İkinci bir çelişki alanı, insanların öldüklerindeki kaderleriyle ilgilidir. İslam’a göre her birimiz bir kez öleceğiz ve sonra Allah’ın yargısıyla yüzleşeceğiz. Allah’ın varacağı yargıya göre sonsuzluğu cennette ya da cehennemde geçireceğiz. Allah istediğini yapabilir, bu nedenle İslam’a inananlar Tanrıları’nın kendileriyle ne yapacağını bilmezler. Cihad sırasında şehit olanlar dışında kimseye cennet vaadi verilmemiştir. Beyrut’un banliyösünde belli sayıda imansızı ortadan kaldırma misyonu için aralarından ayrılırken “Oradan sonra gideceğim tek yer cennet” diye açıkladı Müslüman genç ailesine. Bununla birlikte İslam’da bile Allah’ın onayladığı savaş türünün hangisi olduğu konusunda uzlaşma yoktur.
Buna karşın, çoğu Hindu dünyada pek çok yaşam yaşayacağımızı iddia eder. Nitekim, bunların çoğunu yaşadık bile. Hindular, geçmiş ve gelecek varoluşumuzun koşullarının karma kurallarına göre belirlendiğine inanır. Öldükten sonra hepimiz farklı bir yaşam biçiminde yeniden doğacağız - insan, inek, bit vs. olarak.
Dinle ilgili her gelenek, aynı zamanda insanlığa acı veren evrensel bir sorunu belirler. Bu da bizi anlaşmazlığın bulunduğu üçüncü alana getirir. Örneğin Hindular insanın yüz yüze olduğu evrensel sorunun samsara olduğunu söylerler. Samsara, bitmez bir doğum, ölüm ve yeniden doğum döngüsüdür ve her insan bu döngü içinde kapana kısılmıştır. Bunun için kullanılan en bildik söz reenkarnasyondur.
Bu döngünün kırılması ve özgürlük olması için insanın Brahman’la ilişkisi ve dinsel adanmışlık bilgisi gereklidir. Öte yandan Hıristiyanlık, bütün insanların yüz yüze olduğu evrensel sorunun Tanrı’dan ayrı düşmeleri olduğunu söyler. Hıristiyanlık’a göre her bir insan Tanrı’nın buyruklarını çiğneyerek O’na karşı isyan etmiştir. Kutsal Kitap buna ‘günah’ der. Hıristiyanlık bunun için insanların bir çözümü olmadığında ısrarlıdır. Tanrı’yla yaşanan bu ayrılık sorunu ancak İsa Mesih’le ilişki sayesinde çözülebilir. Hıristiyanlar İsa Mesih’in günah-cezamızı, çarmıhta ölümü sayesinde ödediğine inanır, öyle ki Tanrı’yla ilişkimiz eski gönencine kavuşsun.
Tanrı’nın ya da tanrıların doğası, insanların öldükleri zaman kaderleri ve insanlığın karşı karşıya olduğu evrensel sorun hakkında birbiriyle çelişen bu iddialar, dinle ilgili farklı geleneklerin ortaya koydukları birbiriyle çelişen iddialardan sadece birkaçıdır. Bu çelişkiler, ‘bütün yollar aynı yere çıkar’ iddiasını olanaksız hale getiriyor. Belki de aşağıdaki ifade bu durumu açıklamaya yardımcı olabilir. Şu iki ifadeyi düşünün:
Fenerbahçe 2006’da Türkiye Süper Ligi'nin şampiyonu oldu.
Fenerbahçe 2006’da Türkiye Süper Ligi'nin şampiyonu olmadı.
