Son bir düşünce... Annelerimizi seviyoruz, öyle değil mi? Yaptığımız bir şey sayesinde doğmadık. Bütün işler başka birisi tarafından yapıldı. Tüm acıyı başka birisi hissetti. Acıyı kim hissetti? Annelerimiz. Sancı çeken ve mücadele eden onlardı. Aynısı ruhsal doğumumuz için de geçerlidir. İkinci doğumumuz Tanrı’nın acısı sayesinde oldu! Bizim mücadelemiz değil, Tanrı’nın mücadelesi. Akan kan bizim değil, O’nun kanı.
O'nun kanı mı?!!! Evet, O'nun kanı. Tanrı dünyaya geldi, yeni bedeninin günahımızın cezasını taşıyabilmesi için insanlığa büründü. Tabii ki Tanrı ölemez ama büründüğü insan bedeni günahlarımız uğruna bir kurban olarak verildi. Mucizevi bir şekilde, Tanrı en büyük ruhsal ihtiyacımızı kendisi karşıladı. İmkansız mı? “Tanrı'nın yapamayacağı hiçbir şey yoktur.” (Luka 1: 37, İncil)
Tanrı'nın İncil'de ne yaptığını görüyoruz? Düşünülmez olanı. O'nu çarmıhtaki İsa Mesih'te görüyoruz! "Şöyle ki Tanrı, insanların suçlarını saymayarak dünyayı Mesih'te kendisiyle barıştırdı ve barıştırma sözünü bize emanet etti." (2. Korintliler 5:19, İncil).
İyice Anlıyorum
Müslümanlar’ın Tevrat, Zebur ve İncil’de Muhammed’in gelişinin önceden bildirilmesini çok istediklerini biliyorum. Kuran, bu öngörülerin olduğunu söylediği için hiç vazgeçmeden bunları aramayı sürdürüyorlar. Kuran’a güvenilirlik sağlayacak olan dışarıdan bir yetkili bulmayı çok istemelerini anlıyorum. Bunu bu şekilde görmeyebilirsiniz fakat bir şeyi kanıtlamak için dairesel akıl yürütmenin ötesine geçmek her zaman iyidir.
Söylediğim gibi bunu benim gördüğüm gibi görmeyebilirsiniz. Kuran ya da Muhammed’in peygamberliğinin gerçekliğini kanıtlamak için dışarıdan zorunlu olarak bir kanıt koşma ihtiyacı hissetmeyebilirsiniz. Ben başka türlü düşünüyorum. Ben, herhangi birinin herhangi bir şeyi kanıtlamak için kanıt sağlaması gerektiği gibi, bunun için dışarıdan kanıt sağlamanız gerektiğine inanıyorum. İncil’de çoğu insanın inandıklarına uymamamız konusunda uyarılıyoruz. Şöyle diyor:
“Her şeyi sınayın, iyi olana sımsıkı tutunun.” (1. Selanikliler 5: 21, İncil)
Çoğunluk her zaman gerçeğin tarafında değildir. Bu nedenle, bir şeye sadece başkaları doğru olduğunu söylediği için inanmamalıyız. Popüler düşüncelerin ya da herhangi birinin önyargıları ya da bazı dinsel inançları küçümsemelerinin bizleri gerçekten uzaklaştırmasına izin vermemeliyiz. Tanrı her şeyi sınamamızı söylüyor. Başka kim inanırsa inansın, kim ne kadar kutsal sayarsa saysın sınamak gerekir.
Bunu size imanınızla ilgili şeyleri sınamanızı neden istediğimi görmeniz için söylüyorum. Kuran ve İncil’i okuduğum zaman ben de aynı şeyi yaptım. Gerçek, özgür araştırmanın dostudur. Yani sizden sadece kendimin de yaptığı şeyi yapmanızı istiyorum. Bu, hem kendinize hem de Tanrı’ya karşı borcunuzdur.
