headerLogo2b-18pt-myriadpro

4 Kardeş ve Nehrin Cazibesi

19 turkey people need the lord 45Nehir Benzetmesinde dört kardeşin düştükleri durumu düşünün. Durum olabilecek en kötü durumdu. Davranışları nedeniyle değil, Şatoya geri dönme yolu olmadan Şatodan uzak düştükleri için. Güçlü akıntının olduğu nehirde evlerine yolculuk yapacak güce sahip değillerdi. Uzun bir süre içinde, yenilikler getirebilir ve bu bölgede güçlü bir medeniyetin kurulmasına ön ayak olabilirler. Okullar, sanat ve o bölgede insanların yaşamlarını iyileştirip zenginleştirecek çeşitli şeyler olabilir ama -ve bu önemli bir ‘ama’dır- insanlar yine de Şatodan uzak olurlar! Göklerdeki gerçek Tanrı’yı asla tanıyamazlar. Hikaye nerede olduklarını söylüyor? Hikayede diyor ki, ‘Saatler süren mücadeleden sonra nehrin çekimine teslim oldular. Hiç bitmeyecek gibi görünen saatler ve günler boyunca savruldular, yuvarlandılar ve sürüklendiler. Sonunda sular kardeşleri garip topraklarda, uzak bir ülkede, terk edilmiş bir yerde bıraktı.’ Tanrı, sizi, evde, yanında istiyor. Cenneti bu nedenle yarattı.

İnsanın sapkınlığıyla ilgili bu Kutsal Kitap öğretişi, insanın insan hakkında ki düşüncesiyle değil, Tanrı’nın insan hakkında ki düşüncesiyle ilgilidir. Bizler, insanı sürekli olarak ilerleyen bir spiralde gören evrim görüşüne dayalı eğitim görmüş bir kuşağın mirasçılarıyız. İnsanın çıktığı derinliklerden sürekli olarak yukarı çıktığı öğretiliyor. Nihai olarak, yeterince eğitim ve kültürel gelişimden sonra yıldızlara ulaşacağız. Bu kulağa hoş geliyor, öyle değil mi? İnsanı insanla ölçtüğümüz zaman her zaman bizden daha aşağı olan birini bulabiliriz -kültürel olarak ya da ahlaki olarak. Biz yıldızlara doğru ilerliyoruz ama bu insanlar, her nedense, ilerlemiyorlar. Seçtiğim meslek başkalarına yardım edebileceğim ve insanlığa hizmet edebileceğim bir meslekti. Bu pozisyona girmek için daha fazla ücret ödeyecek işleri reddettim.

Bu gibi benzetmeler ki bunları sürekli yapıyoruz, bizlere tatmin hissi veriyor. Ne var ki, Kutsal Kitap insanı insana bakarak ölçmüyor. İnsanı, onu yaratmış olan Tanrı’ya göre ölçüyor. Eksik olduğumuzu ve hikayedeki dört kardeşin olduğu gibi çaresiz bir durumda olduğumuzu söylüyor. Sanık günahtı, itaatsizlik günahı. Kardeşlerin Tanrı’nın kendilerini bağışlamasını istemeleriyle akıntı yok olur, nehir yatağı kurur ve eve yürüyerek dönebilirlerdi. Hayır, Tanrı günahımızın suçuyla ve günahkar işler üreten doğamızla bu şekilde uğraşmıyor. Bu konuyu daha fazla incelemek istiyor musunuz? Okumanızı tavsiye ettiğim Kurbanın Üzerindeki Sır Perdelerinin Kaldırılması adlı makaleye bir bakın lütfen. Şimdi üçüncü kardeşe bakalım.

20 parable of the river rocks piled interestingly long 45III. ÜÇÜNCÜ KARDEŞ. Üç numaralı oğula son bir kez daha bakalım. Bakalım hangi oğul gibi olmamamız gerektiğine karar vermenize yardımcı olacak mı?

