Bununla birlikte, hoşgörünün gerçeğe bağlılıkla karıştırılmaması önemlidir. Diyelim ki, benim tuttuğum takım Türkiye Futbol Ligi'nde şampiyon oldu. Arabamla İstanbul’u dolaşıp kornamı çalarak avazım çıktığı kadar, “En büyük Beşiktaş başka büyük yok!’ diye bağırıyorum. Kırmızı ışıkta durmuş yeşil ışığı beklerken, ışıkta bir Galatasaray taraftarının beklediğini düşünün. Beşiktaş’ın şampiyon olması nedeniyle sevinçle bağırdığımı görüyor ve şöyle karşılık veriyor, “Bu söylediğin, son derece hoşgörüsüz bir şey!” Bu yanıt, en azından son derece kafa karıştırıcı ve önemli bir ayrımı ortadan kaldırıyor. Bu yanıt, iletişim biçimimin nazik olmadığını mı, yoksa iddiamın yanlış olduğunu mu söylüyor? Azılı bir Beşiktaş taraftarı olduğum göz önünde bulundurulursa biraz uygunsuz olmam mümkün. Fakat, bir ifadeyi söyleyiş biçimi gerçekliğinden özenle ayrılmalıdır.
Benzer şekilde, din geleneklerinin iddialarını incelerken hoşgörü ve gerçekliği birbirine karıştırmamaya dikkat etmeliyiz. ‘Bütün yollar aynı yere gitmez’ demenin hoşgörüsüz olduğunu iddia etmek, meseleyi gözden kaçırmaktır. Önemli olan konu bu iddianın doğruluğu ya da yanlışlığıdır.
İkinci itiraz konusu samimiyetle ilgili. Bazıları şöyle söyleyebilir, “İnsanın neye inandığı o kadar önemli değil. Asıl önemli olan inancının içtenliği.” Samimiyetin önemli olduğuna kuşku yok. Ne var ki, insanın samimi bir şekilde inanması, bu inancın doğruluğundan titizlikle ayırt edilmelidir. Bu ayrımı açıklamak için, bir kimya laboratuarında olduğunuzu hayal edin. Profesörünüz birinci deneyinizin asitlerin özelliklerini incelemek olduğunu söyler. Laboratuvar masasının üzerine içinde berrak bir sıvı olan 250 ml’lik deney tüpü koyar ve “Bu sülfürik asit” der. Açıklamasına karşılık, laboratuvarda çalışma arkadaşınız Cengiz araya girer, “Ben bunun sülfürik asit olduğuna inanmıyorum. Bana su gibi görünüyor” der. Nitekim, Cengiz deney tüpünün içindekinin su olduğuna ilişkin inancı hakkında o kadar samimidir ki bu sıvıyı içmeye karar verir!
Cengiz’e ne olur? Bir hafta sonraki laboratuvar deneyine katılabilecek durumda olursa şanslı sayılır. Maalesef, sülfürik asit hızlı bir şekilde sindirim yolunu mahveder. Samimi olmasına karşın Cengiz’in deney şişesinin içindekinin su olduğuna inanması içindekilerin doğasını değiştirmedi. Deney şişesinin içindekinin sadece su olduğuna tüm yüreğiyle inanabilir ama yine de asit Cengiz’i öldürür. Önemli olan dine olan inancımızın derecesi değil, dinin içeriğidir (ilkeler). İçerik doğru mu? Ilkeler ilahi mi? İnsan samimi olabilir ama samimi bir şekilde yanılmış olabilir.
(3) Üçüncü bir itiraz tarafsızlıkla ilgilidir. Bir din doğru ve diğerleri yanılmış olsa da, insanın din geleneklerini değerlendirebileceği nötr bir ölçü var mı? Örneğin, Müslüman bir gence neden Hinduizm’i reddettiğini sorarsanız, Kuran’ın öğretişlerine aykırı olduğunu söyleyecektir. Benzer bir şekilde, bir Budist’e neden Hıristiyanlık’ı kabul etmediğini sorarsanız, Buda’nın öğretişlerine uymadığını söyler.
