Tanrı ve İnsan Arasında Yanlış Giden Neydi?
Bu web sitesinde günah ve sonuçlarından sık sık söz ettiğimi duyacaksınız. Basit anlamıyla günah, ‘hedefe isabet ettirememektir.’ Hedef nedir? “Hedef” mükemmeliyettir. Tanrı’nın bizden beklentisi mükemmel olmamızdır. Tanrı olup da, mükemmeliyetten daha azıyla yetinmesi mümkün değildir. Demek istediğim, Tanrı standartlarını düşüremez. Bakın bu ayette, günah işlediğimiz zaman neden yoksun kaldığımız yazıyor: “Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı.” (Romalılar 3:23). Tanrı’nın mükemmel, görkemli karakterinden yoksun kalıyoruz. ‘Hedefi’ kaçırdınız mı? Hepimiz kaçırdık. Bunu size anlatmama gerek yok, öyle değil mi? Hatasız kul olmaz. Günah işlediğimiz için karşı karşıya kaldığımız sonuçların farkında olmayabilirsiniz.
Bu çağda, çoğu insan, insanın aslında yürekte iyi bir varlık olduğuna inanıyor. En kötümüzün için de bile iyilik olduğuna inanıyoruz- en iyimizde kötülük olsa da. Çoğu insan, İblis bizleri etkilemek ve bizi ‘kötü yapmak’ için çevremizde olmasa ilk, değişmemiş durumumuza döneceğimize inanıyor.
Birçok sağlık gurusu, insanların sağlıklı olduğu durumlarda suçun ortadan kalktığını ve sadakatsizliğin azaldığını söyleyecek kadar ileri gidiyorlar. Alıntı yapmamız gerekirse, “Beden pak olduğunda, zihin de pak olur.” Bu kulağa hoş geliyor fakat gerçeklikten uzaktır. İnsan temelde iyi değildir, eğer Tanrı’nın bize bizim hakkımızda söylediklerine inanırsanız öyle değil.
“Yürek her şeyden daha aldatıcıdır, iyileşmez, onu kim anlayabilir?” (Yeremya 17:9, Eski Antlaşma)
Tanrı bize insan yüreğinin- sizin ve benim yüreğimizin- aldatıcı olduğunu söylüyor. Fakat sadece aldatıcı değil, her şeyden çok aldatıcı! Tanrı, evrendeki başka hiçbir şeyin insan yüreği kadar aldatıcı ve iyileşme kapasitesinden yoksun olmadığını söylüyor bizlere.
Tabii ki, kendimizi başkalarıyla kıyasladığımızda, çok da kötü olmadığımız sonucuna varmak kolay. Çevremize bakıyoruz ve herkes kadar iyi olduğumuz sonucuna varıyoruz. Ne var ki, Tanrı’nın insanları değerlendirirken kullandığı standart başkalarının davranış biçimleri değildir. Tanrı’nın ölçüsü mükemmeliyettir. Ölçü mezurasındaki tek işaret budur.
Bu konu diğer yazılarda ele alındığı için, şimdi yapacağım yorum, günahkarlığımızın Tanrı’yla ilişkimizi nasıl etkilediği üzerindeki son yorumum olacak. Tanrı’nın insana vahiyleri üzerinde düşündüğümüz bu tür bir dizide, en azından bir şeyin farkında olmalısınız insanın günaha düşmesi Tanrı ve insan arasındaki iletişim hatlarını kopardı. Daha da kötüsü, insan bu durumu düzeltmek için hiçbir şey yapamazdı.
Yapamayacağımız Bir Şey
Adem ve Havva Tanrı’ya karşı günah işlediğinde, Tanrı’yla ilişkilerini düzeltmek için yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Bizim de yapabileceğimiz bir şey yok. Bunu anlamak önemlidir. Daha sonraki bir tarihte, web sitesinde Kurbanın Üzerindeki Sır Perdelerinin Kaldırılması adlı büyüleyici yazıyı okuyabileceğinizi umut ediyorum. Bu yazı, Tanrı’nın insanın günahkarlığı konusuna lütufla nasıl bir çözüm getirdiğine bakıyor. Tanrı Aden Bahçesi’nde günahın hangi koşullar altında bağışlanabileceğini açıkladı. Tanrı’nın Adem ve Havva’ya öğrettiği ve bizim de öğrenmemiz gereken dört ders vardır.
