Söz konusu Tanrı’nın varlığı olduğunda, varabileceğimiz sadece iki olası çıkarım vardır: Tanrı vardır veya Tanrı yoktur. Bu temel sorunun cevabı, hayatla ilgili önemli sorulara yanıt bulmanın önkoşuludur: Nereden geldik? Neden buradayız? Burada bir amaca mı hizmet ediyoruz? Öldüğümüz zaman ne olacak? Doğuştan gelen bir değerimiz var mı? Öldükten sonra ne olacak? Söylediğimiz gibi, hayatla ilgili önemli sorularımız için Tanrı’nın olup olmadığını bilmemiz yaşamsal öneme sahiptir. Bu soruyu bizim yerimize cevaplama işini bilim insanlarına mı bırakalım? Sanmıyorum. Bu soru, hepimizin kişisel olarak ve araştırarak almamız gereken bir kararı gerekli kılıyor.
Tanrı’yı düşündüğünüzde aklınıza ne geliyor?
Biri, bir zamanlar, Tanrı hakkında düşündüğümüzde aklımıza gelenlerin bizimle ilgili en önemli şey olduğunu söylemişti. Tamamıyla katılıyorum. Bu soruya nasıl yanıt verdiğimiz Tanrı’yı nasıl algıladığımız hakkında pek çok bilgi veriyor. Aynı zamanda Tanrı hakkında ne gibi varsayımlar yaptığımızı da ortaya çıkarıyor çünkü pek azımız bu konuda ‘tarafsız’ sayılırız. İster doğacı ister başka bir görüş olsun, genellikle bu konuda ‘peşin hükümlü’ bir yandaşlığımız halihazırda vardır.
Doğa üstü bir Tanrı olduğu olasılığına şans tanıyor musunuz? Yoksa doğal dünya dışında hiçbir şeyin var olamayacağı ve bu nedenle doğa üstü bir Tanrı olamayacağı felsefi görüşüne mi bağlısınız? Umarım, bu konuyu düşünmeye hazır ve açık fikirli bir insansınız. Umarım, hakkında okuduğum bir profesör gibi değilsinizdir. Bu adamın kapalı görüşü beni şaşırtıyor çünkü fikirlerin özgür bir şekilde akışı, iyi üniversitelerin işlevi için çok önemlidir. Harvard Üniversitesi’nde Zooloji Profesörü Dr.Richard Lewontin şöyle demiştir:
“Duyularımızla algılayabileceğimiz dünyaya ilişkin maddi bir açıklamaya bilimin yöntem ve kurumları bizi zorluyor değil, fakat, aksine, maddi nedenlere, daha başından bağlı olduğumuz için, maddi açıklamalar üreten bir araştırma aracı ve kavram dizisi yaratmak zorundayız. Her ne kadar sezgilere karşı, özel bilgiye sahip olmayanlar için gizemli olsa da. Ayrıca, kapıdan İlahi bir Adımın atılmasına izin veremeyeceğimiz için maddecilik kesindir.” (1)
Her ne olursa olsun, doğaüstü bir Tanrı’nın varlığı olasılığını dikkate almıyor. Birileri ne gösterirse göstersin inanmayacak. Kapalı bir düşünce yapısı gerçekten de bir muammadır. Hiçbir şey içeri giremiyor ama sürekli olarak tuhaf şeyler dışarı çıkıyor!
Bana kanıt gösterin!
İster bilim insanı ister ev kadını olsun, ateistler Tanrı’nın var olmadığını söylediklerinde iddialarını desteklemelerini istemekte haklıyız. Eğer ciddiye alınacaksa iddiaların gerçekten de desteklenmesi gerekiyor. Çünkü insanlar istedikleri her şeyi iddia edebilirler. Dünyadaki saçmalıkları mantıklı fikirlerden ayırt etmenin önemli bir aracı mantıklı fikirlerin iyi bir şekilde desteklenmeleridir. Destek ne kadar iyi olursa, iddialar o kadar haklı olacaktır.
Tanrı olmadığını iddia eden ateistlerin inançları için destek sunma konusunda hem entellektüel hem de ahlaki sorumlulukları vardır. Örneğin Yuri Gagarin’i ele alın. Bu Sovyet kozmonot uzaya çıkan ilk insandı. Dünya çevresinde bir kez, 90 dakika süren dönüşünde Tanrı’nın varlığı hakkında gözlemini yaptı: “Burada Tanrı filan görmüyorum.” ‘Burada Tanrı filan görmüyorum’ ifadesi doğru olsa da, Tanrı’nın var olmadığı iddiasını desteklemek için yeterli değildir, öyle değil mi?
Ölçeği Yükseltmek
Söz konusu ateist bilim insanları olduğunda, bir adım daha ileri gitmemiz gerektiğine inanıyorum. Onlardan sadece destek değil, kanıt istemeliyiz. Genel olarak, bir iddianın ‘kanıtlandığını’ söylemek, görüş ayrılığının artık mantıklı veya olanaklı bile olmadığı derecede doğru olduğunun gösterilebildiğini ima etmektir. Bunu gerekli görmeliyiz. Onlara çok yüksek standartlar belirlemeliyiz. Haksızlık mı? Hayır, hayatta işleri, yaşamın işleyişi hakkında bizlere açıklamalarda bulunmak olan kişilerden bunu talep etmek mantıksız değildir. Topluma anlattıkları iddialar bu kadar önemliyken nasıl daha fazla kanıt sunmalarını istemeyiz?
The First Three Minutes (İlk Üç Dakika) kitabının sonunda artık ünlenmiş olan sözlerinde Nobel ödülü almış teorik fizikçi Steven Weinberg şöyle yazmıştır: “Evren ne kadar kavranabilir görünse, o kadar anlamsızlaşıyor.” (2) Aslında Weinberg’in söylediği; bilimin, evrenimizle ilgili olarak, -insanlar olarak kendimiz için kanıt göremediğimiz- devasa amaçsız bir yer olduğuna ilişkin bir resim çizdiğiydi. Weinberg'in ifadesi belki de bir bilim insanı tarafından bugüne kadar söylenmiş en soğuk ifadeydi- en azından bu kitabın yayınlandığı zamana kadar. Tam bu sıralarda Richard Dawkins ilk önemli yapıtını yayınladı, The Selfish Gene (Gen Bencildir). Önceki dört yapıtı, heyecan verici popüler bilim kitaplarıydı ve tarih, psikoloji ve dinle ilgili yorumlar içermekteydi:
Evcil tavuklarda gagalama tercihleri ontogenezi. (1968)
Arıların dikkati kolayca dağılır. (1969)
Olası hafıza mekanizması olarak seçici nöron ölümü. (1971)
Hiyerarşik organizasyon: Etoloji için olası bir ilke. (1976)
Gen Bencildir kitabının kapak içinde şunu okuyoruz: “Biz hayvanlar onların [genlerin] yaşaması için varız ve onların [genlerin], kullanıldıktan sonra bir gün atılacak, hayatta kalma makinelerinden başka bir şey değiliz.’ Kitabı şu sözlerle başlıyor: ‘Gezegende akıllı yaşam, önce kendi varlığının nedenini anladığında olgunlaşır.’
Ateist bilim insanlarının öğrettikleri için neden iyi ve sağlam kanıtlar sunmaları gereklidir? Söylediklerine kulak verin:
Hayat anlamsız.
Biz hayvanız.
Varlığımızın nedenini keşfettik.
Genlerimizin hayatta kalması için atılacak makinelerden daha fazlası değiliz.
(Nihai bir anlam yok. Nihai umut yok.)
Dawkins kitabının önsözünde şöyle diyor:
“Bu kitap sanki bir bilim kurgu kitabıymış gibi okunmalı. Amacı hayal gücüne hitap etmektir. Ama bilim kurgu değil: Bilim. İster klişe olsun, ister klişe olmasın, 'hayal ürününden daha garip’ sözleri gerçek hakkında ki hislerimiz tam olarak ifade ediyor. Bizler hayatta kalma makineleriyiz- gen diye bilinen bencil molekülleri korumak için kör bir şekilde programlanmış robot araçlarız.”
Richard Dawkins gibi bilim insanları bilim ve dini düşüncelerinde kategorize ederler çünkü bu ikisi kolay kolay fikir birliğine eriştirilemezler. Bilim ve dinin öğretişlerinin her biri, diğerinin önermelerini inkar eder; uygulamada bilim insanları Tanrı’nın varlığı olasılığını tamamıyla yok sayar. Kapıyı kilitli tutun. Ağzını bantlayın. Dışarı çıkmasına izin vermeyin.
Öyleyse her şey doğal süreçlerle mi gerçekleşti? Yoksa tüm bunları yaratan bir Tanrı mı var? Bilim, geçmişimizle ilgili sadece varsayımlar yaptığı için aslında gerçekten bunu bilmiyor. Bilimsel olarak sınanamaz. Bilim topluluğu geçmişimizi sadece doğal süreçlerin biçimlendirdiğini kuvvetli bir sesle ilan ederken bu gerçeği kolayca gözardı ediyoruz. Tanımla (deneyle değil) bilim ve Tanrı meselesini çözüyor. Bilim sadece doğal süreçleri gözlemliyor çünkü dünyamızın sadece doğal süreçlerle biçimlendirildiğini varsayıyorlar. Öte yandan dünyamızı biçimlendiren tek şeyin doğal süreçler olduğu kanıtlanamaz.
Nihai olarak kime inanacağınıza karar vermeniz gerekecek ama şunu bilmelisiniz: ‘Kör bir şekilde programlanan robot araçlar’ sözleri, bilimin değil, bilim kurgunun sözleridir. Richard Dawkins ne derse desin. Siz bir robot değilsiniz. Tanrısız evrimin ürünü değilsiniz. Bilim, Tanrı’nın var olmadığını bir olgu olarak bilmeden tanrısız evren hakkında boş boğazlık ettiğinde Rus kozmonot gibi davranmış oluyor. İfadesi eleştirel düşüncenin sonucu değildir.
C.S. Lewis’e göre ateist evrimcilik doğru olsaydı akıl yürütme becerimiz bile sorgulanabilirdi:
“Eğer güneş sistemi kaza eseri gerçekleşen bir çarpışma sonucu ortaya çıktıysa o zaman bu gezegende organik yaşamın ortaya çıkışı da kaza eseri oldu ve insanın evrimi de kazara gerçekleşti. Öyleyse, tüm düşünce sistemlerimiz sadece birer kazadan ibaret atomların hareketlerinin rastlantısal bir yan ürünü. Bu, maddeciler ve astronomlar için ve başka herkes için de geçerlidir. Fakat eğer düşünceleri, örneğin maddecilik ve astronomi hakkında düşünceleri, sadece rastlantısal birer yan ürün ise neden bunların doğru olduğuna inanalım? Bir kazanın diğer tüm kazalar hakkında doğru bir anlatım vermesi gerektiğine inanmak için herhangi bir neden görmüyorum.” (3)
Ben kişisel olarak İsa’ya inanıyorum ama ancak Tanrı lehindeki kanıtları dikkatli bir şekilde inceledikten sonra inandım. İncil’de bize söylenen de bu. “Her şeyi sınayın, iyi olana sımsıkı tutunun.” (1.Selanikliler 5:21).
Hıristiyan inancı bizden her şeyi araştırmamızı istiyor. Yanlışlar, batıl inançlar, bağnazlık ve fanatiklik özgür tartışmaları bastırmaya çalışıyor. Başkalarının size şöyle bir şey söyleyebilir, “Bu, doğası gereği tartışılamayacak kadar kutsal bir konu. Soru sorma, sadece inan.” Hıristiyan inancı bunun tam tersidir. Her şeyi araştırmamızı gerektirir. Her şeyi.
Bu nedenle, iman ve kanıt, bunlar birbirine karşıt değildir. Aksine, iman kanıtları temel alır. Bir kişinin güvenilir olduğuna ilişkin ne kadar çok kanıtım olursa, o kişinin, örneğin siyasal bir görev üstlendiğ takdirde yozlaşmayacağına o kadar çok inanırım. Müjdeler’de kayıtlı tarihsel olayların doğru olduğuna dair ne kadar çok kanıtın olursa, ilahiyatla ilgili iddialarının gerçek olduğuna da daha çok inanırım. Örneğin, İncil’deki kitaplardan birinin yazarı İsa doğduğunda Kireniyus’un Suriye valisi olduğunu söylüyor. Eğer arkeolojik çalışmalar bunu destekliyorsa - ki destekliyorlar- inancım kuvvetlenir. Eğer Kutsal Yazılar evrenin bir başlangıcı olduğunu söylüyorsa ve astronomik çalışmalar bunu destekliyorsa, o zaman yine inancım kuvvetlenir.
