“RAB sevecen ve lütfedendir, tez öfkelenmez, sevgisi engindir. Sürekli suçlamaz, öfkesini sonsuza dek sürdürmez. Bize günahlarımıza göre davranmaz, suçlarımızın karşılığını vermez. Çünkü gökler yeryüzünden ne kadar yüksekse, kendisinden korkanlara karşı sevgisi de o kadar büyüktür. Doğu batıdan ne kadar uzaksa, o kadar uzaklaştırdı bizden isyanlarımızı.” (Mezmur 103: 8-12, Eski Antlaşma)
Peki Tanrı cenneti gerçekten de, yaptığımız hiçbir iyiliğin günahlarımızın tümüyle affolunmasını sağlamayacak olan bizlere, kendi kutsallığına ve adaletine aykırı olduğu halde mi sunuyor? Ama Tanrı böyle olamaz değil mi? Tanrı’nın ahlaki mükemmelliğinin bir parçası, yargısının mükemmel olmasıdır. Günahı görmezden gelen birçok kişi tanıyorum. Günahlı olmalarını haklı göstermenin yollarını buluyorlar. Doğru ve yanlış arasındaki farkı hiç önemsemiyorlar. “Hoşgörü çağında yaşıyoruz,” diyorlar. Öyle söylüyorlar ama Tanrı böyle söylemiyor. Ahlaki kayıtsızlık Tanrı için yetkinlik değil, bir kusur olurdu.
Tanrı günahlarımızın hak ettirdiği şekilde bizlere davranmadığını söylediğine göre, günahlarımız konusunda kendisini tatmin edecek bir şey yapmış olmalı. Bize suçlarımıza denk karşılık vermeyeceğine göre, bunların hesabını vermek için kendisinin bir şey yapmış olması gerekir. Bunu nereden biliyorum? "...kan dökülmeden bağışlama olmaz." (İbraniler 9: 22, İncil). Kutsal Kitap’ta hiçbir yerde Tanrı’nın günaha izin verdiğini veya bir istisna yaptığını görmüyoruz. “Bakın, RAB'bin eli kurtaramayacak kadar kısa, kulağı duyamayacak kadar sağır değildir. Ama suçlarınız sizi Tanrınız'dan ayırdı. Günahlarınızdan ötürü O'nun yüzünü göremez, sesinizi işittiremez oldunuz.” (Yeşaya 59:1-2, Eski Antlaşma)
Cezanın Ödenmesi Şart
Tanrı’yla doğru bir ilişkinin anahtarı, günahlarımızın bağışlanmasıdır. Günahlarımız bağışlandığı takdirde, Tanrı’nın önünde “doğru” olabiliriz ve Tanrı yeniden bizimle bağ kurabilir. Öte yandan, Tanrı günahı öylece görmezden gelemez. Günahın kabul edilmesi ve cezasının ödenmesi gerekir. Eski Antlaşma’daki kurban sistemi, Tanrı tarafından tam da bu amaçla kurulmuştu.
Bağışlatma Günü’nde, başkahin sunakta öldürülen hayvanların kanını alıp ibadet yerlerinin en önemli yeri üzerine serperdi: “Böylece En Kutsal Yer'i İsrail halkının kirliliklerinden, isyanlarından, bütün günahlarından arındıracak.” (Levililer 16:16). Tanrı İsrailliler’e günahların bağışlanması için kanın gerekli olduğunu zaten söylemişti: “Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size sunakta kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. Kan yaşam karşılığı günah bağışlatır.” (Levililer 17:11)
“Tanrı böyle bir dinsel kuralı eskiden gerekli görmüş olabilir ama zaman değişti,” diyebilirsiniz. Kısmen haklısınız. Zaman değişti. Ama Tanrı değişmedi. “Kötüye bakamayacak kadar saftır gözlerin.” (Habakkuk 1:13, Eski Antlaşma). İnsanların bugün işlediği günahlar, Tanrı’yı her zaman olduğu kadar gücendirmek ve öfkelendirmektedir. Tanrı’nın günahlarımızla başa çıkma konusundaki kararı değişmemiştir. Önerdiğim yazıyı okuduktan sonra bunu çok daha iyi anlayacaksınız.
