemiş olduğu önemli bir gerçek. İyi bir kitap için nasıl da harika bir senaryo! Ancak buradaki tek sorun, İsa’nın hiçbir zaman evlenmemiş olduğudur. Ama ne yazık ki iyi niyetli okuyucular ve yazarlar ve hatta belki de siz bile bu roman aracılığıyla kandırıldınız ve bu romanın Hıristiyanlık ile ilgili uzun zamandır baskı altında tutulan gerçekleri açıklayan ilginç ve tarihi bilgiler sunduğunu sanarak yanlış bir düşünceye kapıldınız. Ama baskı altında tutulan tek şey, ne yazık ki yalnızca gerçeğin kendisidir.

Da Vinci Şifresi’nin yazarı, gerçek hakkında ne düşünmektedir? Yazarın kendi internet sitesindeki ifadesi şudur: “Romanın GERÇEK sayfasını okuduğunuz takdirde, sayfanın, romandaki belgelerin, törenlerin, organizasyonların, sanatsal ve mimari konuların tümünün var olduklarını açıkça belirttiğini göreceksiniz. GERÇEK sayfası, kurgusal karakterler tarafından tartışılan eski teorilerin herhangi biri hakkında hiçbir ifadede bulunmaz. Bu düşüncelerin yorumu, okuyucuya bırakılmıştır.”

Bir yazar olarak size bir yazarın inançlarının kaçınılmaz bir şekilde öyküsüne sızacağını söyleyebilirim. Bizler yazarken kendimize ait bir şeyleri de paylaşırız. Bay Brown’un mesajı - ya da en azından mesajlarından biri - ‘öğrenmiş olduğun hiçbir şeye güvenme’ inancını yansıtmaktadır. Aslında kendisi internet sitesinde şunu önermektedir: “Eğer kitabım kaydedilmiş tarih ile çelişiyorsa, kendinize şu soruyu sormalısınız, ‘Tarihin kendisi, tarihsel açıdan ne kadar doğru ve kesindir?” Bu noktada Bay Brown’un görüşünden ayrılıyorum. Herhangi iyi bir yazar, bir öykü oluştururken duyduğu sevinç ve heyecana sahip olmanın yanı sıra, gerçeğin yanında yer alma sorumluluğunu da üstlenmelidir. Da Vinci Şifresi’nin sınavdan geçemediği nokta buradadır. Kitapta basılı hayali üretimleri okumuş ya da tüm bunları filmde izlemiş olan sizlere tekrar sormama izin verin, kitabı okurken ya da filmi izlerken, neyin kurgusal, neyin gerçek olaylara dayanarak tasarlandığını ve aslında gerçek olmadığı halde neyin gerçek olarak sunulduğunu ayırt edebildiniz mi? Yanlış yönlendirildiğinizin farkında mıydınız?

Görünen o ki, Da Vinci Şifresi’nin yanlış bir tarihi temel aldığı itirazına karşı koymak için belirli bir konu defalarca tekrarlanmıştır. Tekrarlanan bu konunun hangisi olduğunu anladığınızdan eminim: “Önemli olan tek şey, neye inandığınızdır.” Yani, inancın kendisi, bir şeyi gerçek haline getirebilir. Doğrudan saptırılmış olan bu tür bir düşünce tarzı, yalnızca Hıristiyan tarihini yeniden yazmak isteyen gnostik müjdelerin kullanımını aklayabilirdi ve Brown’un da kitabı aracılığıyla yapmak istediği budur. Brown adeta şunları söylemektedir: “Tarihi incelemelerin geleneksel standartları ile boy ölçüşemeyiz, ama bu önemli değil. Zaten önemli olan, yalnızca neye inandığınızdır, inandığınız şeyin gerçekten var olup olmadığı önemli değildir.” Ne büyük bir saçmalık!

Nuh’un gemisiyle işi bittikten sonra Kristof Kolomb’un gemiyi devraldığına inanabilirim. Buna içtenlikle inanabilirim fakat samimi bir şekilde yanılmış olacağım kesindir! Gerçek tarihsel olgular diye bir şey vardır. Belli bir zaman ve yerde gerçekleşen olaylar o zamanın insanları tarafından kaydedilmiştir. Olaylar tarihin bir parçası olmuştur. 

