headerLogo2b-18pt-myriadpro

Pakistan'da RAB ile Tanışan Aile

24 barakat pakistan testimony sizeNaroval adında, günümüzde Pakistan’ın Batı Pencab’ın sınır kenti olan küçük bir kentte Şii Müslüman bir ailede yetiştim. Ailem dürüstlüğü, dindarlığı ve İslam dininin gerek ve uygulamalarını sıkı sıkıya uymaları nedeniyle içinde yaşadığımız toplumda büyük saygı görüyordu. Büyükbabama kimse adıyla hitap etmez her zaman Cenap derlerdi. O ve cami neredeyse ayrılmaz bir ikiliydi. Akşam namazından döndükten sonra kucağında oturduğumu ve Kuran okumasını dinlediğimi hala hatırlıyorum. Büyükannem o kadar dindardı ki, birçok kadın onun mezarının yakınına başları onun ayaklarının altında olacak şekilde gömülmeyi istiyorlardı. Erkek kardeşlerinden biri, Peygamberin torunlarından biri olan İman Hüseyin’in öldürülüp gömüldüğü kutsal Kerbela şehrine göç etmişti.

Ailenin günlük yaşamı sabah namazı ve Kuran’dan okumalarla başlardı. Dört yaşında bir çocukken Kuran’ı kendisinden iyice öğrenmek için Seyyid Said Şah Sahib’e gönderildim. Kızı ise aynısını kız kardeşlerime öğretiyordu. Günün görevleri yatsı namazıyla sona ererdi.

İşte yetiştiğim evde ortam böyleydi. Dört yaşındayken misyon okuluna gönderildim ve kısa bir süre sonra ilkokulun üst kısmına geçirildim. Bu iki okulda da Hıristiyan öğretişi veriliyordu. Kutsal Kitap öğretişi çok ciddiye alınıyordu ve bazı açılardan dinle ilgili olmayan diğer konulardan daha önemli sayılıyordu.

Daha alt sınıflarda Pencap dilince yazılmış, katekizm adı verilen bir kitaptan çalıştık. Burada temel biz düzeyde Hinduizm ve İslam’la Hıristiyanlığın arasındaki farklar anlatılıyordu. Dördüncü sınıfta Kutsal Kitap’ın çeşitli kitaplarından seçilmiş yüz ayetten oluşan Khas Ayat (Seçilmiş Ayetler) kitabını okuduk. Bu bilgiler ve katekizmin soru ve yanıtları hala zihnimde taptaze duruyor. Beşinci sınıfa geldiğimde Pencap dilince Farsça alfabesiyle yazılmış olarak Aziz Matta’ya göre İncil’i öğrendik. İyi bir hafızam vardı ve bu zamana kadar Hıristiyan Kutsal Yazılarını pek çok Hıristiyan’dan daha iyi biliyordum. Kutsal Yazıları ezbere okuma yarışmasında birincilik ödülünü almadığım bir yıl bile olduğunu hatırlamıyorum.

Babam Şeyh Rahmat Ali, geniş görüşlü bir adamdı. Tüm dinlere karşı hoşgörülüydü. Arkadaşları arasında Hindular, Hıristiyanlar ve her gruptan Müslümanlar vardı. İş adamıydı ama sabahları hem Kuran’ı hem de Kutsal Kitap’ı okumak için zaman bulurdu. İranlı şair ve yazarlar en beğendiği yazarlardı. Öte yandan küçük kardeşi Muhsin Ali, Kuran ve Şii yorumları dışında başka din kitaplarına aldırış etmeyen katı ve bağnaz bir Şiiydi. O dönemde o küçük şehirde nadir bulunan bir özelliğe sahipti; üniversite öğrencisiydi. Hıristiyanlığı,Hinduizm’i ve İslam’daki diğer grupların inançlarını çürüten kitapların bulunduğu iyi bir kütüphanesi vardı.

