İsa’ya inanan tanıdığım bir Türk yeni inancını bir sır olarak tutmaya karar verdi ve anne babasının bu inancın hayatını değiştirmesini görmelerini istedi. Hiçbir yere taşınma planı yoktu. Babasıyla korkunç bir ilişkisi vardı. Adam onu her zaman eleştirirdi. İster inanın ister inanmayın, ikisi neredeyse birbirlerinden nefret ediyorlardı. Bana öyle söylemişti. Ne yapmaya karar verdi? Babasına Tanrı’nın sevgisinin nasıl olduğunu göstermeye başlamaya karar verdi. “Birbirinize karşı iyi yürekli, şefkatli olun. Tanrı sizi Mesih'te bağışladığı gibi, siz de birbirinizi bağışlayın. Bunun için, sevgili çocukları olarak Tanrı'yı örnek alın. Mesih bizi nasıl sevdiyse ve bizim için kendisini güzel kokulu bir sunu ve kurban olarak nasıl Tanrı'ya sunduysa, siz de öylece sevgi yolunda yürüyün.” (Efesliler 4:32-5:2, İncil). Bir süre boyunca bu ayetler üzerinde derin derin düşündükten sonra babasına hizmet etmek için yapabileceği her şeyi yapmaya karar verdi. Fakat sadece birkaç gün için değil, iki yıl boyunca. Her gün İncil’i okudu fakat inancından hiç kimseye bahsetmedi.
Anne babasına İsa’ya gerçekten inanan birisi olduğunu açıklama zamanı geldiğini hissettiğinde ne annesi ne de babası itiraz etti. Sesler yükselmedi. Öfke patlamaları olmadı. Artık onları böylesine seven ve onlarla böylesine ilgilenen bir kızları varken nasıl mutsuz olabilirlerdi? Onun hayatında gördükleri değişikliklerin hepsi olumluydu. İnancına nasıl olumsuz yaklaşabilirlerdi?
Peki ya İbrahim’in durumu? İbrahim evden ayrılmanın ötesinde başka şeylerle de uğraşması gerekiyordu. Tanrı ondan başka neyi bırakmasını istedi?
“RAB Avram'a, ‘Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git’ dedi, ‘Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak.’ Avram RAB'bin buyurduğu gibi yola çıktı.” (Yaratılış 12:1-4, Eski Antlaşma)
Aslında bu Tanrı’nın İbrahim’e ikinci çağrısıydı. Tanrı ilk olarak İbrahim’i Ur’da yaşadığı sırada çağırmıştı. Tanrı İbrahim’e Ur’u, akrabalarını bırakıp kendisine göstereceği bir yere gitmesini söyledi. İbrahim bu bildiriye inandı ve anne babasının ve akranlarının putperest tanrılarını terk etmeye yetecek imanı vardı. Kendisini çağıran Tanrı’nın rehberliğinde bu putlara tapınmaktan vazgeçti. Ur’u ve tüm avantajlarını bırakmak için yeterli imanı vardı. Fakat ya babası Terah’ın gözetimi altında olmak istiyordu ya da Terah onun ailesini ve gözetimini bırakmasına izin vermiyordu. Terah’ın ailesi olmadan Ur’dan ayrılmasına izin vermemiş olması mümkündür. İbrahim’in aşiretten ayrılmasına izin vermek yerine, Terah ailenin İbrahim’le gitmesi gerektiğine karar vermiş olabilir. Buna işaret eden iki olgu var:
1) Terah aileyi yolculuğa “çıkardı” ve böylece kendisinin asıl sorumlu olduğunu gösterdi. “Terah, oğlu Avram'ı, Haran'ın oğlu olan torunu Lut'u ve Avram'ın karısı olan gelini Saray'ı yanına aldı. Kenan ülkesine gitmek üzere Kildaniler'in Ur Kenti'nden ayrıldılar. Harran'a gidip oraya yerleştiler.” (Yaratılış 11:31, Eski Antlaşma)
2) Terah ölene kadar İbrahim’e Tanrı tarafından yapılan çağrı yenilenmedi. “Terah iki yüz beş yıl yaşadıktan sonra Harran'da öldü. RAB Avram'a, ‘Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git’ dedi.” (Yaratılış 11:32-12:1, Eski Antlaşma)
Tanrı İbrahim’in yapması gereken şey hakkında oldukça netti, İbrahim’in bilinmeyene doğru yolculuğa çabucak çıkmaması gerektiğine karar verdi. Gerçeği söylemek gerekirse İbrahim, ya da o zamanki ismiyle Avram, Tanrı’nın vaatlerinden birini pek kolay kabullenemedi. Hangisi mi? Soyunun yıldızlar kadar çok olacağına dair vaadi.
“Sonra Avram'ı dışarı çıkararak, ‘Göklere bak’ dedi, ‘Yıldızları sayabilir misin? İşte, soyun o kadar çok olacak.’” (Yaratılış 15:5, Eski Antlaşma)
Sorun? İbrahim Harran’dan ayrılalı yıllar olmuştu ama oğlu yoktu. “Sorun değil,” diye geldi Tanrı’nın cevabı. İbrahim bunu bir süre düşündü. Bu vaat bir süre kafasına takıldı ama sonunda, olağanüstü bir şekilde bu vaadi benimsedi. Nitekim İbrahim şöyle karşılık verdi:
“İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, ‘Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?’” (Yaratılış 17:17, Eski Antlaşma)
Ne tuhaf bir sahne. Alacakaranlık. Gökyüzünün yumuşak maviyle kaplı tavanında pırıldayan elmas gibi yıldızlar. Hava serin. Otlaktaki hayvanlar sessiz. Ağaçlar birer siluetten ibaret. Avram bir ağacın altında uyuklamakta. Uykusu düzensizdi. Sanki Tanrı İbrahim’in kuşkusunun sürecini tamamlamasına izin veriyor. İbrahim rüyalarında bütün bunların çılgınlığıyla yüzleşmek zorunda bırakılıyor. Kuşku sesleri son derece ikna edici bir şekilde konuşuyorlar.
Tanrı’nın benimle olduğunu nasıl bileceğim?
Ya bunların hepsi uydurmaysa?
Konuşanın Tanrı olduğunu nasıl biliyorsun?
Ve, evet oğlum nerede?