Ben Kristof Kolomb konusunda nasıl yanılıyorsam, DaVinci Şifresi’nin yazarı da Hıristiyanlığın tarihi gerçekleri konusunda aynı şekilde yanılmaktadır. Yazar bize tarihi incelemelerdeki nesnelliğin bir hayal olduğunu söylemeye çalışır ve sonra kurguyu tarihi gerçek olarak sunma yolunda ilerler. Eğer yazarın önemli olan tek şeyin neye inandığımız olduğu hakkındaki düşüncesini kabul eder ve bu düşünceyi izlersek, o zaman kendisinin tarihi düzeltme çabaları kabul edilebilir hale geleceklerdir.

Da Vinci Şifresi’nin yazarı, tarih ve kurgu arasındaki çizgileri bulanıklaştırdığı ve sizi Hıristiyanlığın bir yalan üzerine bina edildiğini düşündürmeye terk ettiği için, gerçekleri kitabında yer verdiği kurgulardan ayırmak istiyorum. İznik Konseyi’nde neler olmuştu? Kitapta yazılanlara inandığınız takdirde, ilk Hıristiyanlar'ın ve İsa zamanında yaşamış olan kişilerin, İsa’nın yalnızca bir insan olduğuna inandıklarını ve bu inancın İznik Konseyi’nden önceki üç yüz yıl boyunca sürdüğünü düşüneceksiniz. Romanda bize öğretilen, ilk Hıristiyan önderlerinin İsa’yı bir tanrıya dönüştürme kararlarını bu konseyde almış olduklarıdır. Filmin sonlarına doğru Tom Hanks gerçekten tehlikeli olanı açıkça beyan eden özet bir konuşma yapar. Sophie’ye şunu söyler: “Tanrı ya da insan…insan ya da Tanrı, ne fark eder ki?” sonra şu sözleri ekler:”Belki de İnsan Tanrı’dır.”

İsa’nın gerçekten kim olduğu önemli midir?

Eğer önemli olan gerçekse, eğer önemli olan tarihse, çok şey fark eder. Romanda şu ifadeyi okursunuz: “Tarihteki o ana kadar (İznik Konseyi’nden söz etmektedir) İsa ölümlü bir peygamber ve güçlü bir insan olarak görülmekteydi. Ama yine de her şeye rağmen, sonuç olarak yalnızca bir insan olarak düşünülmekteydi. Tanrı’nın Oğlu olarak görülmemekteydi! “

Başka bir karakter, bu ifadeye, “Doğru”, diyerek karşılık verir. Sonra devam eder: “İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olarak görülmesi resmen İznik Konseyi tarafından önerilmiş ve bu yöndeki karar yine konsey tarafından alınmıştır…ve alınan bu kararda verilen oyların toplamı birbirine yakındı. “Şimdi bu konu hakkında konuşalım, ve bu konuşmayı yapabilmemiz için tarihin o dönemindeki asıl ana belgelere başvurmamız gerekmektedir. Dan Brown’un yaptığı gibi, sonraki yüzyıllarda İsa hakkında ileri sürülen mitolojilere ve düşüncelere başvuramayız.

Her şeyden önce, konseyin toplanma nedenini oluşturan Arius adındaki kişi, İsa’nın Tanrılığı’nı inkar eden biriydi. Arius, düşüncelerini kısa tekerlemeler halinde bir araya getirmişti ve bu tekerlemeleri çarşı meydanında dolaşırken şarkılara dönüştürerek söylerdi. O dönemde Konstantinopol’de bir somun ekmek almak isteseniz şu soru ile karşılaşacağınız söylenirdi: “İsa'nın ezeli olduğuna mı yoksa sonradan Oğul edinildiğine mi inanıyorsun?” İmparatorluğu yavaş yavaş parçalayan hararetli tartışmalar yaşanıyordu. Bu durumda, konseyin oluşturulma nedeni, İsa’nın Tanrılığı’nı inkar eden bir adamın varlığıydı. Konsey, Konstantin’in, İsa’yı bir tanrı yapabilmesi için oluşturulmamıştı. İsa’nın Tanrılığı zaten o dönemin kilisesinin resmi öğretişiydi. Bu noktanın altını lütfen kırmızı ile çizin. Konstantin, İsa’nın Tanrılığı’na ilişkin öğretişi, bugün aynen benim yapabildiğim gibi, elindeki Yeni Antlaşma kopyasını okuduğunda görebilirdi. Bu öğretiş aynı zamanda ilk kilise babalarının da öğretişiydi. Konstantin yalnızca bu konunun açıklığa kavuşturulması amacı ile bir konsey oluşturma kararı almıştı. Arius görüşlerini sunmak üzere konseye davet edildi. Kilise ileri gelenleri, Arius’un hatalı öğretişini reddettiler ve bu arada belirtmek isterim ki, verilen oyların toplamı, Dan Brown’ın kitabında yazmış olduğu gibi birbirine yakın değildi. O dönemde yaşayan Yahudi bir tarihçi olan Eusebius, konseydeki oylamada 316 kabul oyuna karşılık 2 red oyu verildiğini kaydetmiştir. Yalnızca iki kişi belgeyi imzalamayı reddetmişti. Dostum, tarihi kimden öğreneceğiniz konusunda lütfen dikkatli olun!