Müslüman akademisyenlerin Muhammed’in gelişiyle ilgili Tevrat, Zebur ve İncil’de referans bulma görevine gelince, kesinlikle kıskanılacak bir görev değildir. Açıkçası ben bunu yapmak istemezdim. Örneğin, Yuhanna Müjdesi’ndeki ayetleri Muhammed’in gelişinden İncil’de söz edildiğine ilişkin kanıt olarak kullanmaya kalkışmazdım. Geri gidin ve koyduğunuz ‘işaretlere’ bakın:
a) Muhammed İsa Mesih’in birinci yüzyılda yaşamış olan elçileriyle birlikte değildi.
b) Muhammed elçilerin içinde değildi. İsa elçilerle birlikteydi ama gelecek Olan onların içinde olacaktı. Düşünün bir kere. Muhammed aynı anda on iki elçinin içinde olabilir miydi?
c) Muhammed sonsuza dek elçilerle ya da İsa’ya iman edenlerle birlikte olmadı.
d) Muhammed görünmez değildi.
e) Muhammed, İsa’nın söylediklerine tanıklık etmek ve bunları İsa’nın birinci yüzyıldaki öğrencilerine aktarmak için İsa’nın isteği üzerine gönderilmemişti!!!
Eğer bu nedenleri kabul ediyorsanız, ayetlerin sadece inanılabilir değil ama aynı zamanda güvenilir olduğuna katılmaz mısınız? İncil’in güvenilir olduğuna inanıyor musunuz? İncil değiştirildi mi? Umarım İncil’in değiştirildiğine inanmıyorsunuzdur? Bunu söylerseniz Kur’an’ın gerçekliğini inkar etmiş olursunuz. Kur’an ne diyor? (Kişisel olarak Kur’an’a inandığımı ima etmiyorum. Eminim bunu anlıyorsunuzdur. Eğer Müslüman olsaydım Muhammed’e ve Kur’an’a inanırdım. Ama Müslüman değilim. Burada sizin için alıntı yapıyorum.)
“Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur.” (Sure 10: 64)
Muhammed yaşarken, melek Cebrail araclığıyla Kur’an’ın vahyini Allah’tan aldığını iddia etti. Bu da, o zaman var olan Kutsal Kitap’ın değiştirilmiş olamayacağı anlamına gelir. Kur’an, Tanrı’nın sözlerinin değiştirilemeyeceğini söylüyor. Katılıyorum. Bir melek, Muhammed ya da insan tarafından değiştirilemez. Ne birinci yüzyılda, ne yedinci yüzyılda ne de yirmi birinci yüzyılda. Fark etmez. “RAB'be karşı başarılı olabilecek bilgelik, akıl ve tasarı yoktur.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 21: 30, Eski Antlaşma)
Tanrı yaratılışta ve sağlayışta bizlere kendisini çeşitli yollarla bildirmiştir fakat bu yolların en açık olanı Sözü’dür. “Rab'bin sözü sonsuza dek kalır.” (1. Petrus 1: 25, İncil). Tanrı Sözünü koruyamaz mı? “...adını ve sözünü her şeyden üstün tuttun.” (Mezmur 138:2, Eski Antlaşma). Tanrı, insanın, kendisinin her şeyden üstün tuttuğunu bozma girişimini engelleyemez mi? Tanrı yapabilir ve en küçük ayrıntıya kadar bunu yapmaktadır! İsa şöyle dedi, “Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak.” (Matta 5:18, İncil)
Bir harfin en ufak bir çizgisini değiştirmek bile sözcüğün anlamını değiştirebilir. Bu nedenle, Yahudiler Eski Antlaşma’nın yeni nüshalarını kayda geçirirken yazım sırasında azami dikkat gösteriyorlardı. En ufak değişim ya da atlamayı bütün elyazmasını yok edip yeniden başlamak için bir neden olarak görüyorlardı. “Ufacık bir harf ya da bir nokta” sözü bir atasözü haline geldi. Yasanın en ufak bir parçasının dahi yok edilmemesi anlamı taşıdı. Lütfen şimdi yazacağım cümlenin altını çizin. Söz konusu Kutsal Yazıları korumak olduğunda, Tanrı bu yazmanlardan çok daha dikkatliydi!