Kutsal Kitap’ın birinci ayetinde şunu okuyoruz, “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.” (Yaratılış 1:1, Eski Antlaşma). Yaratıcı olan Tanrı’ya inanmak inancın başlangıcıdır. İnandığım her şey bu temel üzerine kuruldu ama ancak iman konusunda kanıtları inceledikten sonra. Tanrı’ya inanmayan bilim insanlarının söylediklerinin aksine evren anlam ve amaçla dolu. Bu makaledeki herhangi bir şeyden yararlanacaksanız bu belki de şu olacaktır:
Bilimin her ne kadar başarıları olmuş olsa da, bizlere kendi varoluşumuzun veya tüm evrenin varoluşunun amacının ne olduğunu gösterebilecek bir alan değildir.
Bu yazıyı okuyan herkes gözlerin görmek için olduğunu bilir. Peki ya hayat? Yaşamımızın amacı ne? Neden buradasınız? Nereye gidiyorsunuz? Günümüzde Tanrı’nın varlığına ilişkin tartışmada, anlam, en önemli sorular arasında yer almaktadır- en azından benim için öyle. Yaşamın amacı paralel evrenler, maddenin en küçük parçası veya kara delikler değildir.
Hayatımızda birçok insanın yaşamın nihai olarak anlamsız olduğunu hissetmesine ne neden oluyor? Hepimizin bir gün öleceği, bu hissin bir nedeni olabilir ama tek neden bu değil. Birçok insanın hayatın nihai olarak anlamsız olduğunu düşünmelerinin başka bir nedeni, ateist bilim insanlarına kulak vermeleridir! Bilimin bilebildiği kadarıyla hayatımızın büyük bir önemi yoktur. Dünyayla ilgili bilimsel bir resim insanların kökenini, ‘atomların rastlantısal çarpışması’ biçiminde resmeder. (4)
Mekanikle ilgili evrim gerçek ise, o zaman yaşamlarımız anlamsızdır. Yaşamınız birkaç yıl da sürse, bu yazıyı bitiremeden sona erse de fark etmez çünkü anlamı yoktur. Ateist bilim insanlarının vardığı sonuç budur. Siz doğmadan önce anlamsızdı. Öldüğünüzde anlamsız olacak. Şu anda anlamsızdır. Bu ateist bilim insanlarının resmettiği mekanik evrende sahip olacağınız hırslar veya rüyalar için de geçerlidir. Bu arzu ve planların hiçbir anlamı yoktur ve hayatınız beklediğinizden önce sona ererse, o zaman bunları başaramamış olmanızın kesinlikle bir anlamı yoktur. Ateist bilim insanlarının varsayımları hayatı gerçekten de tamamıyla anlamsız kılıyor.
Umarım siz buna inanmıyorsunuz.
Hayatın gerçek bir anlamı, evrenin gerçekten amacı yok mu? Yaptıklarımızla hayata katmaya çalıştığımız anlamdan söz etmiyorum. Eğer hayatın nesnel bir anlamı yoksa, o zaman tabii ki öznel olarak anlam katmaya çalışırız. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye çalışmanın, çocuklarınızı büyütmenin ve onlara hayat veren eşinizi sevmenin yanlış olan bir yanı yok. Fakat ateist bilim insanı için tüm bunlar, hava ısındığında eriyen bir kardan adam yapmak gibidir. Çocukken kardan adam yapmaya bayılırdım ve hala çocuklarımla kardan adam yapmayı seviyorum. Kardan adam yapmanın yanlış bir tarafı yok. Peki ya elinizdekinin hepsi buysa? Kardan adamlarınızın hepsi, nihai olarak anlamsız eylemlerinizin hepsi zaman içinde tamamıyla yok olacak. Doğru, kardan adam yapmak, dağa tırmanmak, bebekleri gıdıklamak, güneşin batışını izlemek veya kumsalda kumdan kaleler yapmak eğlenceli. Ama hayatta bilimin bizlere söylediğinden daha fazlası yok mu?
Birçok insan için hayatın amacı ve anlamı belirsizdir. Yaşam bitmeyen bir döngüye dönüşür: Yemek, içmek, gününüz hakkında konuşmak, TV seyretmek, uyumak ve çalışmak. Hayatın zevkleri boş gibi görünüyor. İlişkiler bozuluyor. Birçok insan hayatı kendilerinden başka daha büyük bir şey için yaşamıyorlar. Umutsuzlık içinde Kral Süleyman’la aynı sonuca varıyorlar, “Her şey boş, bomboş, bomboş!” (Vaiz 1:2, Eski Antlaşma).
Kutsal Kitap’ın bir kısmının esin almış bu yazarın, ölçüsüz zenginliği, kendi zamanı veya bizim zamanımızda bile kimsenin sahip olamayacağı kadar derin bir bilgeliğe sahipti. Krallıkların imrendiği saraylara ve bahçelere sahipti. Var olan en güzel yiyecek ve şaraplar onundu ve en büyük eğlencelerin keyfini çıkarıyordu. Hayatının bir noktasında yüreğinin istediği her şeyin peşinden gitti. Hayatının deneyimlerini şöyle özetledi:
Yaptığım bütün işlere,
Çektiğim bütün emeklere bakınca,
Gördüm ki, hepsi boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış.
Güneşin altında hiçbir kazanç yokmuş. (Vaiz 2:11, Eski Antlaşma)
Sanki hayatın, gözlerimizle görebildiklerimiz ve duyularımızla deneyim ettiklerimizle sınırlıymış gibi yaşanmasının anlamsız olduğunu söylüyor! Ama siz bunu zaten biliyorsunuz değil mi? Soru şu, ‘Neden böyle bir boşluk var?’ Çünkü Tanrı bizleri burada ve şimdi deneyim edebileceklerimizin ötesinde bir şey için yarattı. Süleyman şöyle devam etti sözlerine, “İnsanların yüreğine sonsuzluk kavramını koydu.” Yüreklerimizde var olan tek şeyin ‘burası ve şimdi’ olmadığını biliyoruz.
Richard Dawkins’e göre siz atılabilir bir makineden başka bir şey değilsiniz. Bu tür bir hayat felsefesi sadece gerçek doyum sağlamamakla kalmıyor aynı zamanda apaçık yanlıştır. Bilimi daha yüksek bir standarda tabii kılma ihtiyacından söz etmiştim. Bunu söylerken kast ettiğim, ateist bilim insanlarının söylediklerinden sorumlu tutulmaları gerektiğidir. Öğrettikleri hayatı anlamsız kılmakla kalmıyor, bir şeyi doğru olarak sunuyorlar ama kanıtlanamıyor. Bu, ikiyüzlülüktür. Bilim insanları Tanrı hakkında yorumlarını savunmak için ‘Olgular zaten kendilerini kanıtlıyor’ diyorlar. Ama hikaye bundan ibaret değil. ‘Olguların kendilerini kanıtladığını söylemek yanlıştır- olgular her zaman çerçeveye göre yorumlanırlar.
Evrimcinin yorumu arkasındaki çerçeve doğacılıktır. Doğacılık, dünyamızda hiçbir zaman ilahi bir müdahale olmadığını varsayar. Doğacı evrim bu varsayımdan indirgenir ve birkaç tane kanıtlanmamış fikri içerir:
Hiçbir şey başka bir şeyi ortaya çıkarmamıştır.
Yaşamayan madde yaşamı ortaya çıkarmıştır.
Akıllı olmayan ve ahlak sahibi olmayan madde, aklı ve ahlağı ortaya çıkarmıştır.
İnsanın özlemleri dini ortaya çıkarmıştır, yani din, insan yapısıdır.
Zamanının en önde gelen biyolog ve bilim yazarlarından olan Profesör D.M.S. Watson, şu sözleri yazarken evrimci düşüncenin ardındaki ateist önyargıya işaret ediyordu:
Evrim, mantıksal tutarlı kanıtlarla doğruluğu ispatlandığı için değil, tek alternatif olduğu için evrensel olarak kabul ediliyor özel yaratılış açıkçası inanılmaz olduğu için bu böyledir. (5)
Tanrı hakkında söyledikleri konusunda farklı bir görüşünüz var mı? Bana gelince, Tanrı’ya inancı inanılır buluyorum, inanılmaz bulmuyorum. Bunu da, Tanrı’nın varlığına ilişkin kanıtları incelemiş olarak söylüyorum. İsa’ya inanan birisi olarak hiçbir şeyi varsaymamam gerektiği buyruğu altında olduğumu unutmayın. “Her şeyi sınayın, iyi olana sımsıkı tutunun.” (1.Selanikliler 5:21, İncil)
Aristocu ve Thomasçı düşünceyi çalışan popüler yazar ve felsefeci Mortimer Adler şöyle düşünüyordu, “Düşünce peşine düşmemek, insan gibi değil, karıncalar gibi yaşamaktır.” (6) Tanrı’yı tartışmaktan daha ilginç bir şey olabilir mi? Sanmıyorum. Adler’in, ilahiyatla ilgili konularda karar vermesi çok uzun sürdü. Sonunda neden Hıristiyan olduğu sorulduğunda şöyle dedi, “Hıristiyanlığı seçme konusunda temel nedenim gizlerinin anlaşılamaz olmasıydı. Kendimiz zaten anlayabiliyorsak, vahyin anlamı nedir? Eğer tamamıyla anlaşılabilir olsaydı o zaman sadece başka bir felsefe olmaktan öteye gidemezdi.” (7)
Hayat hakkında öğrenebileceklerimizi öğrenerek her zaman gerçeğin peşinde olalım.
Evet, aklı çağırır,
Ona gönülden seslenirsen,
Gümüş ararcasına onu ararsan,
Onu ararsan define arar gibi,
RAB korkusunu anlar
Ve Tanrı'yı yakından tanırsın. (Süleyman’ın Özdeyişleri 2:3-5, Eski Antlaşma)
Henry Ford ilk otomobillerini yaptığında verdiği sözü düşündüğümde gülüyorum. Şöyle demişti, “Müşteriler arabaları, siyah olduğu sürece istedikleri renge boyatabilirler.” Seçeneğin olmadığı yerde, seçin bakalım! Tanrı bizimle bu şekilde ilişki kurmaz. Bu web sitesinde size pek çok seçenek sunduğunu göreceksiniz, ki bunların arasında en harika olanı cennette sonsuza dek O’nunla bir arada olma davetidir. Ama bu şu anda bilmek istediğiniz bir şey olmayabilir. Bazılarınız Tanrı olup olmadığından emin olmadığınız için bu yazıyı okumayı seçtiniz. Şu yorumu sık sık duyuyorum, ‘Bilim Tanrı’nın varlığının tersini kanıtladı.’ Bu gibi ifadelerin size zorbalık etmesine izin vermeyin. Bilim kesinlikle bu tür bir şey sağlayamaz.
Birçok bilim adamının ileri sürdüğü bu iddiayı anlamak için akademik ve bilimsel toplumda kısa bir süre öncesine kadar var olmayan bir tutumu anlamamız gerekiyor. Artık akademi dünyası bilim ve dinin tamamıyla uyumsuz olduğuna inanıyor. Bilim, deney, gözlem ve mantığı temel alan bir bilgi sistemi olarak görülüyor. Öte yandan din, efsane, kültür ve insanın kendi kendini yanıltmasını temel alan bir inanç sistemi olarak görülüyor.
Dine karşı bu denli artan düşmanlığın nedeni, bilimin sadece doğal açıklamaları içerecek şekilde yeniden tanımlanmasıdır. Evrende gözlemlenen ve önermesi yapılan her süreç doğal nedenlerin sonucu olmalıdır. Doğa üstü açıklamalara izin verilmez. Daha önce doğacılığın anlamını açıklamıştım ama Phillip Johnson’un ‘bilimsel’ yaklaşımlarının temelini açıklamasına kulak verelim:
“Darwinciler, bilimi doğacılık olarak bilinen felsefi bir doktrinle özdeşleştirdiği için teistik ve "yönlendirilmiş" evrimin olasılık olarak dışlanması gerekiyor. Doğacılık, doğal dünyanın tümünün, ‘dışarıdan’ herhangi bir şeyden etkilenemeyecek, maddi neden ve etkilerin kapalı sistemi olduğunu varsayıyor. Doğacılık Tanrı’nın varlığını açıkça reddetmiyor ama doğa üstü bir varlığın herhangi bir şekilde, evrim gibi doğal olayları etkileyebileceğini ve bizim gibi doğal varlıklarla iletişim kurabileceğini inkar ediyor. Bilimsel doğacılık, sadece doğal olanı inceleyen bilimin bilgiye giden tek güvenilir yol olduğu varsayımını yaparken de aynı şeyi yapıyor.” (8)
Bilim bu şekilde tanımlandığında ve biri, doğa üstü nedeni işin içine katarak araştırma kurallarını çiğnediğinde veya Kutsal Kitap’tan söz ettiğinde bilimsel olmadığı düşünülür.