Bu iki ifadenin aynı anda doğru olamayacağı açıktır. Apaçık olan bu gerçeğe çoğu zaman ‘çelişmeme’ ilkesi denir. Bu ilkenin araştırmamız açısından önemli bir etkisi vardır. Birbiriyle çelişen iki iddianın her ikisi de doğru olamaz. Böylece, iki din birbiriyle çelişen bir gerçek iddiasında bulunuyorsa her ikisi de doğru olamaz. Örneğin, Hindular çok tanrı olduğunu iddia ederken Yahudiler tek bir Tanrı olduğunu iddia ediyorsa, ikisinden biri yanılıyor olmalıdır. Buna ek olarak, Müslümanlar her bir insanın bir kez yaşadığını iddia ederken Hindular her insanın karma yasasına göre belirlenen çok sayıda yaşam sürdürdüğünü iddia ediyorsa, ikisinden biri yanılıyor olmalıdır.
Bu noktada üç kör adam benzetmesine dönmek yardımcı olacaktır. Daha önce dinlerle ilgili geleneklerin, üç kör adamın aynı fili betimlemeye çalışmaları gibi olma olasılığını incelemiştik. Her biri aynı fili farklı bir şekilde anlatıyor. Dünyanın dinleri üç kör adam gibi mi?
Bu hikaye her ne kadar cazip olsa da, önemli bir soruyu yanıtsız bırakıyor: Kör adamların aynı fili tarif ettiklerini nasıl biliyoruz? Ya birinci kör adam bir meşe ağacını tutarken “bence bir fil büyük bir ağacın gövdesi gibi” dediyse. Yangın hortumunu tutan ikinci kör adamın şöyle bağırdığını hayal edin, “Hayır, yanılıyorsun, fil, yılan gibi.” Peki ya üçüncü kör adam, modern bir ofis binasının yanına dokunurken şöyle dediyse, “Bence ikiniz de yanılıyorsunuz, fil, büyük bir duvar gibi.” Bu hikayenin önemli olan yanı sözde kanıtladığı şeyi varsayıyor olmasıdır – bütün kör adamların bir file dokunduğunu. Fakat kör adamların bir file dokunduğunu nasıl biliyoruz? Sadece hikaye bunu varsaydığı için.
Bir adım daha ileri gidersek, ya kör adamlar sadece farklı değil ama birbiriyle çelişen bir (sözde) fil hakkında bazı iddialarda bulunuyorlarsa? Yine de aynı fili betimlediklerine inanmak mümkün mü? Aynı fili betimlemediklerinin açıkça bilinebilmesi için anlatımlarının ne kadar çelişki içermesi gerekirdi? Bütün yolların aynı yere götürdüğü iddiasıyla ilgili olarak da benzer bir soru sorulabilir. Bütün yolların aynı yere götürmediğini nasıl biliyoruz? Farklı dinlerin birbiriyle çelişen gerçek iddiaları ışığında bütün yolların da aynı yere çıktığına inanmak mantıklı değildir, öyle değil mi?
2. SEÇENEK – BÜTÜN YOLLAR AYNI YERE ÇIKMAZ
Bu da bizi ikinci seçeneğimize getiriyor- bütün yollar aynı yere çıkmaz. İlk bakışta, bu konum akla uygun gelmeyebilir. Bu tür bir iddia inanılmaz derecede hoşgörüsüz, değil mi? İkincisi, asıl önemli olan insanın inancının samimiyeti değil mi? Son olarak, sadece tek bir yol ‘geçerliyse,’ bu yol nasıl bulunabilir? Bu sorular üzerinde tartışmadan önce bu konumu desteklemek amacıyla ileri sürülen savları incelemek yardımcı olacaktır.
Bu konumun güçlü yanlarından biri, dinle ilgili geleneklerin gerçekle ilgili iddialarını ciddiye almasıdır. Budistler'in, Hindular'ın, Yahudiler'in, Müslümanlar'ın ve Hıristiyanlar'ın inançlarını kendi çerçeveleri içinde anlamaya çalışır. Bu önemli bir noktadır. Birinci seçenek (bütün yolların aynı yere çıkması) dinle ilgili çeşitli geleneklerin öğretişlerini artık birbirleriyle çelişmeyecek şekilde aşırı değişiklik yaparak mümkün hale gelebilir.