Muhsin Ali amcam her yıl Kutsal Kitap ezber yarışmalarını kazandığımı ve Kutsal Kitap’tan birçok ayeti ezbere okuyabildiğimi gördüğünde din eğitimimi kendi eline almasının zamanı geldiğini düşündü. Bana okumam için bazı kitaplar verdi. O zamanlar 12 yaşındaydım ve altıncı sınıfa gidiyordum. Saadi ve Firdevsi’den bazı seçme yazılar okuduğum için amcamın bana verdiği kitapları kolayca okuyup anlayabiliyordum. Özellikle bir kitap düşüncelerimi çok etkiledi: Zubdat al-Aqawil fi Tarjih al-Kuran `ala al-Anajil. Bu kitapta İslam ve Hıristiyanlığın öğretişlerinin bir kıyaslaması, Kutsal Kitap’ın çeşitli bölümleri arasındaki sözde çelişkiler ve Kutsal Kitap’la ilgili daha yüksek eleştiriler yer alıyordu. Bu kitabın içindeki bilgilerle silahlanmış olarak, sokakta vaaz ettikleri sırada Hıristiyan müjdeciler, Katolik rahipler ve kiliselerde hizmet eden kişilerle buluşuyordum. O günlerde adet böyleydi. Sorularımla karşı çıkıyor, sürekli olarak onlarla alay ediyordum.

Böylece teşvik alarak, amcama ait başka kitapları da okumaya başladım. Bugün hala  elimde Zubdat al-Aqawil kitabının bir nüshası var. Matta İncilinin sayfalarından birinin kenarında o zamanki çocuk elyazımla ‘İblis Hıristiyanlığın ‘Kayası’ [Temeli]’ yazılmış olarak duruyor. Bu denli Hıristiyanlık karşıtı kitapların etkisi altında olarak Matta İncil’inin bir nüshasını yaktım. Toprak bir lambanın ışığında okurken aleviyle Kutsal Yazıları yaktım. Annem yaptığım şey karşısında dehşete kapıldı ama bunun sadece İncil’in bir nüshası olduğunu söyledim. Bağrışı babamın odaya gelmesine neden oldu ve yaptığımı öğrenince beni ağır bir şekilde azarladı. Bir Hıristiyan Kuran’ı yaksa nasıl hissedeceğimi sordu. Yüzümdeki dehşeti görünce Saadi’den alıntı yaptı: “Başkalarının size karşı yapmasını istemediklerini siz de başkalarına yapmayın.” Amcam da odaya geldi. Abisinin yanında bir şey söylemeye cesaret edemedi ama sonra bana yaptığımın iyi bir şey olduğunu söyledi.

Muharrem ayı Şii Müslümanlar için kutsal bir aydır çünkü İmam Hüseyin bu ayda öldürülmüştür. Her yıl Muharrem’in başlamasından iki hafta önce mahalledeki çocuklar bir araya gelip sokaklarda yürüyüş yapar ve göğüslerini yumruklayıp şöyle bağırırlardı: “Hüseyin, Hüseyin, Hüseyin, Hüseyin! Kerbela Şehit Hüseyin!”

Bir seferinde Lucknow’dan ezberden okuyan bir kişi çağırmıştık. Yanında üzerinde yaklaşık bir düzine küçük keskin bıçak olan bir sopa getirmişti ve bununla omuzlarına vuruyordu. Bir anlık çılgınlığa kapılarak sopayı elinden aldım ve omuzlarıma vurmaya başladım ta ki annemin kuzenlerinden biri onu elimden alana kadar. Bu olay hırslı ve dindar bir genç olarak adımı daha da fazla çıkardı.