Bu doğru mu? Bilim bilgiye erişim konusunda tek güvenilir yol mu yoksa bu sadece bir varsayım mı? Bu ne tür bir bilgiye ulaşmak istediğimize bağlı. Bilimin bizlere dünya hakkında söylediği şeyler için kullandığı tümevarımlı yöntem dünyadaki şeyleri araştırmayı ve gözleme dayanarak bu şeyler hakkında genel çıkarımlarda bulunmayı içeriyor. Öte yandan, bilim insanları buldukları hakkında çıkarımda bulunabilirler, bulamadıkları hakkında değil. İşte bu noktada bilim insanlarının bizlere bilgi verebileceklerini düşündükleri alanlar hakkında dikkatli olmalıyız sadece olasılıklarla ifade edilse bile. Hangi alanlardır bunlar? Doğa ötesindeki alanlar...
Bilimin her şeyi kanıtlayabileceğini sık sık işitiyorum- kanıtladığını değil, kanıtlayabileceğini. Gerçek şu ki, bilimin ve bilimsel yöntemin yapabilecekleri sınırlıdır. Bilimsel yöntem, neyin doğru olma olasılığının daha fazla ve neyin doğru olma olasılığının daha az olduğunu belirlemede mantık süreçleri kullanmakla ilgilidir. Ama tüm bunlar doğal fenomenler için geçerlidir. Bilim sadece doğayla ilgilidir. Doğaüstü olan, doğanın dışındadır ve bu nedenle bilimin kanıtlama becerilerinin dışında kalır. Söz konusu doğaüstü olan olduğunda, bilim bildikleriyle başlayıp (hiçbir şey bilmemektedir) ve bunun üzerine kurmaya devam edemez; devamlı bilgisine, gözlem ve deneylerden öğrendiklerini katmaya devam edemez.
Bilim insanı olduğum için Tanrı’ya inanamam.
İnsanların sahip olduğu genel bir yanlış düşünce, bilim insanlarının Tanrı’ya inanamayacağıdır. Birçok bilim insanı böyle söylüyor. Evet, Tanrı’ya inanmayan bilim insanları var ama bu, bilim insanı oldukları için değil, sadece Tanrı’ya inanmayan insanlar oldukları içindir. Bu yazıdan da görebileceğiniz gibi bilim insanı olmak Tanrı’ya inanmamak için yeterli bir neden değil.
Bilime ya da bilim insanlarına karşı mıyım? Kesinlikle hayır. Üniversitede en sevdiğim ders astronomiydi. Bu ders için sınıfta ders görüyor ve haftada bir akşam üniversitenin büyük teleskobundan gökyüzünü inceliyorduk. Bilimin galaksimiz, güneş sistemimizdeki gezegenler, meteorlar, kuyruklu yıldızlar ve …evet…yıldızlar hakkında neler keşfettiğini öğrenmek heyecan vericiydi. Ne kadar çok yıldız. Gökyüzünde küçücük iğne başı gibi görünüyorlardı.
Seyrederken ellerinin eseri olan gökleri,
Oraya koyduğun ayı ve yıldızları,
Soruyorum kendi kendime:
“İnsan ne ki, onu anasın,
Ya da insanoğlu ne ki, ona ilgi gösteresin?” (Mezmur 8:3-4, Eski Antlaşma)
Yaratılışın enginliği karşısında insan ne kadar önemsiz görünüyor. Fakat yine de Yaratıcımız bizleri tanıyor, hatırlıyor, bereketliyor ve bir arkadaşın başka bir arkadaşı ziyaret ettiği gibi ziyaret ediyor (eğer onu buyur edersek). Biliyorum bu size garip geliyor ama İncil’i okuyan herkes Tanrı’yı kişisel olarak tanıyıp sevgisini deneyim edebileceğimizi bilir. Hıristiyanlığın özünde kişi ve Tanrı arasında ilişki vardır. İsa’ya inanan birisi Tanrı’yı uzaktan tanıyan birisi olmaktan çıkıp O’nu doğrudan ve yakından tanıyan birisi olmaktadır. Hıristiyanlık Tanrı’yı tanımaktır. Ölümde dahi sona ermeyen dinamik bir ilişkidir.
“Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih'i tanımalarıdır.” (Yuhanna 17:3, İncil)
Bilim bizlere içinde yaşadığımız dünya hakkında pek çok şey öğretti ve bu benim için inanılmaz, hayret verici bir şey! Bilim insanları, ölçülebilir, öngörülebilir ve maddi nesnelerin düzenli operasyonuyla çalışırken, inanılmaz işler çıkarıyorlar. Örneğin, maddenin en küçük parçasını düşünün. Maddenin en küçük parçası, maddenin temel yapı taşıdır. Bir araya geldiklerinde atom içindeki proton ve nötronları oluştururlar. Maddenin bu en küçük partiküllerinin bilimsel deneylerle keşfedilebilir olması gerçekten inanılmaz bir şey.
Eğer bilim bunu bize açıklayamazsa, kimse açıklayamaz!
Bazıları, bilim bize bir şeye inanma konusunda bir neden vermediği takdirde inanmak için iyi bir nedenimiz olamayacağı görüşündeler. Bu bilimciliğin yanlış varsayımıdır. Dünya hakkında birşeyler öğrenmenin tek yolunun bilim olduğu görüşünü asla kabul etmeyin. Richard Dawkins gibi ateist bilim insanları çizgiyi geçip Tanrı hakkında felsefe yapmaya başladığında artık bilim insanı olarak konuşuyor olmazlar. En temel düzeyde bilimin hedefi doğal olaylar için en iyi doğal açıklamaları araştırmaktır.
Richard Dawkins ne dedi? “Doğa üstü bir yaratıcı, bir Tanrı, olup olmadığı sorusu, cevaplamamız gereken en önemli [sorulardan] biridir. Bence bu bilimsel bir soru. Benim cevabım hayır. ” (9) Söylediğinin aksine, Tanrı’nın varlığını çürütmek için bilimi kullanmaya çalışan kişiler bilimsel davranmamaktadır. Nitekim, bilim hiçbir şeyin varlığını çürütemez.
Ateist bilim insanlarının Tanrı’ya inanmamalarını ileri sürmelerinden kurtulmalarının yolu bilimsel (doğal) yasanın her şeyi açıklamasını gerekli görme yoluyla olmaktadır. Tanrı’nın var olmasının oldukça olanaksız olduğunu ilan ediyorlar. Sanki gerçekten derin bir şey söylemiş gibi davranıyorlar ama aslında yaptıkları haklı olmayan bir görüş vermekten ibarettir.
Sorulması gereken bir soru
Birileri Tanrı’nın var olmadığını iddia ettiğinde hemen tartışmaya başlamayın. Sadece şu soruyu sorun: ‘Tek boynuzlu atların var olmadığını ispatlayabilir misiniz?’ Tek boynuzlu at konusuyla başlayıp, oradan Tanrı konusuna ilerlemek istediğinizi söyleyin. Bilim bunu yapabilir mi? Bilimin tek söyleyebileceği bilim insanlarının uzun zamandır tek boynuzlu atları aradıkları ama hiç bulamadıklarıdır. Bu nedenle, tek boynuzlu atların var olduğuna inanma konusunda kimsenin haklı olmadığı sonucuna varabilirler. Eskiden tek boynuzlu atların varlığına kanıt olarak görülen belirli olguların artık başka şeylerle yeterli bir şekilde açıklanabildiğini söyleyebilirler. Ama hiçbir bilim insanı bilimin tek boynuzlu atların olmadığını kanıtladığını doğru bir şekilde ileri süremez. Aynı şey Tanrı için de geçerlidir. Bilim Tanrı’nın olmadığını söyleyemez. Richard Dawkins bunu Tanrı Yanılgısı kitabında kabul ediyor:
“Tanrı’nın var olmadığını kanıtlayamayacak olmanız kabul edilir ve önemsizdir -herhangi bir şeyin var olmamasını hiçbir zaman kesin olarak kanıtlayamayacak olmamız anlamında. Önemli olan Tanrı’nın aksi kanıtlanabilir olması değil (olmadığı kanıtlanamaz), olanaklı olup olmamasıdır.” (10)
Birkaç cümleyi tekrarlayayım. Richard Dawkins gibi ateist bilim insanlarının Tanrı’ya inanmamalarını ileri sürmekten kurtulmalarının yolu bilimsel (doğal) yasanın her şeyi açıklamasını gerekli görme yoluyla olmaktadır. Tanrı’nın var olmasının oldukça olanaksız olduğunu ilan ediyorlar. Sanki gerçekten derin bir şey söylemiş gibi davranıyorlar ama aslında yaptıkları haklı olmayan bir görüş veriyor olmaktan ibarettir.
Daha başta bilim insanları için, diğerlerinden daha yüksek bir standartı şart koşmamız gerektiğini söylemiştim. Örneğin, Dawkins’in bizlere Tanrı’nın varlığına inanmanın yanlış olduğunu göstermesini isterdim -bunun sadece bir tahmin değil, muhtemelen yanlış olacağını. Ya Tanrı yok, ki bu hiçbir şeyin bir şeyi yaratmadığı ve her şeyin yoktan var olduğu anlamına gelir. Ya da Tanrı vardır, ki bu, Tanrı bir şey ve başka bir şey ve başka bir şey daha ve diğer her şeyi yarattı demektir. Bu da, her şeyin ilahi bir kökeni olması demektir. Ya evrenimizi biri yarattı ya da evren kendi kendini yarattı. Ana okuluna giden bir çocuğa yoktan bir şey üretilip üretilemeyeceğini sorun ve birçok bilim insanının anlayışının ötesinde olan cevabı alırsınız. Hiçbir şey hiçbir şey yaratamaz!
Doğa üstü açıklamalar, yasak bölgede ve bilim dünyasının dışında. Dawkins bunu bilmelidir ve bunun nedeni basittir: Yöntem. Tanrı deneysel bir tasarımda sabit ve kontrollü olarak tutulamaz. Bu nedenle, doğa üstü bir varlıkla ilgili bir açıklama test edilemez, aslı olmadığı ispatlanamaz ve bilimsel değildir. Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu sorusu bilimin ele alabileceği bir soru değil ama Dawkins ve diğerleri yine de deniyorlar.
İnsan Genom Projesinin başı Dr. Francis Collins dünyanın en önde gelen genetikçilerinden biridir. Yaşamın kodu olan DNA ile ilgili en son incelemelerde aktif olarak çalışıyor. Kendisi şöyle demiştir,
“Tanrı doğa dışındaysa, o zaman bilim ne varlığını kanıtlayabilir ne de var olmadığını kanıtlayabilir. Bu nedenle ateizm, sadece aklı temel alarak savunulamayacağı için bir tür kör inanç olarak değerlendirilmelidir.” (11)
Bir tür kör inanç!!!
Richard Dawkins, Kör Saatçi adlı kitabında, yaşamın en küçük birimi olan bir hücrede ‘Britanika Ansiklopedisinin 30 cildinin tümünden daha fazla…dijital olarak kodlanmış bilgi vardır’ diyor (12). Düşünün bir kere. İnsan bedeni, hepsi farklı fonksiyonları yerine getiren bunlar gibi trilyonlarca hücrelerden oluşmaktadır! Bir ateistin bunların tek başına oluşabileceğine inanmasının nedeni kör inançtan başka bir şey olabilir mi?
Tanrı’nın hücresel düzeyde işini inkar etmek için bilim insanları bizlere inanılamayacak bir şey söylüyorlar. Yönlendirilmemiş maddi süreçler ansiklopedi yazmazlar, ne kadar zamanları olursa olsun. Dawkins, Darwincilerin sorgulamadan kabul ettiği bir konuda halkı ikna etmek için Kör Saatçi’yi yazdı: Biyolojide amaçlı tasarım görünümünün, yanlış yönlendirdiği kaygısı. Yanlış yönlendiriyor çünkü ona göre tüm yaşayan organizmalar, buna biz de dahiliz, rastlantısal varyasyon ve doğal seçim kullanan doğal evrim sürecinin birer ürünü. Dawkins diyor ki,
“Darwin’in keşfettiği doğal seçimin, bilinçsiz, otomatik, kör ama temelde rastlantısal olmayan süreçte bir amacı yoktu. Doğada bir şekilde saatçi rolü oynadığını söyleyebiliriz, kör saatçi.” (13)
Kısacası kör saatçi sadece kör değil, aynı zamanda bilinçsiz!