Konseydeki tartışmanın gerçek konusu, İsa’nın doğasının, Tanrı’nın doğasına benzer mi yoksa özdeş mi olduğu hakkındaydı. Bu konuda zaten bildiklerini temel alarak İsa'nın doğasının Tanrı'nın doğası ile özdeş olduğunu onayladılar. Eğer İznik İman Açıklaması’nı okursanız bu açıklamanın İsa’nın Tanrı olduğunu beyan ettiğini göreceksiniz. Dan Brown’ın romanında sunduğu şu düşünceler gülünçtür: “Konstantin, İsa’nın Tanrılığı düşüncesini politik çıkarlar amaçladığı için icat etmiştir ve konsey toplanmadan önce İsa yalnızca ölümlü bir peygamber olarak görülürdü. “Brown’un kitabını okuyabilir ya da filmini izleyebilir ve aslında aldatılıyor olmanıza rağmen, öne sürülenin tarihi gerçek olduğunu düşünebilirsiniz. İsa’nın, İznik Konseyi’nden önce yalnızca bir insan olarak görüldüğü fikri, yalnızca hayali bir uydurmadır. Konsey toplanmadan iki yüz yıl önce, İ.S. 110 yılında, kilise babalarından biri olan Ignatius’un söylediklerine kulak verelim. Ignatius, şehit edilmek üzere Roma’ya giderken, “İsa Mesih, beden almış Tanrı’dır” demekteydi. Polikarp, İreneyus ve kilisenin diğer tüm önderleri, İznik Konseyi’nden çok uzun bir zaman önce İsa’nın Tanrılığı’na inanmışlardı. İsa’nın kendisi Tanrı olduğunu söylemişti. Kilise, İsa’nın bu ifadesini kaydetmiş ve söylediğinin doğruluğuna inanmıştı. İsa’nın Tanrılığı’nın, her zaman kilisenin inanç temelini oluşturmuş bir gerçek olduğu sorgulanamaz. Konstantin, hiç kimseyi İsa’nın Tanrılığı’na inanması için zorlamamıştı.

Daha önce yazmış olduklarımı hatırlıyor musunuz? Yazarların bir roman yazdıklarında bile gerçeklik sınavını vermek zorunda olduklarından söz etmiştim. Bu sınavdan geçemeyen Da Vinci Şifresi, doğası itibarıyla yıkıcıdır, çünkü kitabın yazarı tarihin temelini mitolojiye dayandırarak tarihi kendi çıkarı uğruna çarpıtmaktadır. Brown, kitabında yer alan tüm tarihi referansların ve belgelerin doğru olduklarını ve var olan kanıtlara dayandıklarını ileri sürebilir, ama bu iddiası gerçek değildir. Örneğin, yazarın, İsa’nın Mecdelli Meryem ile evlendiği konusundaki iddiasını destekleyecek olan kanıtı nedir? Hiç bir yerde, İsa’nın biri ile evlendiğinden söz eden tek bir metin bile bulunmadığını biliyorum. Hiçbir yerde bu konuda yazılmış tek bir satır mevcut değildir! Yapabileceğiniz en iyi şey, her ikisi de gnostik müjdelerde yer alan iki metinden anlam çıkartmaya çalışmak olacaktır- ikinci ve üçüncü yüzyıllara ait olan metinler arasında Mecdelli Meryem hakkında bilgi içeren tek metinler Filip Müjdesi ve Meryem Müjdesi olarak adlandırılan bu iki gnostik müjdede bulunmaktadır; bu metinlerde, İsa’nın Mecdelli Meryem adlı bu kadını sevdiğine ilişkin ifadeler yer almaktadır: “…bizi sevdiğinden daha çok…” Yani, on iki öğrenciyi sevdiğinden daha çok.