Çocukluğumda hafızamdan silinmeyecek bir şekilde yazılmış başka bir olay Hıristiyan müjdecilerin pazarda vaaz vermeleridir. Bay Thomas bunlardan biriydi. Boyacının dükkânının yanında vaaz ediyordu. Birden iri yarı Müslüman boyacı Sikandar ortaya çıktı. Vaize yaklaşıp yüzüne tükürdü ve tokatladı. Etrafta toplanmış insanlar bir arbede çıkmasını beklediler çünkü Bay Thomas da yapılı ve kuvvetli bir insandı. Gördüklerimiz bizi şaşırttı. Vaiz mendilini çıkardı, sakin bir şekilde yüzünü sildi ve şöyle dedi: ‘Tanrı seni bereketlesin.’ Sonra kendisine hakaret edilmemiş gibi vaaz etmeye devam etti. Boyacı da şaşkın bir şekilde dükkânına geri döndü. Bay Thomas’ın davranışı herkes üzerinde büyük bir etki yarattı. Hayrete düştüm çünkü İncil’e karşı en gözde itirazlarımdan biri Rab İsa’nın Dağdaki Vaazındaki öğretişlerinin uygulanamaz olduğuydu. İnsan doğasına aykırıydı ve bu nedenle kabul edilemezdi.

“'Göze göz, dişe diş' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin. 'Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanız'ın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır.” (Matta 5:38-45, İncil)

Sekizinci sınıfı bitirdiğimde yüksek eğitim için evden elli kilometre uzaklıkta bir misyonun lisesine gönderildim. Bu okulda da her yıl Kutsal Yazılar ödülünü aldım. Müslüman bir çocuk olan Nur Muhammed, Hıristiyan olmak istiyordu ama ben başarılı bir şekilde bu niyetinden vazgeçmesi için kendisini ikna ettim. Hem öğrenciler hem de öğretmenler tarafından din konularında yetkili biri gibi görülmeye başlandım. Pazarlarda Hıristiyanların İncil’den mesajlar verdikleri yerleri arayıp tuhaf sorular sorarak ve genellikle alay konusu olmalarını sağlayarak toplantılarının düzenini bozmaya çalışıyordum.

Lisenin bulunduğu şehir ahlaksızlığıyla tanınmıştı ve ben de bu kirlilikten kaçamadım. Gençtim, en fazla etkiye açık olduğum dönemdeydim. Yaşadığım okulun ve kaldığım yerin ortamı ahlaksızlıkla doluydu. Bu ortam içinde günah duygusunu fark etmemi sağladı.Günahlarım için bağışlanma, ve iyiliğin olduğu bir yaşama kavuşma ihtiyacını hissettim. Yakındaki camiye düzenli olarak gidiyor dualarımda Tanrı’dan beni günahın gücünden ve İblis’e tutsaklıktan kurtarmasını istiyordum. Fakat hiçbir yanıt almıyor gibiydim. Kuran’ı ne kadar okursam okuyayım, ayetleri ne kadar tekrar edersem edeyim, duaları ne kadar okursam okuyayım hiç faydası yoktu. İçimdeki suçluluk duygusu her gün artıyordu. “Beni günahımdan ne kurtarabilirdi?” Sık sık tekrarladığım dua bu oldu. Ne zaman derslerimden fırsat bulsam Mevlevilere gidiyordum. Kötü düşünceleri olan ve farklı türde arkadaşlık arayan kişilerden bilerek uzak durmaya çalışıyordum. Şehirdeki büyük Müslüman hoca ve öğretmenlerin dizlerinin dibinde oturup öğretişlerini dinliyordum. Fakat bütün bu zaman içinde bu günah duygusu beni hiç terk etmedi. Sürekli olarak içimi kemirip duruyordu.

Sonra hayatımda bir dönüm noktası geldi. Okul yılının sonunda anneme ve babama dokuzuncu sınıfı sınıf birincisi olarak parlak notlarla bitirdiğimi söylemek için eve gittim. O zamanlar yolculuk karayoluyla yapılıyordu. Şehre girdiğimde yüzüm gülüyordu ama evime gelmeden önce bile her yerde bir yas havası seziyordum. Muhsin amcamın kapının önünden durduğunu gördüm. Beni bir kenara çekti ve babamın Hıristiyan olduğunu ve bütün şehrin bu nedenle yasta olduğunu söyledi. Neden? Babam Anjuman-i Islamiyya’nın başkanıydı. Hayrete düşmüş bir şekilde içeri girdim.