Kör saatçinin hipotezi doğru mu? Dawkins gibi Darwinciler’in doğacı bakış açısına göre bu soruyu sormaya bile gerek yok. Gerçek yerine, önemli olan kavram bilimdir, ki bilgi elde etmenin en güvenilir aracı olduğu anlaşılır.O halde bilim içinde sadece doğal açıklamaların değerlendirildiği ve amacın her zaman var olan en iyi doğacı açıklamaların geliştirilmesi olduğu bir etkinlik olarak tanımlanır. Doğa üstü yaratılış veya Tanrı tarafından yönlendirilen evrim doğacı bir açıklama değildir. Bu nedenle reddedilirler. Kör saatçi önermesi, sadece ‘bilimin’ doğacılığa bağlılığını ifade etmenin bir yoludur. Bu şekilde kör bir saatçinin varlığı mantıksal bir gerekliliktir. Eleştiren kişi Darwinizmi beğenmiyorsa atmasına izin verilen tek adım daha iyi bir kör saatçi önermektir. Usta bir kör saatçinin var olmaması mantıklı bir olasılık değildir.
İşte bu nedenle Dawkins ve diğer Darwinciler kör saatçi hipotezini hiçbir zaman kanıtlayamıyorlar. Lütfen bir sonraki cümledeki hayal etme kelimelerinin altını çizin. Darwinci olan birinin, bazı karmaşık organ veya organizmanın mutasyon ve seçim yoluyla ortaya çıktığını sadece hayal etmesi gerekir. Bu teorinin başka bir doğrulayıcı örneği daha vardır. Hikayeleriyle böyle devam ederler. Sürekli olarak Tanrı’nın varlığını inkar ederler ama bunu kanıtlayamazlar.
Tanrı Kavramı Tartışmalıdır
Ateistlerin Tanrı’nın var olmadığını kanıtlamaya çalışmalarının yollarından biri Tanrı kavramının çelişkili olduğunu ileri sürmektir. Çelişmemezlik yasasına göre bir şeyin aynı zamanda ve aynı bağlam içinde hem doğru hem de yanlış olması mümkün değildir. Örneğin, bir masa aynı zamanda tamamıyla ahşaptan yapılmış ve hiç ahşaptan yapılmamış olamaz.
Cesaretle kare dairelerin var olmadığını kesin olarak söyleyebiliriz. Neden? Uzak bir galakside bir yıldızın arkasında kare daireler olup olmadığına bakmak için evrenin tümünü araştırmış olduğumuzdan değil. Bu soruyu yanıtlamak için evreni araştırmamıza gerek yok. Kare daireler kavramında çelişkili bir fikir vardır ve bu nedenle gerçek olamaz. Bir şey aynı zamanda hem daire, hem de kare olamaz. Bu nedenle kare daire diye bir şey yoktur. Çelişmemezlik yasası bunu bir olasılık olarak dışlar. Evli bekarlar da aynı kategoriye girer.
Ateistler, Tanrı kavramının çelişkili olduğunu kanıtladığına inandıkları üç nokta ileri sürerler. Bunlar genel olarak Tanrı’nın her şeye gücünün yetmesi yani her şeyi yapabilmesiyle ilgilidir. Ateistler bu niteliği Kutsal Kitap’ın Tanrısı’nın var olmadığına ilişkin bir kanıt olarak gösterirler. Tanrı’nın yapamayacağı bir şey yok ise o zaman Tanrı her şeyi yapabilen değildir ve bu nedenle yoktur.
İlk olarak, ‘her şeye gücü yeten’ ifadesi Kutsal Kitap’ta hiç kullanılmamaktadır. Temel olarak Eski Antlaşma’da Tanrı’nın isimlerinden biri ‘El Şadday’ sözünden çıkartılmıştır. Çevirisi yapıldığında, ‘şadday’ ‘yüce’ anlamına gelir. Tanrı İbrahim’le bir antlaşma yaptığında Tanrı’nın kullandığı isim El Şadday’dır. Bunun Türkçe çevirisi bu ayetlerin başında görülmektedir:
“Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, ‘Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı'yım’ dedi, ‘Benim yolumda yürü, kusursuz ol. Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.’ Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı, ‘Seninle yaptığım antlaşma şudur’ dedi, ‘Birçok ulusun babası olacaksın. Artık adın Avram değil, İbrahim olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım. Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak. Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım.” (Yaratılış 17:1-7, Eski Antlaşma).
Tanrı’nın gücü her şeye yettiği halde Kutsal Kitap hiçbir zaman Tanrı’nın her şeyi yapabildiğini iddia etmemiştir. Nitekim Kutsal Kitap Tanrı’nın yapamayacağı şeyler olduğunu ifade ediyor. Örneğin, Kutsal Kitap Tanrı’nın günah işleyemeyeceğini söylüyor. “Kötüye bakamayacak kadar saftır gözlerin.” (Habakkuk 1:13, Eski Antlaşma). “Ayartılan kişi, “Tanrı beni ayartıyor” demesin. Çünkü Tanrı kötülükle ayartılmadığı gibi kendisi de kimseyi ayartmaz.” (Yakup 1:13, İncil). Kutsal Kitap Tanrı’nın yalan söyleyemeyeceğini de söylüyor. “Tanrı insan değil ki, yalan söylesin” (Çölde Sayım 23:19, Eski Antlaşma). “Elçiliğim, yalan söylemeyen Tanrı'nın zamanın başlangıcından önce vaat ettiği sonsuz yaşam umuduna dayanmaktadır.” (Titus 1:2, İncil). Bu, her şeye gücü yeter olmasıyla çelişmiyor, aksine zayıflık veya mutasyon ima eden hiçbir şeyi kabul edemeyecek olan doğasının yetkinliğini savunuyor.
Bu nedenle, Kutsal Kitap’a göre Tanrı’nın her şeye gücünün yetmesi Tanrı’nın her şeyi yapabileceği anlamına gelmiyor. Tanrı, kutsal karakterine aykırı olabilecek bir şey yapamaz. Örneğin, günahsız Tanrımız, günah işleyip aynı zamanda Tanrı olamaz. Tanrı, yapmaya karar verdiği şeyleri yapabilir. Her şeye gücü yetmesinin gerçek anlamı budur -yapmaya karar verdiği her şeyi yapabilme yetisi.
Ateistler, Tanrı’nın var olamayacağını ‘kanıtlamak’ için Kutsal Kitap’taki her şeye gücü yetme tanımını çarpıtıyorlar. İddialarının aksine her şeye gücü yetme, tanımı gereği olanaksız olan şeyleri yapma becerisini içermemektedir. Her şeye gücü yetme, başarısız olma becerisini de içermez. Her şeye gücü yetmeyi, başarısız da olma becerisini gerekli kılacak şekilde tanımlayarak ateistler, her şeye gücü yetmeyi olanaksız bir şey olarak tanımlarlar. Tabii ki her şeye gücü yeten bir Tanrı asla başarısız olamaz. Bu gibi argümanlar, deneyimsiz ateistler tarafından sıkça kullanılsa da, açıkçası mantıksızdır. Çoğu akıllı ateist bu gibi argümanları uzun süre önce bırakmıştır. Bu argümanları biliyor musunuz? Diyorlar ki,
(1) Her şeye gücü yetme kendi kendisiyle çelişir. Tanrı, kendisi için kaldırması güç bir taş yaratabilir mi? Bunun yanıtı, Tanrı’nın mantıksal olarak olanaksız olanı yapamayacak olmasıdır. Her şeye gücü yeten bir Tanrı’nın kaldıramayacağı kadar ağır bir taş olamaz. Bu mantıksal olarak olanaksız olduğu için Tanrı yaratamaz, tıpkı ‘A’nın ‘A olmayanla’ aynı olduğunu kanıtlayamayacağı gibi. Bu, Tanrı’nın gücünü sınırlamaz çünkü Tanrı mantıksal olarak olanaklı olan her şeyi yapabilir.
Eğer soruyu farklı sözlerle yeniden ifade edecek olursak, mantık açısından neden olanaksız olduğunu anlamak daha kolay olabilir. “Tanrı, her şeye gücü yeten birinin kaldırması için kaldırması çok ağır olan ve her şeye gücü yeten bir varlığın kaldırabileceği bir nesne yaratabilir mi?” Bu saçmalık. Daha önce kare daireler hakkında söylediklerim gibi, kayayla ilgili bu soru doğru şekilde anlaşıldığında kendi içinde tutarsız bir saçmalığa dönüşüyor. Tanrı mantıken olanaksız olanı yapamaz. Kutsal Kitap Tanrı’nın istediği her şeyi yapabileceğini ve yapmak istediği şeyleri başarması için bir zorluk olmadığını açıkça ortaya koyuyor. İşte her şeye gücü yeter olmanın gerçek anlamı budur.
(2) Her şeyi bilmek ve her şeye gücü yetmek birbiriyle çelişmektedir. Tanrı bir olayın gelecekte kesin olarak olacağını biliyorsa, bu olayın gerçekleşmesini önleyebilir mi? Tanrı’nın gelecekteki olaylar hakkında her şeye gücünün yettiğini söylediğimizde aslında söylemek istediğimiz Tanrı’nın herhangi bir olayın herhangi bir zamanda gerçekleşmesine neden olabileceğidir. Eğer Tanrı haftaya Cuma günü Erzurum’da yağmur yağdırmak istiyorsa, yağmurun yağmasına neden olma yetisine sahiptir. Ayrıca, Tanrı’nın her şeyi bilmesi demek, herhangi bir günde ne olmasını istiyorsa bunu her zaman biliyor olması demektir. Olayları buna göre planlayabilir. Tanrı haftaya Cuma günü Erzurum’da yağmur yağmasını istiyorsa, evren yaratıldığında, yağmur yağmasını istediğini zaten bildirdi ve her şeyi buna göre ayarlardı. “Sonu ta başlangıçtan, henüz olmamış olayları çok önceden bildiren, tasarım gerçekleşecek, istediğim her şeyi yapacağım diyen benim.” (Yeşaya 46:10, Eski Antlaşma). Böylece, eğer Tanrı haftaya Cuma Erzurum’da yağmur yağacağını biliyorsa, bunun nedeni orada ve o zaman yağmurun yağmasını istemiş olmasıdır ve bunun olmasını sağlayacaktır. O gün havanın farklı olmasını isteseydi, ona göre ayarlama yapar, havanın farklı olmasını sağlardı.
Tanrı’nın hayat hakkında bilgisi bizim bilgimizden kat kat derindir. Uzay-zaman süreklisinin yaratıcısı olarak Tanrı olan biteni, öznel önyargı veya fiziksel kısıtlamalar olmadan olduğu gibi bilmektedir. Zaman ve uzayın kısıtlamalarına bağlı olmadığı için Tanrı, tüm olayları sürekli olarak şimdiki zamanda görür. Bilgimiz her zaman dünyayla fiziksel etkileşimlerimiz aracılığıyla gerçekleşir ve öznelliğimizle kısıtlanır. Oysa, Tanrı’nın bilgisi doğrudandır ve bu bilgiye aracısız olarak sahiptir. Bizim kendimizi tanıdığımızdan daha iyi tanır bizleri. Kişisel deneyimlerimizi bizim bilemeyeceğimiz bir şekilde bilir. Tanrı sadece olayları değil, bunlara duygusal tepkilerimizi ve bunları yorumlamak için kullandığımız düşünsel yapıları da bilir.
“Ya RAB, sınayıp tanıdın beni. Oturup kalkışımı bilirsin, niyetimi uzaktan anlarsın.
Gittiğim yolu, yattığım yeri inceden inceye elersin, bütün yaptıklarımdan haberin var.
Daha sözü ağzıma almadan, söyleyeceğim her şeyi bilirsin, ya RAB. Beni çepeçevre kuşattın,
elini üzerime koydun. Kaldıramam böylesi bir bilgiyi, başa çıkamam, erişemem.” (Mezmur 139:1-6, Eski Antlaşma)
(3) Dünyada kötülük ve acı olduğuna göre her şeye gücü yeten ve tamamıyla iyiliksever bir Tanrı’nın olmadığı açıktır. Kötülük ve acının neden var olduğu, akademik bir sorudan daha fazlasıdır çünkü hepimiz, genellikle başka birisinin yaptığı yanlış bir şey nedeniyle acı çektik. Bu gece yüz binlerce yastık, kederli insanların gözyaşlarıyla ıslanacak. Sabah olduğunda ise, yine uykusuz geçen bir gecenin bitkinliğiyle sevdiklerini kaybetmiş olmanın yasını tutacak ya da kötü giden evlilikleri veya yok olan hayalleri hakkında kara kara düşünecekler.