Bir dini inanca bağlı olan kişilerin diğer dinin öğretişlerini kabul etmemelerinin nedeninin kendi inançlarına uymaması olduğu doğru olsa da, bundan dinle ilgili gelenekleri değerlendirmek için ölçü olmadığı sonucu çıkmaz. Ben, ‘gelenekten bağımsız’ en azından beş ölçü olduğuna inanıyorum,
- mantıklı tutarlılık
- gerçeklerle ilgili yeterli destek
- deneyiminin geçerliliği
- diğer bilgi alanlarıyla tutarlılık ve
- ahlakla ilgili etkenler.
Bu ölçüler, ister tarihsel, ister bilimsel ister dinsel olsun herhangi bir kuramın değerlendirmesi için geçerlidir.
Bu makalenin başında şu soruyu sordum, “Bütün yollar aynı yere mi götürür?” Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık, İslam ve Yahudilik gibi din geleneklerinin gerçeklik iddialarına ilişkin kısa incelememiz, bütün yolların aynı yere götürdüğüne ilişkin herhangi bir sonuç doğurmadı. Aksine, farklı dinlerin birbirini dışlayan gerçeklik iddiaları bunun tam aksini düşündürüyor! Bu nedenle, eğer entellektüel açıdan dürüst olacaksam, sorduğum sorunun yanıtının şu olduğuna inanıyorum: “Hayır. Bütün yollar aynı yere götürmüyor.” Sonuç olarak, bizim sorumluluğumuz önümüzdeki yolları incelemek ve bilgi sahibi olarak karar vermektir.
Bazılarınız vardığım sonucu rahatsız edici bulacaksınız. Bu kadar çok din varken insan nereden başlar? Belki bu noktada kendi deneyimimi önerebilirim. Hıristiyanlık inancıyla ilgili çalışmalarım sonucunda iddialarının doğru olduğu konusunda ikna oldum. Çok sevdiğim Katolik ailem arasında yetiştiğim halde, gözlemlerim nedeniyle inançlarını reddettim. Sonra gençlik yıllarımın sonlarına doğru büyük bir duygusal iniş çıkış yaşarken yakın bir arkadaşım bana bir Kuran verdi. Sıkıntılı yüreğime dokunacağını düşünerek verdi. Okudum ve üzerinde epey düşündüm. Nitekim, Kutsal Kitap’ı okumadan önce Kuran’ı okudum.
Yıllar sonra yaşam ve sonsuzlukla ilgili sorularıma tatmin edici yanıtlar verebileceklerini düşünerek sevdiklerime başvurdum. İlk olarak her bir akrabama cennete gideceklerini bilip bilmediklerini sordum. Hiçbirinin inançlarından ötürü nihai olarak gidecekleri yerin cennet olacağına ilişkin bir güvencesi yoktu. Ölümden sonraki yaşam hakkında benim bildiğimden daha fazlasını bilmiyorlardı! Onları utandırmak istemediğim için aklıma doğal olarak gelen sonraki soruyu sormadım: “Eğer hiçbir güvence vermiyorlarsa neden bu din etkinliklerinin içindesiniz?” Hem bu soruyu sormadım, hem de Tanrı’ya olan inançları hakkında başka hiçbir soru sormamaya karar verdim. Yıllar sonra Katolik inancın sadece Kutsal Kitap’a dayanmadığını öğrenecektim. Aynı derece Roma’daki elbiseli din önderlerinin söylediklerine dayanır. Katolik ilahiyatı ne derse desin papaları yanılmaz değildir! Maalesef İncil hakkında inandıkları pek az şey, cennete gitmenin emin yolunu öğretmeye yetmiyor. Bunu, ancak İncil’i kendi başıma okuduğumda keşfettim. İncil’i tek başıma okumaya başladığımda keşke düşüncelerimi kaydedebilseydiniz:
“Ama Arthur Amca’ya öğretilen bu değil.” “Aman Tanrım, anneanneme öğretilen yalanmış. Şunu bir dinle.” “Ah Jim, sevgili kuzen Jim, Katolik dinini terk etmene ve Tanrı’ya imanı bırakmana şaşmamalı. Dinin bu gerçeği senden sakladı!”
Sorularıma anlamlı yanıtlar aradığım bu dönemde İncil’i dikkatli bir şekilde okudum. İncil'in, Hıristiyanlık’ın gerçeklikle ilgili iddialarının değerlendirilebileceği bir ölçü sağladığını gördüm. Lütfen açıklamama izin verin.