Tanrı cennet konusunda güvence sahibi olmanızın bir yolunu açtı mı? Evet, kurban aracılığıyla insanın, Tanrı karşısında yeniden “doğru” olabilmesi için her zaman bir yol açmıştır. Sözünü ettiğim yazıyı okuduğunuzda bunun Aden bahçesinde nasıl başladığını göreceksiniz. Tanrı günahlarını bağışladı ama neye dayanarak? Tanrı ilk atalarımıza günahın ancak kurban bedeliyle, yani bir hayat feda edilmesi ve kan dökülmesiyle, örtülebileceğini gösterdi.
Sonsuza Dek Tanrı’dan Ayrı Kalmak
İnsanların Tanrı’dan ayrı düşmelerinin ilk ve tek nedeni İsa’ya iman etmemeli değildir; insanlar günahları nedeniyle Tanrı’dan ayrıdırlar. Ölümün iki yönünü (fiziksel ve ruhsal) ele aldığımızda bu konuyu tartışmıştık. Yüksek bir uçurumun kenarında duracak olsak muhtemelen düşüp ölürüz. Bunun nedeni yerçekimi kanunu olur. Günahlarımız için ödenen ceza olmadan ölürsek, cezayı ödememiz gerekecek. Ceza, Kutsal Kitap’ın cehennem dediği bir yerde Tanrı’dan sonsuza dek ayrı kalmaktır. Bu yasa, ruhsal dünyada, fiziksel dünyada yerçekimi kanunu kadar kesin bir yasadır.
Ama Ben Olorun’a İçtenlikle İnanıyorum!
Bazıları şu soruyu sorar, “İçtenliğin önemi yok mu?” Afrika’da Yoruba halkının tanrısını ele alalım. Tanrılarına Olodumare ve Olorun diyorlar. İnançların içtenlikle bağlı olmaları Tanrı’yı memnun etmek için yeterli mi? İçtenlik saygı duyulan bir karakter özelliğidir ama günah sorununu çözmez. İki kişi denizde boğuluyor olsa, içten bir şekilde kurtarılmayı arzuluyor olabilirler ama bir halat veya bot olmadan içtenlikleri de onlarla birlikte ölecektir.
Lizbon’da havaalanında bekleyen bir adamı düşünün. Şikago’ya gitmek istiyor. Fakat bir bilgisayar hatası nedeniyle o ve başka birkaç yolcu çıkış kapısı konusunda yanlış bilgilendirilmişler. Adam bunun farkında değil ve bineceği uçağın Şikago’ya gideceğine içtenlikle inanıyor. Maalesef uçak Londra’ya gidiyor. İçtenliği onu Şikago’ya götürebilir mi? Hayır. Kişinin inançlarına içtenlikle bağlı olması, gideceklerine inandıkları yere gidecekleri anlamına gelmez. İçtenlikle yanılmış olabiliriz. Ayrıca, içtenlik, bizi yanlış bilgilendirilmiş olmamızın sonuçlarından da kurtarmaz.
Hedefi Kaçırmak
Günah işlemek demek, ‘hedefi kaçırmak’ demek. Hedefi kaçırmak çok kolay değil mi? Tanrı’yla doğru bir ilişkiye sahip olmamız için Tanrı’nın belirlediği ‘hedef’ nedir? Eminim artık cevabı biliyorsunuzdur! Tanrı hangi standarda uymamızı istiyor? Mükemmellik. Tanrı mükemmel olandan daha azını gerekli kılsa, Tanrı olamaz. Tanrı kendisinden ödün veremez. Mükemmellikten daha az bir şeyi kabul ederek kendi doğasına aykırı davranamaz. Günahla herhangi bir ilişkisi olamaz. Tanrı kendi yüceliğini korumak için gereken her şeyi yapacaktır.