Kötülüğün varlığı konusunda tatmin edici bir cevap bulamadığımızda Tanrı’ya inancımızı terk etmemize neden olabilir, tıpkı Albert Einstein’ın durumunda olduğu gibi. Bu nedenle, kötülük sorununu anlamaya çalışmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. İşte bu nedenle bu konu yazımızın önemli bir kısmını oluşturacak.
Dünyadaki kötülüğün -ister insanın insafsızlığı isterse doğal felaketler aracılığıyla olsun- büyüklüğünü ve derinliğini düşündüğümüzde bazılarımız Tanrı’nın var olmadığı sonucunu çıkartıyor. Siz de böyle hissediyor musunuz? Soru: Hepimiz ateist mi olmalıyız? Bu büyük bir adım olurdu, öyle değil mi? Tanrı’nın var olmadığından nasıl emin olabiliriz? Belki de Tanrı’nın dünyada kötülüğe izin vermesinin bir nedeni vardır. Belki de, bizim çok az algılayabildiğimiz -eğer algılayabiliyorsak- büyük plana bir şekilde uyuyordur.
İncil’in güvenilirliğinin kanıtlarını incelemiş, İsa’ya inanan birisi olarak kötülük sorunu çok vahim olsa da, Tanrı’nın var olmadığına bir kanıt olduğuna inanmıyorum. Aksine, Hıristiyan teizminin aslında insanlığın kötülük sorununa çözüm konusunda son ve en iyi çözüm olduğuna inanıyorum!
Neden bu şekilde düşündüğümü açıklamak için, net bir şekilde düşünmek amacıyla birkaç farklılığa dikkat çekmenin yararı olacak. İlk olarak, entelektüel kötülük sorunu ve duygusal kötülük sorununu ayırt etmeliyiz. Entelektüel kötülük sorunu Tanrı’nın ve kötülüğün nasıl bir arada yaşadığı hakkında akılcı bir açıklama bulmakla ilgilidir. Duygusal kötülük sorunu ise insanların kötülük ve acıya izin veren bir Tanrı’ya karşı hoşnutsuzluklarının nasıl ortadan kaldırılacağıyla ilgilidir.
NOT: Eğer tek amacınız bilimin Tanrı’nın varlığını çürütmesi konusu ise şimdilik bu kısmı atlayıp, ‘Bilim Tanrı’ya İnancı Artık Eski Moda Hale Getirdiğine İnanıyor’ başlıklı kısma inmenizi öneririm. Öte yandan, kötülük konusu bu yazının önemli bir kısmıdır çünkü ateistler Tanrı düşüncesinin çelişkili olduğunu kanıtlamak için bunu kullanmayı seviyorlar. Bu kısmı atlayacak mısınız? Sadece bir kaçınızın atlayacağını düşünüyorum çünkü kötülüğün var olma nedeni ve Tanrı’nın kötülüğü neden ortadan kaldırmadığı bir çoğumuzun kafasını kurcalayan sorular.
‘Kötülük sorunu’ diye bilinen sorunun klasik biçimi, aşağıdaki üç önermenin mantıken tutarsız olduğunu iddia etmektedir:
a) Tanrı herkesi sever.
b) Tanrı güçlüdür.
c) Kötülük vardır.
Öncelikle, tam manasıyla ele alındığında bu üç ifade arasında resmen bir çelişki yoktur. Yani, açık bir çelişki görmeden her üç önermeye de akılcı bir şekilde inanabilirsiniz. Öte yandan, yakından incelendiği takdirde nihai olarak tutarsızlık veya çelişkinin ortaya çıkacağını ve bu nedenle kuşkucu insanlar üç ifadeden en azından birinin hatalı olması gerektiğini varsayarlar. Ya Tanrı sevgi değildir (yani, belki de ‘iyilik ve kötülüğün ötesinde’ bir varlıktır). Ya da, Tanrı her şeye gücü yeten değildir (yani, kötülükle savaşma yetisi açısından kısıtlı olablir). Ya da, aslında kötülük yoktur (yani, kötülük belki de sadece bir yanılgıdır). Kötülüğün varlığının kendi kendini açıkladığı söylendiği için sorun birinci ya da ikinci ifade de olmalıdır. Seven ve güçlü olduğu düşünülen bir Tanrı’nın var olmadığı sonucuna varırlar.
Gerçeği söylemek gerekirse, kuşkucu olan kişiye cevap vermek, dünyadaki kötülüğün ve acının ve sıkıntının amacı konusunda pozitif bir savunma yapmaktan daha kolay. Örneğin, kuşkucuların argümanına göre, eğer seven ve güçlü bir Tanrı’nın kötülüğü hemen ortadan kaldırması gerektiğini varsayarsak, bir ağırlığa sahip olur. Diğer bir deyişle, Tanrı’nın iyiliği ve her şeye gücü yeter olmasının gecikmeden kötülüğü imha etmesi varsayılır. Kuşkucular Tanrı’nın kötülüğün dünyamızı parçalamasına izin vermesinin herhangi bir nedeni olamayacağını söylerler. ‘Eğer ben Tanrı olsaydım,’ derler, ‘kötülükten kurtulurdum.’ Yeniden düşünün. Bu varsayım haklı değildir, özellikle de her şeyi bilmeyen ölümlülerden geldiği için. Bizler Tanrı değiliz ve Tanrı’nın evrende kötülüğe izin verme nedenlerini bilmediğimiz için bu gibi nedenler olmadığını söyleyemeyiz. Ancak her şeyi bilen varlıklar olsaydık bu iddiayı ileri sürebilirdik.
Kötülüğün mantık sorunu
Kötülüğün mantık sorununa göre, Tanrı ve kötülüğün yan yana var olması mantıksal olarak olanaksızdır. Ateistlerin iddiası bu. Tanrı varsa, o zaman kötülük var olamaz. Eğer kötülük varsa o zaman Tanrı var olamaz. Kötülük olduğuna göre, Tanrı yok demektir. Siz bunu kabul ediyor musunuz? Ben etmiyorum. Bu argümandaki sorun şu, Tanrı ve kötülüğün mantıksal olarak uyumsuz olduğunu düşünmek için bir neden yoktur. Ne de olsa, bunlar arasında açık bir çelişki yoktur. Eğer ateist Tanrı ve kötülük arasında üstü kapalı bir çelişki olduğunu söylemek istiyorsa, o zaman bu üstü kapalı çelişkiyi ortaya çıkaracak bazı saklı önermeleri varsayıyor demektir. Saklı önermeler mi? Hiçbir felsefeci henüz bu tür önermeleri saptayamamıştır. Bu nedenle, kötülük sorunu Tanrı ve kötülük arasında herhangi bir tutarsızlığı kanıtlamakta başarılı olamamaktadır.
Ama dahası, Tanrı’nın ve kötülüğün mantıksal olarak uyumlu olduğunu aslında kanıtlayabiliriz. Bakın, ateist, Tanrı’nın dünyada kötülüğe izin verecek derecede yeterli ahlaki nedenlere sahip olamayacağını varsayıyor. Mümkün olduğu kadarıyla Tanrı’nın kötülüğe izin verme konusunda ahlaki açıdan yeterli nedenleri vardır. Bu nedenle çağdaş felsefeciler arasında kötülükle ilgili mantıksal sorunların çözüldüğünün yaygın bir şekilde kabul edildiğini söylemekten memnuniyet duyuyorum. Tanrı ve kötülüğün yan yana var olması mantıksal olarak mümkündür. Bu -lütfen bu kısmın altını çizin- Tanrı’nın kötülüğün yaratıcısı olduğu anlamına gelmemektedir. Kötülük, Tanrı’nın her şeyi yaratırken yarattığı ‘şeylerden’ biri değildi.
Olasılıklardan mümkün olanlara geçelim. Tanrı ve kötülüğün aynı zamanda var olması mantıksal olarak olanaklı olsa da, pek mümkün değildir. Bu benim sıkça duyduğum bir itiraz. Dünyada kötülük o kadar büyük ve derin ki, bazıları diyorlar ki Tanrı’nın buna izin vermek için ahlaki açıdan yeterli nedeni olamazdı. Bu nedenle, dünyadaki kötülük dikkate alındığında, Tanrı’nın var olması da mümkün değildir.
Saygın bir felsefeci olan Alvin Platinga, Tanrı’nın varlığına destek veren iki düzineden fazla savını açıklamıştır. (14) Bu makaleyi bitirirken bu kadar sava yer vermek mümkün olmayacak! Fakat William Lane Craig tarafından tanınmış ateist Kai Nielsen’le yaptıkları bir münazarada sunulan üç argümanın farkında olmanızı isterim. (15) Dünyadaki kötülüğün boyutları dikkate alındığında, Tanrı’nın varlığının mümkün olmadığı sonucuna mı varmalıyız? William Lane Craig’in ileri sürdüğü üç noktayı işitene kadar karar vermeyin:
1) Tanrı’nın gerçekleşen kötülükler için ahlaki açıdan yeterli nedenleri olması olasılığını değerlendirebilecek konumda değiliz. Ölümlü insanlar olarak yer, zaman, akıl ve anlayış açısından kısıtlıyız. Öte yandan, her şeyi bilen ve egemen olan Tanrımız sonu daha başından görür ve insanların özgür kararları aracılığıyla amaçlarının nihai olarak gerçekleşmesini kapsayacak şekilde sağlayışıyla tarihi düzenler. Amaçlarına ulaşmak için Tanrı, insanların özgür iradeleriyle yaptıkları kötülüklere katlanmış olabilir. İçinde bulunduğumuz kısıtlı çerçevede anlamsız görünen kötülüklere Tanrı’nın daha geniş çerçevesinde adil bir şekilde izin verilebilir. Örneğin masum bir insanın hunharca katledilmesi tarih içinde öylesine bir zincirleme etki yaratabilir ki, Tanrı’nın buna izin verme konusunda yeterli ahlaki nedenleri ancak yüzyıllar sonra veya belki de başka bir ülkede ortaya çıkabilir. Tarih boyunca Tanrı’nın sağlayışını düşündüğünüzde, kısıtlı gözlemcilerin Tanrı’nın belirli bir kötülüğe izin verme konusunda yeterli ahlaki nedene sahip olması olasılığı hakkında spekülasyon yapmalarının ne kadar ümitsizce bir şey olduğunu göreceğinizi düşünüyorum.
2) Hıristiyan inancında, Tanrı ve kötülüğün birarada bulunması olasılığını artıran doktrinler bulunmaktadır. Bu şekilde, bu doktrinler, kötülüğün varlığından çıktığı düşünülen Tanrı’nın var olmasının olanaksızlığını azaltır. Bu doktrinlerin bazıları nelerdir? Dört tanesinden söz edeyim.
A. Yaşamın temel amacı tek başına mutluluk değil, Tanrı bilgisidir. Kötülük sorununun bu kadar kafa karıştırıcı görünmesinin bir nedeni, insan yaşamının amacının bu dünyadaki mutluluk olduğunu düşünme eğilimimizdir. Fakat Hıristiyan görüşüne göre bu yanlıştır. İnsanın amacı tek başına mutluluk değil, Tanrı’yı tanımaktır -ki bu da, nihai olarak insanda gerçek ve kalıcı bir doyum yaratacaktır. Hayatta insan mutluluğu yaratmak açısından tamamıyla anlamsız olan bir çok kötülük yaşanır ama Tanrı bilgisini üretmek açısından haksız sayılmayabilirler. Masum insanın acısı, Tanrı’ya daha derin bir şekilde bağımlı olmak ve güvenmek için bir fırsat yaratır; bu, hem sıkıntı çeken kişi, hem de çevresindekiler için geçerli olabilir. Tanrı’nın amacının sıkıntımız aracılığıyla gerçekleşip gerçekleşmediği ise tamamıyla bizim nasıl bir karşılık verdiğimize bağlıdır.
