Daha önceki yazıda ‘Hıristiyan’ kelimesini kullanmaktan kaçındığımı söylemiştim. Peki, kendimi veya yaşadıklarımı nasıl tanımlıyorum? Gerçekten iman eden herkesin tanımlayacağı gibi… “İsa Mesih’e iman aracılığıyla Tanrı’yla yaşayan bir ilişkiye sahip olan birisiyim. Bu ilişki hiçbir zaman sona ermeyecek ve ölüm bile bu ilişkiye son veremez.”
Hiçbirimiz, cenneti, şu anda, cennette olacağı ölçüde yaşayamasak da, cennetin gerçekten iman eden kişilerin nihai varış noktası olduğu konusunda Tanrı’dan güvencemiz vardır. Bugün cennette olanlar, bizden çok daha mutlular fakat bizde aynı güvene sahibiz. İsa’nın sözlerine kulak verin,
“Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.” (Yuhanna 5:24)
İsa’nın neden bahsettiğini merak ediyor musunuz? Bu sözleri dinleyen insanlar nasıl ölü olabilir? İsa, sözlerinin gerçekliğine inananların ölümden yaşama geçmiş olduklarını söyledi. Zaten yaşamıyorlar mıydı? Yaşıyor olmasalar, O’nu nasıl duyacaklardı? Ölümden yaşama geçmek ne demek? ‘Sonsuz yaşam’ın Kutsal Yazılar’da ne anlama geldiği üzerinde dururken bunu da kısaca ele aldık. İsa, insanın Tanrı’dan ayrı olma konumundan (ölümden) insanın Tanrı’dan asla ayrı olmayacağı bir konuma geçmesinden söz ediyor. Kişi sonsuz yaşam armağanını aldı; sadece cennette sonsuz yaşam güvencesi değil, aynı zamanda bunu önceden tatma fırsatına da kavuştu.
Tanrı İncil’de sonsuz yaşamdan her iki biçimde de söz ediyor; gelecekte alınacak bir kutsama ve şu an sahip olunan bir şey. Tanrı’yı İsa Mesih aracılığıyla tanıdığımızda, dünyanın sunduklarını aşan bir yaşam kalitesini deneyim ediyoruz. Şu an sahip olduğumuz bir şey olarak, bu yaşam niteliği, cennette Tanrı’yla beraber deneyim edeceğimiz kutsamanın önceden aldığımız tadıdır. Bu tada, yaşam niteliği olarak sonsuz yaşam demek yerinde olacaktır. İmanlının yaşamında başlayan, Tanrı’yla sonsuzluğun başlangıcıdır.
İncil’in orijinal dilinde ‘bilmek’ kelimesi, Tanrı hakkındaki bilgileri bilmenin ötesinde bir anlam taşır. Tanrı’yla dinamik, yakın bir ilişkiden kaynaklanan ‘bilmek’tir. Bu tür ‘bilmek’ içinde, sevgi, saygı, itaat, onurlandırma, minnettarlık ve üstün bir bağlılık vardır. Tanrı’yı hiç tamamıyla bilebilecek miyiz? Hayır, ölümlü bir varlık, sonsuz bir Varlığı tamamıyla bilemez fakat iyi haber, Tanrı’yla hiç son bulmayacak bir ilişkiye sahip olabilecek olmamızdır. İsa’nın görevi, Tanrı’yla ilişkimizi onarmak ve sonsuz yaşamı şimdiki zamanda yaşayacağımız bir deneyim haline getirmekti.
Tanrı’yla İlişkinizi Tanımlar Mısınız?
Tanrı, çarmıhtaki kudretli işiyle böylesi bir ilişkiye engel oluşturan tüm engelleri ortadan kaldırmadan önce Tanrı’yla ilişkimiz nasıl bir ilişkiydi? Böyle bir ilişkimiz yoktu, Tanrı’yla paydaşlığı önleyen engeller ortadan kalkmadan olamazdı. Tanrı, ilişkimizde neyin ters gittiğini en iyi şekilde tarif ediyor: “Bakın, RAB'bin eli kurtaramayacak kadar kısa, kulağı duyamayacak kadar sağır değildir. Ama suçlarınız sizi Tanrınız'dan ayırdı. Günahlarınızdan ötürü O'nun yüzünü göremez, sesinizi işittiremez oldunuz.” (Yeşaya 59: 1-2, Eski Antlaşma)
Bütün günahlarımızın bedelinin ödenebilmesi için büyük bir ilahi onarım gerekliydi. Her birinin ödenmesi gerekiyordu. Tüm yaşam boyu işleyen günahların örtülmesi gerekiyordu. Hiçbiri gözardı edilemezdi. İsa böyle yaptı ve benim yerime yaptıkları için O’na sonsuza dek minnettar kalacağım. “Nitekim Mesih de bizleri Tanrı'ya ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak doğru olmayanlar için günah sunusu olarak ilk ve son kez öldü.” (1.Petrus 3:18). Tanrı’yla bu olağanüstü ilişki, İsa’nın çarmıhta ölümüyle mümkün hale geldi. Bedeli O ödedi. “Çünkü günahın ücreti ölüm…”
Ödemeniz Yapıldı!
Bir gün Şikago’da en sevdiğim restoranda yemek yiyordum. Yemeğimi bitirmek üzereyken, garsonun hesabımı getirdiğini, sonra da geri götürdüğünü fark ettim. Birkaç dakika sonra yeniden getirdi. Masaya koyarken, gülümsedi ve şöyle dedi: “Restoranda biri sizin hesabınızı ödedi. Ödemeniz yapıldı.” Sonra da gitti.
Hemen çevreme baktım ama tanıdık bir yüz görmedim. Bu kişi kahvaltısını yapmış ve hesabını öderken beni fark etmiş olmalı. Bu iyi kalpli insan, garson ikinci kez gelmeden oradan ayrılmış olmalı.
Orada otururken çok garip duygular içindeydim. Çaresizlik hissediyordum. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Ödemekte ısrar etmek anlamsız olacaktı. Tek yapabileceğim, garsonun söylediklerinin doğru olduğuna inanmak ve buna göre yaşamaktı. Bu da, kalkıp, müdürün, ‘Bu kadar çabuk nereye? Daha hesabı ödemedin!’ diye bağırarak peşimden koşmayacağına inanarak restorandan ayrılmak demekti. Garsonun söylediklerini kabul etmem bana bir seçim hakkı verdi: (1) Söyledikleri gerçekmiş gibi yaşamak veya (2) Hesabın ödenmediğine ilişkin kendi gerçekliğimi yaratmak.
Üzerinde düşünün. Siz ve ben başka bir hikayenin parçası olan insanlarız. Bu hikaye de Şikago’da gerçekleşen hikaye kadar gerçek. Tanrı’nın yazdığı ve ancak Tanrı’nın tasarlayabileceği türden bir sevgi hikayesinin parçasıyız. Bu hikayede Tanrı kendisine güvenmemizi arzu ediyor. Hiç borcumuz olmadığına güvenmemizi istiyor. Bizimle ilgili bir şeyin gerçek olduğuna güvenmemizi istiyor. Bir şey çoktan gerçekleşti. Tanrı’ya karşı en büyük borcumuz, lütufla ödendi. Lütuf hesabı öder. “…günahın ücreti ölüm.” Sonuç Tanrı’dan ayrı düşmek fakat İsa hesabı ödedi. “Çünkü günahın ücreti ölüm, Tanrı'nın armağanı ise Rabbimiz Mesih İsa'da sonsuz yaşamdır.” (Romalılar 6:23)