Günahkar oluşumuzun Tanrı’yla ilişkimizde yarattığı hasarı onaramazsak, bu ilişki nasıl düzeltilebilir? Bunu onarmak için Tanrı’nın ilk adımı atması şarttır. Peki, attı mı? Başarılı oldu mu? Evet. Tanrı hiçbir zaman kendisini günlük yaşamlarımızdan uzaklaştırmaya ve görünüşte bilinemez olmaya niyetlenmedi. Tanrı’dan bu şekilde ‘kopmak’ Tanrı’nın değil, insanın seçimiydi.
İnsanın varoluşunun başından beri Tanrı insanlara seçme özgürlüğü verdi. O’na ve kendisi hakkında bizlere verdiği vahiylere inanıp inanmayacağımızı seçmemize izin veriyor. Tanrı’ya itaat etmek ve Tanrı’yı sevmek üzere programlanan robotlar değiliz. Örneğin, Tanrı Adem ve Havva’yı verdiği talimatlara uymaya zorlamadı. Özgür iradeleriyle izlememeyi seçtiler ve insanlık, kaderi belirleyen bu kararın sonuçlarını o günden itibaren hissetti.
Tanrı eski İsrail’i de kendisine itaat etmeye zorlamadı. İsrailliler’e bir seçim sundu: “Önünüze yaşamla ölümü, kutsamayla laneti koyduğuma bugün yeri göğü size karşı tanık gösteriyorum. Yaşamı seçin ki, siz de çocuklarınız da yaşayasınız.” (Yasa’nın Tekrarı 30:19, Eski Antlaşma)
Kendi kulaklarıyla Tanrı’nın Sina Dağı’ndan On Buyruk’u tekrarladığını işittiler. Mısır’dan çıkışları sırasında tekrar tekrar birçok mucizeye tanıklık ettiler. Fakat İsrailliler bu kanıtları çabucak unuttular ve Tanrı’nın sunduğu yaşam biçimini ve kutsamaları gözardı etmeyi seçtiler. “Çünkü sizin başkaldıran, dikbaşlı kişiler olduğunuzu biliyorum. Bugün ben sağken, aranızdayken bile RAB'be karşı geliyorsunuz; ölümümden sonra daha ne kadar çok başkaldıracaksınız.” (Yasa’nın Tekrarı 31:27, Eski Antlaşma)
Boyun Eğmez, Eğemez De…
İnsanlık sürekli olarak Tanrı’nın vahyine sırtını dönmeyi seçmiş, nihai olarak lanet ve ölüme götüren yolu tercih etmiştir. “Öyle yol var ki, insana düz gibi görünür, ama sonu ölümdür.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 14:12, Eski Antlaşma). Maalesef, bu sözler esinlenmiş Kutsal Yazılar’ın bir parçası haline geldiğinden beri insanın yüreği ve zihninde hiçbir şey değişmedi. Ne yazık ki, dünyamız, çok sayıda kendi kendini aldatan canlarla dolu bir dünya. Tanrı’nın vahyinin belirli kısımlarına inanmayı ve bu sırada Tanrı’nın sözünü dinlemeden yaşamayı seçtiler. “Çünkü benliğe dayanan düşünce Tanrı'ya düşmandır; Tanrı'nın Yasası'na boyun eğmez, eğemez de.” (Romalıları 8:7)
Tanrı’nın vahiylerini göz ardı etme süreci içinde insan, kendi ilahlarını yaratmaya başlıyor. İnsanlar Tanrı’yı istedikleri her surette yeniden yaratıyorlar. Şok edici değil mi?