B. İnsanlık Tanrı ve amacına karşı bir başkaldırı içindedir. Tanrı’ya boyun eğmek ve tapınmak yerine, insanlar Tanrı’ya başkaldırıyorlar ve kendi yollarına gidiyorlar ve sonunda Tanrı’ya yabancılaşmış, Tanrı huzurunda ahlaki olarak suçlu, ruhsal karanlıkta el yoldarmıyla yol bulmaya çalışır ve kendi yarattıkları sahte tanrıların peşinde buluyorlar kendilerini. Dünyada insanların yaptığı korkunç kötülükler, Tanrı’dan bu şekilde yabancılaşmış olması durumunda insanın ahlaki bozukluğuna tanıklık etmektedir. Hıristiyanlar dünyadaki insani kötülüklerden ötürü şaşırmazlar. Aksine, bunların olmasını beklerler! Kutsal Kitap diyor ki Tanrı insanları, insanların seçtikleri günahlara teslim etti. (“Tanrı'yı tanımakta yarar görmedikleri için Tanrı onları yararsız düşüncelere, yakışıksız davranışlara teslim etti.” Romalılar 1:28, İncil). Tanrı bunları durdurmak için müdahale etmiyor, insanların ahlaki bozukluğunun akışını tamamlamasına izin veriyor. Bu da ancak insanın Tanrı’nın huzurunda ahlaki sorumluluğunu, kötülüğümüzü ve bağışlanma ve ahlaki temizlenme ihtiyacımızı artırmaya yarıyor sadece.
C. Tanrı bilgisi sonsuz yaşama da akıyor. Hıristiyan görüşüne göre, dünyadaki yaşamımız tek yaşam değildir. İsa, kendisine Kurtarıcı ve Rab olarak güvenen herkese cennette sonsuz yaşam vaadi verdi. Sonraki yaşamda Tanrı, sıkıntılarını cesaret ve sözle ifade edilemez bir sevinç veren sonsuz yaşama güvenerek taşıyanları ödüllendirecektir. Yeni Antlaşma’nın büyük bir kısmını yazma konusunda esin alan Elçi Pavlus inanılmaz sıkıntılarla dolu bir hayat sürdürdüğü halde şöyle yazmıştır: “Bu nedenle cesaretimizi yitirmeyiz. Her ne kadar dış varlığımız harap oluyorsa da, iç varlığımız günden güne yenileniyor. Çünkü geçici, hafif sıkıntılarımız bize, ağırlıkta hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar büyük, sonsuz bir yücelik kazandırmaktadır. Gözlerimizi görünen şeylere değil, görünmeyenlere çeviriyoruz. Çünkü görünenler geçicidir, görünmeyenlerse sonsuza dek kalıcıdır. ” (2.Korintliler 4:16-18, İncil)
Pavlus sanki bir terazi hayal ediyor; bu terazide bu hayattaki sıkıntılar bir kefeye konuyor, Tanrı’nın cennette çocuklarına bahşedeceği yücelik ise diğer kefeye konuyor. Yüceliğin ağırlığı o kadar fazla ki, bu dünyada yaşanan sıkıntılar bunlarla kıyaslanamaz bile! Ayrıca sonsuzlukta ne kadar uzun zaman geçirirsek bu hayatın sıkıntıları sonsuzluk içinde küçük bir değere sahip olacak şekilde küçülecektir. İşte Pavlus bu nedenle bunlardan, ‘geçici’ ve ‘hafif’ sıkıntılar diyerek söz edebiliyor. Çektiklerine karşın, sıkıntıları, Tanrı’nın kendisine güvenenlere bol bol verdiği ilahi sonsuzluk ve sevinç okyanusunun yanında hiç kalıyor.
D. Tanrı bilgisi kıyaslanamayacak bir değerdir. Sonsuz iyilik ve sevgi kaynağı olan Tanrı’yı tanımak kıyaslanamaz bir değerdir ve insan varlığının tam doyumu deneyim etmesini sağlar. Bu hayatın sıkıntıları bu bilgiyle kıyaslanamaz. Böylece, Tanrı’yı tanıyan kişi- ne kadar sıkıntı çekerse çeksin, acısı ne kadar korkunç olursa olsun- hala şunu söyleyebilir, ‘Tanrı bana karşı iyilik etti. Bunu söyleyebilmesini sağlayan şey, Tanrı’yı tanıyor olması gerçeğidir- ki bu da eşi benzeri olmayan bir değerdir.
Bu dört Hıristiyan doktrini, kötülüğün Tanrı’nın varlığı üzerine atacağı olanaksızlığı büyük oranda azaltmaktadır.
3. Kanıtların tüm kapsamına göre Tanrı’nın varlığı olasılık dahilindedir. Olasılıklar ele aldığınız arka plan bilgisine göre değişir. Örneğin, Joe üniversite öğrencisidir. Şimdi de üniversitesindeki öğrencilerin yüzde doksanının kayak yaptığını düşünün. Bu bilgiye göre Joe’nin kayak yapıyor olması yüksek bir olasılıktır. Ama sonra Joe’nin bacağının protez olduğunu öğrendiğimizi ve üniversitesindeki protez bacaklıların yüzde doksan beşinin kayak yapamadıklarını öğrendiğimizi düşünün. Aniden Joe’nin kayakçı olması olasılığı çarpıcı bir şekilde düşer!
Benzer şekilde eğer göz önünde bulundurduğunuz tek arka plan bilgisi dünyadaki kötülük ise o zaman Tanrı’nın varlığının buna göre olanaksız görünmesi şaşırtıcı olmayabilir. Fakat gerçek soru Tanrı’nın varlığının mevcut kanıtların tümüne göre olanaksız olup olmadığıdır. Kanıtların tümünü göz önünde bulundurduğunuz takdirde Tanrı’nın varlığının olanaklı olduğundan eminim.
Şimdi bu noktada Tanrı’nın varlığını destekleyen pek çok farklı argümanı yeniden ortaya koymak yerine sadece birinden söz etmek istiyorum. O da şu, Tanrı dünyada nesnel ahlaki değerler için en iyi açıklamayı sağlıyor.
Tanrı yoksa o zaman nesnel ahlaki değerler de yoktur. Birçok teist ve ateist, benzer bir şekilde bu konuda fikir birliği içindedir. Tanrı olmadan vicdanımıza kendisini kabul ettiren kesin bir değer yoktur. Bilim felsefecisi ve Guelph Üniversitesi’nde bir ateist olan Profesör Michael Ruse şöyle açıklıyor;
“Modern evrimcinin görüşüne göre insanların ahlaki farkındalığını sağlayan biyolojik değerin farkındalığıdır. Ahlak, eller ve ayaklar ve dişler gibi biyolojik bir adaptasyondur. Nesnel bir şey hakkında akılcı bir şekilde haklı gösterilebilir bir dizi iddia olarak değerlendirildiğinde ahlak yanıltıcıdır. Birisi, ‘Komşunu kendin gibi sev’ dediğinde bunu takdir ediyorum; kendilerinin üzerinde ve ötesinde birisinden söz ettiklerini düşünüyorlar. Ne var ki, bunun gerçekte herhangi bir temeli yotur. Ahlak, sadece hayatta kalma ve çoğalmada bir yardımcıdır…ve başka herhangi bir derin anlam tamamıyla bir yanılgıdır.” (16)
Ya da Oxford Üniversitesi’nde profesör olan merhum J. L. Mackie’yi düşünün; çağımızın en etkili ateistlerinden biridir. Mackie’ye göre, “Eğer… nesnel değerler varsa, bunlar bir tanrının varlığını, kanıtlar olmasa olacağından daha olanaklı bir hale getiriyorlar. Böylece… tanrının varlığı için ahlak açısından savunulabilir bir argümanımız olur.” (17) Tanrı’nın varlığından kaçınmak için Mackie ahlaki değerlerin var olduğunu kabul etmeyi reddetmiştir. Şöyle yazmıştır, “Bu ahlaki farkındalığı, doğanın bir yaratıcısı tarafından yerleştirilmiş olması yerine, biyolojik ve sosyal evrimin doğal bir ürünü olarak açıklamak kolaydır.” (18)
Fakat eğer öyleyse, o zaman nesnel ahlak, teizmle birlikte olasılık dışı kalır. O zaman insanların doğuştan gelen ahlaki değerleri yoktur. Örneğin, Hindistan’da, kadınların ölen eşlerinin cenazesinin yakılması için dizilen odunlar üzerinde canlı canlı yakılmaları beklenirdi. İngilizler bu uygulamaya son verdiler. Fakat Michael Ruse, bu uygulamayı tartışırken açıkça ve tutarlı bir şekilde şöyle diyor, “Bu uygulamanın Batı gelenekleri ve ahlakına tamamıyla yabancı olduğu çok açık. Bu ahlakın nesnel olan bir yanı olmadığı açık, aynı şekilde doğal seçimin kaçınılmaz bir sonucu olarak bulmayı bekleyeceğiniz bir şey de değildir.” (19) Diğer bir deyişle, her şey göreceli hale geliyor ve nesnel kesin değerler anlamını kaybediyor.
Geçen yüzyılın büyük ateisti, Tanrı’nın artık ölü olduğunu ilan eden Friedrich Nietzsche bunu çok iyi anlamıştır. “Hıristiyanlığın sonu,” diye yazdı Nietzsche, “nihilizmin gelişidir.” Halihazırda kapıda durmakta olan nihilizm çağında ancak iyilik ve kötülük ötesinde yaşayabilecek olan insan efendiliği ele geçirebilecektir. Friedrich Nietzsche’nin hayalinin her ateisti taciz ettiğini düşünüyorum. Çünkü eğer Tanrı yoksa, o zaman nihilizm neden doğru olmasın?
Neyi sorduğumuzu dikkatli bir şekilde fark edelim. Soru şu değil, “Ahlaki bir yaşam sürdürmek için Tanrı’ya inanmalı mıyız?” Ben bu soruya, “Hayır” derdim. Soru şu da değil, “Tanrı’ya inanmadan nesnel ahlaki değerleri görebilir miyiz?” Benim cevabım, ‘görebiliriz’ olurdu. Soru şu da değil, “Tanrı’ya atıfta bulunmadan tutarlı bir ahlak sistemi oluşturabilir miyiz?” Bu da kesinlikle mümkündür. Aksine soru şu, “Tanrı yoksa, nesnel ahlaki değerler var mıdır?”
Kendime soruyorum: "Tanrı yoksa, nesnel ahlaki değerler var mıdır?"
Tanrı’nın yokluğunda insanların nesnel ahlaki değerlere sahip olması için herhangi bir neden görmüyorum. Ne de olsa, eğer Tanrı yoksa, insanların nesi özel? İnsanlar sonsuz küçüklükte bir toz parçası üzerinde göreceli olarak kısa bir süre önce evrimleşen, düşman ve düşüncesiz evrenin merkezinde bir yerlerde kayıp ve göreceli olarak kısa bir süre içinde tek tek ve toplu olarak mahvolmaya mahkum olan, sadece doğanın rastlantısal yan ürünleridir. Eğer sıkıştırılırsa Profesör Nielsen’in bununla hemfikir olacağını düşünüyorum. Nesnel ahlaki değerlere sahip olduğunu söylese de, bu terimleri özel durumlarla ilgili olarak kullanıyor. Nesnel ahlaki değerlerin var olduğunu söylemek, ‘Tecavüz yanlıştır’ gibi ahlaki değer ifadelerinin, kişi bunlara inansa da inanmasa da doğru olduğunu ileri sürmektir. Fakat Profesör Nielsen ahlaki ifadelerin gerçekliğini tartışmayı reddediyor. Ruse ve J. L. Mackie gibi o da, insanların nesnel değerlerini doğruluyor gibi görünmüyor.
Fakat gerçek şu ki, nesnel değerler vardır ve bunu hepimiz biliyoruz. Fiziksel dünyanın nesnel gerçekliğini inkar etmek için neden olmadığı gibi ahlaki değerlerin nesnel gerçekliğini inkar etmek için de neden yoktur. Özellikle, kötülüğün varlığı açıktır. Bazı şeyler gerçekten yanlıştır! Böylece, bu bir paradoks gibi görünse de, aslında kötülük Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya hizmet etmektedir. Eğer nesnel değerler Tanrı olmadan var olamazsa, ve nesnel değerler var ise -kötülük gerçeğinden ötürü açıkça görüldüğü gibi- o zaman Tanrı’nın var olduğu çıkarımından kaçmak mümkün değildir. Bu nedenle, kötülük bir anlamda Tanrı’nın varlığını sorgulamaya neden olsa da, daha temel bir anlamda Tanrı’nın varlığını göstermektedir çünkü kötülük Tanrı olmadan var olamaz.
Bu [argümanlar], Tanrı’nın var olduğuna ilişkin kanıtların sadece bir kısmını oluşturur. Saygın felsefeci Alvin Plantinga kısa bir süre önce Tanrı’nın varlığını destekleyen iki düzine kadar argümanı yorumlamıştır. Bu argümanların birikimli gücü, Tanrı’nın var olmasını olasılıklı hale getirir.
