Artık, insanlar arasında herkesin genetik kodunun %99,9’unun birbirine benzer olduğu sonucuna varılmıştır. Aramızdaki farklılıklar üç milyar harfin çok küçük bir parçasında meydana gelmektedir. Bir hücredeki bilginin miktarını anlamak, ‘saniyede üç harf okuma hızıyla kodun okunması, gece ve gündüz kesintisiz bir şekilde okunması halinde bile otuz bir yıl sürecektir.” (10) Bu bilgiler her bir hücreye nasıl girdi? Bu kadar karmaşık bir programlama nasıl yapıldı?
Başkan Clinton 26 Haziran 2000’de, insandaki genom sıralamasını tamamlayanları tebrik etti. Başkan Clinton dedi ki, “Bugün Tanrı’nın yaşamı yarattığı dili öğreniyoruz. Tanrı’nın en ilahi ve kutsanmış armağanının karmaşıklığı, güzelliği ve harikalığı karşısında giderek daha fazla hayrete düşüyoruz.” (11) Clinton’dan sonra podyuma çıkan Dr. Collins ise şöyle dedi, “Daha önce sadece Tanrı tarafından bilinen kendi talimatlar kitabımızın ilk görüntüsünü yakaladığımızı fark etmek benim için hem kendimi alçakgönüllü hissettiren hem de hayret verici bir deneyim. ” (12)
Her bir hücremizde belirli bir şekilde dizilmiş üç milyar harf, kim olduğumuzun gelişimine yönelik talimatlar vermektedir. Arkasında aklın olmadığı hiçbir talimat kılavuzu, rehber, bilgisayar programı geliştirilmemiştir. İnsan bedenine baktığımızda, inanılmaz derecede akıllı olan bir tasarımın var olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bilimin yaşama dair ortaya çıkardığı her şey içinde, DNA’nin karmaşık programlanması, bu tür karmaşıklık ve giriftliğin Kökeni olarak Tanrı’yı kabul etmek için bizleri ikna eden nedeni görüyoruz.
Şu anda insanda ve insan beyninde var olan tasarım daha az tasarım içeren ya da tasarımla ilgisi olmayan bir şeyden gelebilir mi? Bu tür bir açıklama, sonuçta nedende olduğundan daha fazlasını elde edemeyeceğinizi söyleyen nedensellik ilkesini ihlal eder. Etkide (insan) akıl varsa, nedende de akıl olmalıdır. Fakat kör şansla yönetilen bir evrende akıl yoktur. Bu nedenle, insan aklının, evrenin ötesinde bir nedeni olmalıdır: Fiziksel evrenin arkasında ‘akıl’ olmalıdır.
Antropik İlke
Tasarım iddiasının diğer bir kuvvetli yönü de, antropik (insanla ilgili) ilkedir. Buna göre, evren, sanki ta başından beri insan yaşamının evrimleşmesi için özellikle tasarlanmış gibi görünmektedir. Ben Big Bang (Büyük Patlama) kuramına inanmıyorum ama antropik ilkeyi açıklamak amacıyla, farzedelim ki evrende hayat bu şekilde başlamış olsun. Eğer, on beş ila yirmi milyar yıl önce Büyük Patlama sonucu ortaya çıktığı varsayılan her şeyden önce var olan ateş topunun ısısı bir derecenin trilyonda biri kadar soğuk ya da sıcak olsaydı, tüm organik yaşamın temeli olan karbon molekülü hiç gelişemezdi.
Kozmik ışınlar başlangıçtan beri var olan yapışkan çamuru hafif farklı bir açıyla ya da az farklı bir zamanda ya da az farklı bir yoğunlukta bombalamış olsaydı, sıcak kanlı hayvanlar için gerekli olan hemoglobin molekülü hiçbir zaman evrimleşemezdi. Bu molekülün evrimleşme olasılığı, katrilyonda bir gibi birşeydir. Bu olasılıkları birbirine eklediğinizde bir milyon maymunun Hamlet’i yazmasından daha da inanılmaz olan bir şey elde edersiniz.
Evren birincil olarak bizlere vatan olma amacıyla mı vardır? Bu soruya kesin bir yanıt vermek mümkün değil. Fakat ‘evet’ yanıtına destek olacak önemli miktarda kanıt öne sürülebilir. İşte üzerinde düşünülebilecek birkaç olgu:
A) Evren mekansal olarak düz olduğu ve genleşmekte olduğu ve yıkımdan kaçınmak için gereken kritik bir hızda genleşmeye devam ettiği için yaşam mümkündür. Daha hızlı bir şekilde genleşseydi, ortalama sıklıktan biraz daha yüksek bir şekilde gelişen bölgeler, sonsuza dek genleşir ve yıldızları ve galaksileri oluşturmazlardı. Evren daha yavaş bir şekilde genleşseydi, nüklesentez tarafından yıldızlarda yaşam unsurları oluşmadan önce yok olurdu.
B) Yerçekimin sabit etkeni, açılı momentum kuantumu, ışık hızı ve elektrik şarjının temel birimi, belirli türde bir evrimin evrimi için gereken belirli değerlere sahip olduğu için yaşam mümkündür. Bu evrende, kısa ömürlü metal saçan mavi yıldızlar ve uzun ömürlü, eşit şekilde yanan, yavaş yavaş dönen, güneş gibi yıldızlar vardır.
Bu noktada durup, güneş-dünya-ay sisteminde tasarımı ve Tasarımcısını destekleyen kanıtları anlatmayı ne kadar isterdim! Fakat, şu noktada, yazıyı bitirmeden önce başka konularda on sayfa daha yazmayı ve sizin için dua etmeyi amaçlıyorum. Sadece şunu bilin ki, üniversitede ilk dersi aldığımdan beri astronomi, devamlı takip ettiğim bir konu olmuştur.
Tasarıma kanıt oluşturan tek şey evren değil. Dünya da bu tür kanıtlar sunuyor. Frank Drake, Carl Sagan ve Iosef Shklovsky, evrende, yaşamı destekleyen ortamlara sahip gezegenlerin sayısına ilişkin bir tahminde bulunma girişimleriyle bunu kabul eden ilk astronomlar arasındadır. 1960’ların başlarında, ancak belirli bir uzaklıkta gezegeni olan belirli türde bir yıldızın yaşam için gerekli koşulları sağlayacağını gözlemlediler. (13) Bunu temel alarak, evrende başka yerlerde yaşam bulma olasılığı konusunda oldukça iyimser tahminlerde bulundular. Örneğin, Shklovsky ve Sagan tüm yıldızların % 0,001’inin yaşamın bulunduğu bir gezegeni olabileceğini iddia ettiler.
Benim okuduklarıma göre, incelemeleri doğru yönde atılmış bir adımdı ama olası yıldız tipleri ve olası gezegen uzaklıklarının aralığını fazla tahmin etmişlerdi. Onların zamanından beri onların üzerinde çalıştıkları parametreler otuz üçe yükseltildi ve bir düzine ya da daha fazlası araştırılmaktadır. Bu nedenle, onların hesaplamaları, Dünya’nın sahip olduğuna benzer bir hayatı destekleme kapasitesini etkileyebilecek pek çok başka önemli etkeni göz önünde bulundurmamıştır.
Güncellenmiş listeyi incelemiş olanlar var olan tüm yıldızlar için trilyonda birden azının yaşamı sürdürebileceği sonucunu çıkarıyorlar. Bu yüzdeyi kullanarak, yaşama uygun kaç gezegen olduğunu hesaplayalım.