Önce çok önemli bir soru sorabilir miyim? Bu kardeşler hakkında okuduğunuzda, hangisi sizin Tanrı’yla ilişkinizi en iyi şekilde betimliyor? Lütfen bu konuda düşünün. Kulübe yapan hedonist gibi misiniz yoksa hata bulan yargılayan kardeş gibi misiniz? Eğer başkalarının hatalarını gösteren biri değilseniz belki de şimdi ele alacağımız kardeş gibisinizdir. Yukarıda ki benzetmeden onun hakkında zaten çok şey biliyorsunuz. Tanrı’nın cennete girmeniz konusunda karar vermesinin ölçülerinden biri olan teraziye kilolarca taşı dizme çabası içinde misiniz?

Üçüncü oğul günahkarlığını görüyor ve sorunu kendi kendine çözmeye karar veriyor. “Hiç kuşku yok,” diyor, “Eve geri dönmek için ne kadar çok çalıştığımı gördüğünde şatonun kapılarını ardına kadar açacaktır!” Daha önce söylediğim gibi, sorun Baba’nın sevgisi değil, nehrin gücüdür. Üçüncü oğlu Babası’ndan koparıp götüren tatlı tatlı akan bir dere değildi. Hayır, onu alıp götüren ve bir çocuğun bebeğini sallaması gibi sallayan kükreyen bir taşkınca akan nehirdi. Oğul Babası’nın evine giden kayalarla yapılmış bir yol inşaa edecek kadar güçlü mü? Kesinlikle hayır!

Pekçoğumuz üçüncü oğul gibiyiz. Yaptıklarımızla Tanrı’yı memnun etmek için çok uğraşıyoruz. Ama biz güvenli bir şekilde cennete ulaşmamızı sağlayacak iyi işlerden yapılmış bir yol inşa etmeye çalışıyoruz. Kötülüklerimizin sevaplarımızın sayısını aşmamasını sağlamaya çalışmak kolay değil ama çabalıyoruz. Çok çabalıyoruz. Ne kadar sevap işlersek, (daha çok kaya), o kadar iyi.

Bu yaklaşımdaki sorun nedir? İleri doğru beş adım atıyor olabiliriz ama daha atmamız gereken elli milyon adım daha var. Kısa yaşamımız boyunca atamayacağımız kadar çok adım atmamız gerekiyor. Nehir çok fazlasıyla uzun, akıntı fazlasıyla güçlü ve günahlarımız çok fazla. Bir kötü eylem, çuvalımızdan bir veya daha fazla kayanın düşmesine neden oluyor ve hemen aşağı doğru giden akıntıyla ortadan kayboluyorlar. Kusurlarımız, yapmak istediğimiz işi başarmamızı imkansız hale getiriyor.

“Bence abartıyorsunuz,” diyorsunuz.

21 stack of rocks5 temp5 45Aslında abartmıyorum. Bizi Tanrı’dan ayıran sığ bir dere değil, aksine, gürül gürül akan, ezici bir günah nehri. Diziyoruz, diziyoruz ve diziyoruz ve olduğumuz yeri bile ancak koruyabildiğimizi fark ediyoruz. Azgın akıntı bizi devamlı geri itiyor. İlerlemek mi? Tanrı’nın beğeneceği düzeyde değil.

Üçüncü oğul gibi kayaları dizmeye başlayan insanlara ne olur? Ya çaresizlik içinde boğulurlar ya da kibirle dolarlar. Yarın güneşin doğması kadar öngörülebilir bir durum bu. Hiçbir zaman şatoya varamayacaklarını fark edip vazgeçiyorlar. Ya da, dinsel görevlerine bağlılıklarının karşılığını alacaklarına dair kendilerini ikna etmeye çalışıyorlar. Sonunda Şatonun kapılarından içeri götürülecekler. Buna inanıyorlar. 

Büyük Oğul ne dedi? “Dinle, seni buradan eve götürmeye yetecek kadar kaya yok!”  “…kardeşim, daha çok çalışman gerekmiyor. Daha çok lütfa ihtiyacın var. Babamızın eviyle senin arandaki uzaklık fazlasıyla büyük. Ne yeterince gücün var ne de yolu yapacak kadar çok kaya bulabilirsin. Babamız bu nedenle beni gönderdi. Seni eve taşımamı istiyor.”