Özetle, eğer benim üç tezim doğru ise, o zaman kötülük, Hıristiyan Tanrısı’nın varlığını olanaksız hale getirmez. Aksine, kanıtların tümü göz önünde bulundurulduğunda Tanrı’nın varlığı olasılık dahilindedir. Böylece, kötülük sorununun entelektüel boyutu, Tanrı’nın varlığını çökertmekte başarılı olamıyor.
Duygusal Kötülük Sorunu
Tanrı’yı, dünyadaki kötülükler nedeniyle reddeden çoğu insanın bunu entelektüel zorluklardan ötürü reddettiklerini düşünmüyorum. Acıya izin veren bir Tanrı’dan hoşlanmıyorlar ve bu nedenle O’ndan bir şey istemiyorlar. Onlarınki sadece bir reddetme ateizmi. Hıristiyan inancının bu insanlara söyleyecek sözü var mı? Kesinlikle var! Tanrı’nın uzak bir Yaratıcı veya kişisel olmayan bir ‘Varlık’ olmadığını, aksine acılarımızı ve incinmelerimizi bizimle paylaşan sevgi dolu bir Baba olduğunu söylüyor bizlere. Plantinga şöyle yazdı,
“Hıristiyanlar’a göre, Tanrı, yarattıklarının sıkıntılarını sadece izleyerek boş boş durmamaktadır. Bizim sıkıntımıza dahil olur ve paylaşır. Üçlü Birliğin ikinci Kişisi olan Oğlu’nun çarmıhta acı bir gaddarlıkla ve utanç verici bir şekilde ölümünü görme ızdırabına katlanmıştır… Mesih, günah ve ölümü yenmek, dünyamızdaki kötülüklerin üstesinden gelmek ve bizlere hayal edebileceğimizden daha yüce bir yaşam hakkı vermek için cehennemde can çekişmeye katlanmaya razıydı… Bizim yerimize acı çekmeye hazırdı, kavrayabileceğimizin çok ötesinde bir acıyı kabullenmeye razı oldu.” (20)
İsa tüm dünyanın günahlarının cezasını yüklendiği için kıyaslanamayacak bir acı çekti. “Yahya ertesi gün İsa'nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: "İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!"” (Yuhanna 1:29, İncil). “O günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır.” (1.Yuhanna 2:2, İncil)
Hiçbirimiz bu acıyı kavrayamayız. Masum olduğu halde, bizim hak ettiğimiz cezayı gönüllü olarak yüklendi. Peki ama neden? Sadece bizi sevdiği için. “Ben iyi çobanım... Ben koyunlarımın uğruna canımı veririm. Bu ağıldan olmayan başka koyunlarım var. Onları da getirmeliyim. Benim sesimi işitecekler ve tek sürü, tek çoban olacak. Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var.” (Yuhanna 10:14-16, 18, İncil). Bize olan sevgisini ve bizim için verdiği kurbanı anlamaya başladığımızda, kötülük sorununu yeni bir bakış açısıyla görürüz. Şu an kötülük sorununun gerçekte bizim kötülük sorunumuz olduğunu görüyoruz. Günahla dolu ve Tanrı huzurunda ahlaki açıdan suçlu olarak, Tanrı’nın kendisini bize nasıl haklı gösterebileceği sorusuyla değil, bizim onun karşısında nasıl haklı bir konuma gelebileceğimiz sorusuyla karşı karşıyayız.
Böylece, paradoks gibi görünse de, kötülük sorunu Tanrı’nın varlığına en büyük itiraz gibi görünse de, sonuç olarak, kötülük sorununa tek çözüm Tanrı’dır.
Kötülük Hakkında Son bir Düşünce
Kuşkucuların görüşüyle ilgili diğer bir sorun, argümanın koşullarını anlayabileceğimizi varsayıyor. Diğer bir deyişle, ‘iyi’, ‘iyilik’ ve ‘kötülük’ terimlerini, kanıtlanmış farz edecek şekilde ve bilinmeyen metafiziksel varlıklara başvurmadan tanımlama sorumluluğu kuşkucuya aittir. Örneğin, ‘kötülük vardır’ ifadesini ele alın. Bazıları, kötülüğün bir ‘şey’ olmadığını aksine iyinin yoksunluğu veya çarpıtılması olduğunu söylerler. Bu görüşe katılıyorum. Birçok insan, Tanrı her şeyi yarattığı için kötülüğü de yaratmış olması gerektiğine inanıyorlar. Tanrı tarafından yaratılmadıysa, nasıl var olabilir? Aslında kötülük yaratılmış bir ‘şey’ değildir, bir şeyin olmamasıdır. ‘İyinin’ olmaması... Tanrı’nın olmamasıdır.
Başkaları tek başına kötülük düşüncesinin bile, bir şeyin ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olarak belirlenmesini sağlayan bir ahlaki yasayı veya dünyanın ötesinde bir standartı ima ettiğini savunmuşlardır. Her durumda, tartışmanın başka varsayımlara uzanması ve bunların başka varsayımlarla bağlantılarını araştırması gerekir. Agnostik veya ateist olan kişilerin, bu terimlerin anlamlı kullanımını sağlayacak metafizik sistemleri olmadığına göre bu sözleri kullanırken neyi kast ettiklerini tanımlama yükümlülüğü de onlara aittir.
Kötülük, kötü eylemlere neden olan elle dokunulabilir ‘kara bir damla’ değildir. İyiliğin eksikliği olan kötülük genellikle günahkar eylemlere neden olur. Öte yandan, kötülüğün temeli eylem değil, yürek tutumudur. Kötü eylemler görülebilir ama bunların arkasındaki etken görünmez bir arzudur.
Ruhsal durumumuzla ilgili şu değerlendirmeye kulak verin. Daha kötüsü olabilir mi? “Yürek her şeyden daha aldatıcıdır, iyileşmez. Onu kim anlayabilir?” (Yeremya 17:9, Eski Antlaşma)
Kim anlayabilir? Hiçbir insanın anlaması mümkün değildir. Yüreklerimizde, farkında olmadığımız ve orada olduğundan kuşku bile duymadığımız bir kötülük var. Fakat Tanrı anlıyor ve bu kısmı bazı çok iyi haberlerle bitireceğim. Tanrı kötülüğün (günah) dünyaya gelme olasılığına izin verdiyse o zaman insanın günaha köle olmaması, aksine bundan kurtarılması için bir yola sahipolmalı. Tanrı’nın İsa’da gerçekleştirdiği de bu oldu.
Tanrı günaha böylesine umutsuz bir şekilde dolaşmamıza neden bir tepki verme ihtiyacı duydu? Başka türlü asla görülemeyecek olan bazı niteliklerini göstermek için. Bu konuda Sorular kısmında Kötülüğü Tanrı mı Yarattı? başlığı altında daha fazla şey okuyabilirsiniz.
Ancak Tanrı Bilir
Bilimsel doğacılık dünyamız hakkında bilgi sahibi olmamızın en güvenilir yolunun bilim olduğunu varsayıyor. Öyle değildir. Sağlayabileceği bilgi son derece sınırlıdır. Örneğin, kozmolojik fizik, evrenin kökenleri ve evrenin dış sınırları hakkında çok daha fazla bilgi verebilir. Fakat kozmologlar, evrenin neden burada olduğu, amacının ne olduğu ve bizim evrendeki yerimiz hakkında bilgi vermek açısından Kapalı Çarşı çevresindeki ayakkabı boyacısı çocuklardan daha nitelikli değildir. Bilim, içinde bulunduğumuz evreni betimleme konusunda oldukça başarılı olsa da, ahlaki soruları veya nihai kökenimiz, anlamımız ve amacımız hakkında ki soruları yanıtlama yetisine sahip değildir. Nitekim ahlak ve anlamla ilgili bu sorular nihai olarak insanlar tarafından kesinlikle cevaplanamaz. Ahlaki yasalar ve evrenin amacı hakkında nihai olarak birşeyler söyleyebilecek tek kişi evrenin yaratıcısı olan Tanrı’dır.
Kötülüğün tanımı hakkında benimle aynı fikirde misiniz? Kötü mü, yoksa iyi mi? Cevabı sadece kişisel duygularımıza mı bağlı? İyi ve kötü kavramları toplumların karar verdiği bir şey mi? Ernst Hemingway’in Öğleden Sonra Ölüm’de söylediklerini farklı sözcüklerle ifade etmemiz gerekirse ahlak şöyle tanımlanabilir: “Ahlaki olan şey, yaptıktan sonra kendinizi iyi hissettiğiniz, ahlaki olmayan ise yaptıktan sonra kendinizi kötü hissettiğiniz şeydir.”
Eğer ahlaki düşünce dizileri arasında biri diğerinden daha iyi olmasaydı, medeni ahlakı Nazi ahlakına tercih etmenin bir anlamı olmazdı. Bir ahlaki kurallar dizisinin başka birinden daha iyi olduğunu söylediğiniz anda, aslında bunları nihai bir standarda göre ölçüyorsunuz demektir. Nihai bir standart olması gerektiğini kabul ettiğiniz an ise, Tanrı’nın varlığını savunuyor olursunuz.
Bunu biraz düşünün. Eğer Tanrı olmasaydı, acı, kötü sayılmazdı. İnsanların acısı, farelerin veya böceklerin çektikleri acılardan neden daha kötü olsun? Kesin standart Tanrı olmazsa, insani değerlerinden başka, biyolojik adaptasyonlardan nasıl daha farklı sayılabileceğini göremiyorum. Unutmayın, Richard Dawkins bizlere, genlerin hayatta kalmak için kullandığı ve kullanıldıktan sonra atılacak makinelerden daha farklı bir şey olmadığımızı söylüyor. Ateist bilim insanları hayatlarını anlamlı hale getirmeye çalışabilirler ama nihai olarak bunun bir önemi yoktur. Özünde hayvanlardan farklı değiliz. İskelet üzerinde su torbasından başka bir şey değiliz; temelde çok karmaşığız ama maddi olarak bedenimizden farklı bir parçamız yok. Yani sonsuz bir cana sahip değiliz. Çocuklar bombalarla yok edildiğinde aslında “bir zamanlar küçük bir kız olan” atomları yeniden düzenlemektedir. Hepsi bundan ibaret.
Bilim Tanrı’ya İnancı Modası Geçmiş Hale Getirdiğini Düşünüyor
Kilise önderi ve ilahiyatçı Timothy Keller diyor ki, ‘Evrim, inandığımız, hissettiğimiz ve yaptığımız her şeyi doğal seçimin bir ürünü olarak açıklayan, her şeyi içine alan bir kurama dönüştürüldüğünde artık bilim alanına değil, felsefe alanına girmiş oluyoruz.’ (21) Diğer bir deyişle, evrimin Tanrı ve evrene müdahalesi olasılığını dışladığına inanmak bilimden uzaklaşmaktır. Bir inancı (evrim), başka bir inancın (Tanrı’ya inanç) yerine koymaktır. Bu konuda bilimin yanıldığını söylemekten memnuniyet duyuyorum. Tanrı’yla ilgili konularda yetkiyle konuşmaya çalışıyor ama fena halde başarısız oluyor. Bilim bize bombalama kazasında ölen küçük kızın gerçek anlamı hakkında bir şey söyleyemez. Bilim yaratılışı inceleyebilir ve bunun için minnettarlık duyuyoruz. Ama Yaratıcı’yı inceleyemez.
Bazı bilim insanlarının Tanrı olasılığını dışlamalarının nedeni, başka bir şeyden çok, Tanrı hakkında sahip oldukları bazı peşin hükümlü düşüncelerdir. Mucizevi olana inanmıyorlar ve bu nedenle Tanrı’nın varlığı konusuna, Tanrı’nın var olmadığına ilişkin bir peşin hükümle yaklaşıyorlar! Bu bile tek başına bilimsel olmaktan uzaktır çünkü kanıtları incelemeden bir varsayımda bulunuyorlar. Kendinizi bu şekilde kısıtlamanız için iyi bir neden yok gerçekten de. Tabii ki, mucizeler ve Tanrı’nın varlığı bilimin araştırabileceklerinin dışında yer almaktadır ama bu, mucizelerin olmadığı ve Tanrı’nın var olmadığı anlamına gelmez. Kanıtlara bakın!