“Ama insanın sonsuz kaderi kadar önemli bir şey için,” şunu aklınızdan geçiriyor olabilirsiniz: “Başka yollar olmalı? Tanrı karşısında doğru bir konuma sahip olmanın başka bir yolu olmalı.” Tanrı’ya göre yok. Esas ölçüt Tanrı olduğuna göre, bundan daha azı, olmamız gerekenden daha azı demektir. Tanrı kusurlu bir şeyden memnun olamaz.
Yaşamlarımızı Tanrı’nın kutsal standartlarıyla kıyasladığımızda tüm iyiliklerimiz, ahlakımız, dinimiz, hayır işlerimiz, iyi kişiliğimiz ve kin gütmeme çabalarımız, Tanrı’nın mutlak doğruluğunun yanında eksik kalır. Gerçek şu ki: “Yazılmış olduğu gibi: “Doğru kimse yok, tek kişi bile yok. Anlayan kimse yok, Tanrı'yı arayan yok. Hepsi saptı, Tümü yararsız oldu. İyilik eden yok, tek kişi bile!” (Romalılar 3:10-13, İncil)
Günahımızı yargılaması gereken kutsal bir Tanrı tarafından mahkum edilmiş olarak duruyoruz. Kurtarıcı’ya ihtiyaç duyan günahkarlarız. “Tamam da, aktardığınız ayetler kimsenin iyilik yapmadığını söylüyor. Tanrı herhalde benim hayatımı görmüyor, çünkü ben kendimi iyi bir insan olmaya adadım. İyi olmaya çalışıyorum.” diyor olabilirsiniz şu anda. Niyetinizden kuşkum yok. İyi olmaya çalışmak takdire şayan bir şey. Fakat bir insanın cennete girecek kadar iyi olması imkansızdır. Tanrı insanlığa kendi mutlak mükemmel, kusursuz doğruluğundan bakar. Tanrı’nın ilahi bakış açısına göre hiç iyi insan yoktur. Tanrı’nın mükemmel kutsallık ve doğruluk standardına göre yetersiziz.
Bu gerçeği sindirmek zor biliyorum ama doğru olan bu. Tanrı’nın gözünde ya mutlak olarak doğru ya da mutlak olarak doğru olmayan insanlar vardır. Hafta içinde %87 doğru olup, cuma ve cumartesi geceleri sadece %45 doğru olmak gibi bir şey olamaz. %100 doğruluktan daha az olan herhangi bir şey Tanrı’nın zorunlu kıldığı mükemmellik standardına göre eksik kalır. Daha önce söylediğim gibi, günah işlemek kolaydır. Düşündüğünüzden çok daha kolaydır.
Ayrıca, Tanrı’nın yasasında, bir kere günah işlediğimiz zaman günahımızı telafi etmemize olanak verecek bir şey yoktur. “Çünkü Yasa'nın her dediğini yerine getirse de tek konuda ondan sapan kişi bütün Yasa'ya karşı suçlu olur.” (Yakup 2:10). Nitekim, Kutsal Yazılar, herhangi birinin Tanrı’nın yasasını mükemmel bir şekilde yerine getirdiğini söylemiyor. Kimse bunu yapamaz. Fakat biri Yasa’yı tamamıyla yerine getirip sonra da bir noktada başarısız olsaydı, Yasa’nın gerektirdiği cezayı eksiksiz olarak çekmesi gerekirdi. Tanrı için bu kişi ne kadar suçlu olurdu? Sadece Tanrı’nın yasasının belirli bir kısmını ihlal etmekten değil, Tanrı’nın yasasının tümünü ihlal etmiş gibi suçlu sayılacaktı. Bunun anlamı, Tanrı’nın böyle bir kişiyi, tamamıyla kötü saymasıdır. Kısmen kötü değil, tamamıyla kötü. Söylediğim gibi, Tanrı’nın gözünde, %87 ve hatta %99 doğru olmak gibi bir şey yoktur.