Babam evde değildi ama kendileri de Hıristiyan olan annem, iki kız kardeşim ve iki erkek kardeşim bana doğru koştular ve beni kucakladılar. Onlarla karşılaşmanın sevinciyle olayların kederini unuttum. Amcam odaya girdi ve beni onların yanında çağırıp şöyle dedi: “Bu andan itibaren bu gâvurlar ailesinin bir parçası olamazsın. Seni evlat edineceğim çünkü seni kendi çocuklarımdan daha fazla seviyorum. (Bu kesinlikle doğruydu.) Seni eğiteceğim ve hiç sıkıntı çekmeyeceksin.’ Babam Hıristiyan olduğu halde iyi bir Müslüman olarak onunla yaşamaya devam edeceğimi,doğru ve yasal her şeyde onun sözünü dinleyeceğimi söyledim. Babam eve döndüğünde beni gördüğüne sevindi. Fakat hemşerilerinin zulmü nedeniyle yüzünde oluşan çizgileri gördüğümde yüreğim burkuldu. Amcama verdiğim yanıtı duyduğunda büyük bir sevinç duydu.

Birkaç gün sonra gelecekte kayınpederim olacak kişinin evinde şehrin ihtiyarlar kurulunun toplantısına çağrıldım. Beni elimden tuttu ve babamın örneğini izleyip Hıristiyan olmazsam Kuran üzerine eğitimimin sorumluluğunu alacağına yemin etti. Orada toplanan herkese İslam’ı terk etmeye niyetim olmadığını ve benim bildiğim kadarıyla Hıristiyanlığı kötü bir niyetle benimsemiş olamayacaklarını söyledim. Babamın niyetinin samimiyetinden kuşku duymak için herhangi bir nedenleri olmadığını ama aynı zamanda sakin bir şekilde oturup başkanlarının inançsız birine dönüşmesini seyredemeyeceklerini söylediler. Bu nedenle dinlerini ve topluluklarını savunmak için bazı çabaları olması gerekiyordu. Buna üzüldüğümü söyledim, doğru olmayan bir şey söylediklerini ve İslam’a bağlı kalmam için bana rüşvet teklif ettiklerini söyledim!

Aynı gece babamla kalpten kalbe, güzel bir sohbetimiz oldu. Vaftiziyle ilgili haberi bana vermemesinin nedeninin sınav döneminde moralimi bozacağından korkması olduğunu söyledi. Son yirmi yıldır gerçeği aradığını ve sonunda İsa Mesih’te bulduğunu anlattı. İhtiyarlara ilettiğim kararımı duymak doğal olarak babamı çok sevindirdi. Sakinliği, vakur hali ve çektiği zulmü son derece sabırlı bir şekilde taşıması beni çok etkiledi. Babama neyin cazip geldiğini anlamak için İncil’i tekrar okumaya karar verdim.

Ben babama okuması için Zubdat al-Aqawil adlı kitabı o da bana birkaç kitap verdi. Bunların bazıları, özellikle Sweet First Fruits (Tatlı İlk Ürünler) çok yararlı oldu. İtirazlarıma yanıt verecek olan müjdeciye gitmemi önerdi. Bunu hemen kabul ettim. Günün ortasında gölgede 44 dereceyken üç kilometre yürümem gerekiyordu, onun için tek uygun zaman buydu. Kuran hakkında çok yüzeysel bir bilgisi olduğunu ve Zubdat al-Aqawil’de yazılı olan itirazları bile anlamadığını fark ettim.

Babam benden bu müjdecinin, Hıristiyan inancının doğruluğunu kanıtlamak için sunduğu boş savları işitince çalışmalarıma kendisi yön vermeye karar verdi. Bana verdiği kitaplar, Pfander'in Balance of Truth (Gerçeğin Dengesi), Tisdall'ın Muhammadan Objections to Christianity (Müslümanlığın Hıristiyanlığa İtirazları), Hıristiyanlığa geçen büyük ve eğitimli ve çok sayıda kitabın yazarı ve Kuran’ın çevirmenlerinden biri olan Imad al-Din’ın kitaplarıydı. Bunları çok dikkatli bir şekilde okudum ve savlarını iyice tarttım. Burada nedenlerini ayrıntılı bir şekilde anlatamayacak olsam da aşağıdaki konular benim için açıklık kazandı:

1) Birçok Müslüman’ının Kutsal Kitap’ın değiştiğine ilişkin iddialarının temeli yoktu.
2) Doğası sevgi olan Tanrı, tıpkı Yeni Antlaşma’nın kendisini resmettiği gibi bizim Göksel Babamızdır.
3) İsa Mesih günahsızdı, oysa Kuran’da Muhammed’ten günahlarının bağışlanmasını dilemesi söylenir.
4) Kuran pek çok iyi ahlaki ilkeler içerse de, günahlara köle olmaktan nasıl kurtulabileceğimi ve yeni bir insan olabileceğimi söylemez. İslam’ın peygamberi ahlak öğretmeniydi, dünyanın Kurtarıcısı değildi. Diğer peygamberler gibi bir peygamber olduğunu iddia etti ama Kuran’da insan ve Yaratıcısı arasında bir aracı olduğu açıkça hiçbir yerde söylenmez.

Şimdi vaftiz olmanın önündeki başlıca engeller Üçlübirlik, İsa’nın Tanrılığı ve bağışlatmayla ilgili sorularımdı. Babam bana, o zamanlar benim için fazla ağır olan bazı kitaplar vermişti. Böylece o zaman için tıpkı Tanrı’nın varlığını kabul ettiğim gibi inancın bu ilkelerini kabul etmem söylendi. Mesih’in ve Muhammed’in yaşamlarını derinlemesine incelemem babamı izleyip İsa’yı Kurtarıcım olarak kabul etmeme yol açtı. Tüm peygamberler arasında, dirilişinde ortaya konduğu gibi sadece Mesih günahı alt etti. Bu nedenle, beni de, sürekli farkında olduğum günahlarımdan kurtarabilirdi.

İsa Mesih’in üzerinde öldüğü çarmıh benim için anlam kazandı. Rab İsa, kendisi günahsız olarak, benim günahlarımdan ötürü yaşadı ve öldü. Tanrı’nın, tıpkı Mesih’in günahkârları sevdiği ve bağışladığı gibi beni sevmiş ve bağışlamıştı. Vaftizim sırasında büyük günah yükü omuzlarımdan alındı. Ne büyük sevinç! Bağışlanmış olduğumu fark etmek hayatıma esenlik ve uyum getirdi. Kendimi havada uçan biri gibi hissettim. Yeni, garip ve şu an bile benim sayemde olmadığını bildiğim bir deneyimdi. Ben sadece bunun hayatımda olduğunu biliyorum.

Günahlarımın bağışlanmasını ve Mesih İsa’da vaat edilen yeni yaşamı deneyim ettiğimde sadece genç bir çocuktum. Bu kadar yıllık Hıristiyan deneyimime baktığımda yüreğim Tanrı’nın hak edilmeyen lütfuna karşı şükranla doluyor.

Bilgim arttıkça ve yıllar geçtikçe, bakış açımın genişlemesiyle Hıristiyan deneyimimin gerçekliği ve derinliği arttı. Kayıp insanlık için tek umudun yaşayan, çarmıha gerilmiş ve dirilmiş olan Mesih aracılığıyla olduğuna inancımı güçlendirdi. Günahtan kurtuluş, erdem ve iyilikle dolu bir yaşama kavuşma sadece İsa’da bulunabilir. İşte ben bunu keşfettim.

Duam, Müslüman kardeşler için; günaha tutsaklıktan kurtuluşun sevinci dünyanın kurtarıcısı Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla onlarındır. Kaybolanları arayıp bulmak için gelen O’dur.

Barakat Ullah

“Nitekim İnsanoğlu, kaybolanı arayıp kurtarmak için geldi.” (Luka 19:10, İncil)

“Bu denli büyük kurtuluşu görmezlikten gelirsek nasıl kurtulabiliriz?” (İbraniler 2:3, İncil)