Toplayacağınız kanıtlar ağır izotopların nüklesenteziyle, dairesel iki renklilikle ilgili ya da test tüpünüzdeki sıvının kırmızıya dönmesiyle ilgili değildir. Fakat yine de kanıt olacaktır. Tümevarım yöntemini izleyen bilim insanları gibi siz de, Kutsal Kitap hakkında okuduğunuz veya araştırdığınız şeylere dayanarak kanıt toplayabilir ve genel çıkarımlarda bulunabilirsiniz.
Neyi incelemelisiniz? Tanrı kendisini Kutsal Yazılar’da bulacağınızı söylediğine göre, Kutsal Yazılar’ın güvenilir olup olmadığını belirlemeniz gerekecek. Tarih ve arkeolojiden gelen kanıtları inceleyin. İsa hakkında Eski Antlaşma’da verilen ve İsa’nın gerçekleştirdiği 300’ün üzerinde peygamberliği inceleyin. Ya da, bunlar hakkında internette bulunan yazıları okuyun. İşte bu yazılardan birinden kısa bir alıntı:
Beni Mesih’le ilgili peygamberlikleri çalışmaya teşvik eden şeyin ne olduğunu asla tahmin edemezsiniz. Bu konuya, yüzyesel bir şekilde ilgi duymanın ötesine geçemeye beni ikna eden şey Peter Stoner adında bir matematikçinin yazdığı bir makaleyi okumam oldu. Bir insanın Mesih’le ilgili peygamberliklerin küçük bir sayısını dahi yerine getirmesi olasılığıyla ilgili şaşırtıcı bazı bilgiler yayınladı. Anlattıkları inanılmazdı.
Tek bir insanın, Tevrat ve Zebur’da Mesih’le ilgili olarak bulunan peygamberliklerin sadece 48’ini yerine getirmesi 10^157’de 1’dir yani, 10 ve yanında 157 tane sıfır. Bu da, bir seferde, evrenin bilinen tüm kütlesi içindeki tüm elektronlar arasında ilk seferde belirli bir elektronu bulmak gibi bir şeydir!
Ne var ki, Mesih bu peygamberliklerin sadece 48’ini değil, 300’den fazlasını yerine getirdi!!! Matematiğe yeteneğim olmadığı için birinci hesap bile beni etkilemeye yetmişti. TEK BİR ADAM tarafından 300’den fazla peygamberliğin gerçekleştirilmiş olmasının matematiksel olasılığını hesaplamak insanın anlayışının ötesinde bir şey olmalı! Bu matematiksel çalışma, İsa’nın eşsizliğinin bir başka güçlü doğrulamasıydı benim için.
Gelecekteki olayları büyük bir kesinlikle öngören Eski Antlaşma peygamberlerinin tarihte kendilerine özgü bir yeri vardır. Başka dinlerde buna benzetilebilecek hiçbir şey yoktur.
Ölüdeniz Tomarlarını mutlaka araştırın. El yazmalarının sağladığı kanıtlar (erken dönemlere ait elle yazılmış nüshalar) gerek Eski Antlaşma, gerekse Yeni Antlaşma’yı kuvvetli bir şekilde destekliyor. Ünlü Ölüdeniz Tomarları, Eski Antlaşma kanıtlarından sadece bir örnek. Bu belgeler, Kumran’da İ.Ö. 150 yılından önce kurulan bir yerleşkenin ‘kütüphanesinden’ gelmiştir. Bu yer İ.S. 68 yıllarında terk edilmiştir. Elyazmalarının bazı nüshaları bu dönemde hazırlanmıştır ve bazıları ise daha önce yazılmış (İ.Ö. üçüncü yüzyıl) ve buraya getirilmiştir. Yazımla ilgili (ortografik) değişiklikleri ve benzer küçük farkları göz ardı ettiğiniz takdirde Ölüdeniz Tomarları bugünkü Eski Antlaşma’nın ardındaki İbranice metne uymaktadır. Web sitemizde bu konu hakkında okuyabilir veya Google arama motoru kullanarak bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde araştırabilirsiniz.
Yeni Antlaşma’nın 20.000’den fazla elyazması mevcuttur. Bu da, Yeni Antlaşma’yı en güvenilir kadim belge yapmaktadır. Neden İncil’i kendi kendinize okumuyorsunuz? Müslüman mısınız? Ben Kuran’ı okudum. Siz benim kutsal kitabımı okudunuz mu?
Sonuç
İnsanın şu anda sahip olduğu engin bilgi, yine de evreninde yaşadığımız Tanrı’nın enginliği ve karmaşıklığıyla kıyaslandığında yine de oldukça küçüktür. Bir insana ait bahçede yaşayan salyangozun o insanı anlamaya çalıştığını düşünün. Salyangoz, insanın ne olduğunu keşfedecek ya da yeterli bir şekilde açıklayabilecek akla sahip değildir. Bunların arasında devasa bir fark vardır ama bu fark bizimle doğa üstü Yaratıcımız arasındaki fark kadar büyük bir fark değildir.
Bilimin yöntemleri doğal fenomenleri incelemekte kısıtlı olduğu için Tanrı bilimsel yöntemlerle incelenemez. Bu nedenle, bilim bizlere Tanrı hakkında bir şey söyleyemez. Richard Dawkins gibi bazı bilim insanları gibi siz de deneyebilirsiniz ama bilim bizlere Tanrı hakkında bilgi veremez. Tanrı’nın varlığını kanıtlayamaz da, çürütemez de. Bilimsel gibi görünen ama olgu kılığına girmiş varsayımlar olmaktan öteye gidemeyen ifadelerin zorbalığına izin vermeyin.
Ateist misiniz? Bilim ateizmi desteklemiyor! Eğer birileri ateist olmayı seçiyorsa, bilim dışında başka bir neden bulmaları gerekecek.
Genel olarak konuşacak olursak bugünün ateist bilim insanları Tanrı’nın var olmadığını kanıtlama gereği görmüyorlar. Bunun büyük olasılıkla muhtemel olmadığını söylemekle yetiniyorlar. Gösterdiklerini iddia ettikleri şey, Tanrı düşüncesinin gereksiz olduğudur. Yaratılış işini sadece doğal güçlerin yapabileceğini ve aslında yaptığını söylüyorlar. Küçük çocukların her yerde çınlayan, ‘Hiçbir şeyden bir şey olmaz. Hiç ancak hiç yapar!’ sözlerini unutuyorlar.
Peki ya bilimin yaratılış hakkında tamamıyla doğacı bir açıklama verme girişimi?
1) Kuramları deneylerle değil ancak kuramcıları arasında fikir birliğiyle doğrulanabilir. Bu da kuramlarının kulağa bilimden çok felsefe gibi gelmesine neden oluyor. Tanrı’nın yerine kuramları koyma konusunda bilim insanlarının ne müthiş fikirleri var! İyi deneme ama böyle bir şey olmaz.
2) Çağımızın en büyük efsanelerinden birisi, yönlendirilmemiş bir sürecin, yaşamayan kimyasalları, yaşayan şeylerin tüm karmaşıklığına dönüştürmekten bir şekilde sorumlu olabilecekleridir. İnanılması daha da güç olan, bilimin bu ölü kimyasalların daha ilk başta kesinlikle hiçbir şeyden- partikül, enerji ya da başka hiçbir şey olmadan- meydana geldiği hakkındaki spekülasyonlarıdır.
İlinois Üniversitesi Tıp Merkezi’nde Farmakoloji Profesörü ve biyo-kimyacı Dr. Arthur Wilder-Smith’in sözlerine göre:
“Yaşam madde üzerinde yürür ve yaşamı taşıyabilmesi için maddenin yüksek düzeyde organize olması gerekir. Maddeciler yaşamın, atomlardan, moleküllerden ve kimyasal tepkimelerden oluştuğu için, sadece basit bir şekilde kimyadan başka bir şey olmadığı ve hayatın rastlantı eseri kimyasal tepkilerle oluştuğunu söylüyorlar. Peki, yaşam sadece kimyadan oluşuyorsa ve kimya dışında başka bir şeyden oluşmuyorsa, gerçek potansiyelini anlamanın en iyi yolu yaşamın kimyasal maddelerinin bazılarına bakmak olacaktır. O zamanda sadece kimya meselesi OLMADIĞINI görürüz.” (22)
Kara deliklerden, maddenin en küçük zerresine ve uzay-zaman kuramındaki kuramsal partiküle kadar her yeni keşif ve ilerlemeyle, bilim bizleri her şeyin nasıl çalıştığı hakkında tam bir anlayış kazanma noktasına yaklaştırmaktadır. Bu gerçekten müthiş bir şey. Öte yandan, yazıda belirttiğim gibi bilim ancak bir yere kadar gidebilir. Evrenin çoğunun nasıl ilerlediğini açıklayabilse de, bilim bizlere evrenin neden var olduğu konusunda hiçbir açıklama sunamaz. Hayatın nasıl oluştuğunun büyük bir kısmını anlayabiliriz ama dünyada neden hayat var? Amacı nedir?
Bilimsel yasaları adlandırabiliriz veya yorumlayabiliriz ama bu evrende işliyor olmaları nasıl oluyor?
Richard Dawkins’e göre yaşamın arkasında herhangi bir amaç yoktur çünkü yaşamın yaratıcısı yoktur. “Evren, büyük oranda bir aptal tarafından anlatılan bir hikayedir.” (23) Ona inanmalı mısınız? Bilimin yaşamla ilgili açıklamasına inanmalı mısınız? Doğru yanıtın ve tek olası birleştirici kuramın Tanrı’nın varlığını kabul etmemiz olduğuna inanıyorum. Bilimin doğal dünyanın ne kadar derin bir şekilde düzenlendiğini bizlere gösterme başarısı, bu düzenin daha da derin bir nedeni olduğuna inanmamız için bizlere sağlam bir gerekçe sunmaktadır. Bu gerekçenin adı Tanrı’dır.
REFERANSLAR
(1) Richard Lewontin, Billions and Billions of Demons, New York Review of Books, Ocak 9, 1997, s. 28
(2) Steven Weinberg, The First Three Minutes, Basic, 1977, s.154
(3) C.S. Lewis, God in the Dock, Grand Rapids, MI: Wm. B. Eerdmans Publishing Co., 1970, s. 52–53
(4) Bertrand Russell, A Free Man's Worship, New York: Simon & Schuster, 1957, s. 107
(5) D.M.S. Watson, Adaptation, Nature 124:233, 1929.
(6) Mortimer Adler, Saturday Review, 22 Kasım 1958
(7) Mortimer Adler, Ken Myers ile röportaj, Christianity dergisi, 1990
(8) Phillip Johnson, Darwin on Trial, www.talebooks.com, 1991, s. 83
(9) Richard Dawkins, Time dergisi makalesinde alıntılanıyor, God vs. Science, 5/11/2006
(10) Richard Dawkins, The God Delusion, Mariner Books, 2008, s. 77
(11) Francis S. Collins, The Language of God: A Scientist Presents Evidence for Belief, 2006, s. 165
(12) Richard Dawkins quote taken from Intelligent Design, Creationism and its Critics by Robert T. Pennock, The MIT Press, s. 445
(13) Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W.W. Norton & Company, 1996, s.21
(14) Alvin Plantinga, "Two Dozen (or so) Theistic Arguments," 33rd Felsefe Konferansında Sunum, Wheaton College, Wheaton, Illinois, Ekim 23-25, 1986
(15) Craig-Nielsen Münazarası: Tanrı, Ahlak ve Kötülük, Western Ontario Üniversitesi, Kanada, Şubat 1991// Copyright © 2009William Lane Craig, izin alınmıştır.]
(16) Michael Ruse, "Evolutionary Theory and Christian Ethics," The Darwinian Paradigm (Londra: Routledge, 1989), s. 262-269
(17) J. L. Mackie, The Miracle of Theism (Oxford: Clarendon Press, 1982), s. 115-116.
(18) İbid., s. 117-118.
(19) Michael Ruse, "Evolutionary Theory and Christian Ethics," The Darwinian Paradigm, London: Routledge, 1989, s. 262-269
(20) Alvin Plantinga, Alvin Plantinga, ed. James Tomberlin and Petr van Inwagen, Profiles 5, Dordrecht: D. Reidel, 1985, s. 36.
(21) Timothy Keller, The Reason for God, Dutton, 2008, s.87
(22) Arthur E. Wilder-Smith, Willem J.J. Glashouwer ve Paul S. Taylor’un filmi , The Origin of Life, Eden Films ve Standard Media, 1983
(23) Richard Dawkins, interviewed by Frank Miele, ‘Darwin’s Dangerous Disciple’, @ http://www.skeptic.com/eskeptic/10-10-27/#feature(05/04/2004)