Tükürmenin amacı vücuda acı vermek değil. Acıtamaz, değil mi? Tükürmenin amacı, tükürülen kişiyi küçültmek ve genellikle bu amaca ulaşır. Askerler ne yapıyorlardı? Başka biri pahasına kendilerini yüceltiyorlardı. İsa’yı küçük göstermeye çalışarak kendilerinin büyük olduğunu hissediyorlardı. Hiç böyle bir şey yaptınız mı? Belki kimseye tükürmemiş olabilirsiniz ama hiç dedikodu yaptınız mı? Kimseye iftira attınız mı? Öfkeyle elinizi kaldırdığınız veya kibirle gözlerinizi yuvarladığınız oldu mu? Peki hiç önünüzde giden araba, sizin o anda gitmek istediğiniz kadar hızlı gitmediği için kornanızı bangır bangır bastığınız oldu mu? Peki ya camınızı açıp yandaki arabanın şoförüne çocuklarınızın hiç tekrar etmeyeceğini umduğunuz sözler söylediniz mi? Başka birinin kötü hissetmesini sağlayarak kendinizi iyi hissettiniz mi?
İşte bu askerlerin İsa’ya yaptığı buydu. Başkalarına bu gibi şeyler yapıyoruz. Ne demek istediğimi biliyorsunuz yoksa bu soruyu sormazdınız. Sorunuz şöyleydi, “Neden çoğu zaman yapmak istediğimi yapmıyorum? Bunun yerine nefret ettiğim şeyleri yapıyorum ve sonrasında bunları yaptığım için utanç duyuyorum?” Nasıl insanlar olduğumuzu biliyoruz fakat bu, herbirimizin içinde bir canavar olduğu gerçeğini kolayca kabul etmemizi sağlamıyor. Görünüşte başkalarının üzüntüsü veya acısına karşı ilgisiz olan insanları bile şaşırtacak şeyler yapmamıza neden oluyor. Yaptıkları veya söyledikleri şeyleri düşününce kendilerine şu soruyu soruyorlar, ‘Bana ne oldu da bunu söyledim veya yaptım?’
Bize ne oldu? Hayatın böyle olmadığı bir zaman vardı. İnsanın şu an olmadığı gibi olduğu bir dönem vardı. “O şey” – her ne ise – henüz içimizde oluşmamıştı. Gizlemeye veya kontrol etmeye çalışmaları gerekmedi. Henüz içlerinde değildi. İnsanlığın yüzünün anlatılamayacak kadar güzel ve aydınlık olduğu bir bir zaman vardı. Tanrı’nın insanla birlikte yürüdüğü ve her ikisinin zevkli, kesintisiz paydaşlık ettiği bir zaman vardı. Bunu düşünmek zor, öyle değil mi? Sözünü ettiğim yer Aden Bahçesi. Bakın Tanrı nasıl tarif ediliyor. Günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı.
Adem ve Havva, Aden Bahçesi adı verilen büyük ve yemyeşil yerde Yaratıcıları ile birlikte yakın bir paydaşlık yaşıyorlardı. Bu paydaşlık dönemi ne kadar uzun sürdü? Adem ve Havva masumiyetlerini korudukları, yani günahsız oldukları sürece sürdü. Bu sadece bir tahmin ama sanırım sevinçleri kısa sürdü. Günah işler işlemez Tanrı’ya nasıl karşılık verdiklerine dikkat edin. “Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı'nın sesini duydular. O'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler.” (Yaratılış 3:8, Eski Antlaşma)
Bir zamanlar Tanrı’nın varlığı onlara keyif verirdi. Şimdi ise sadece tedirginlik duymalarına yol açıyordu. Artık Tanrı’yla paydaşlık etmek için uygun olmayan bir durumda olduklarının farkındaydılar. Utanıyorlardı ve bu nedenle gizlendiler. İnsanlık tarihinin ilk günlerinden biriydi ama en iyilerinden biri değildi. Dünyada sadece iki kişi ve etrafta ayartıcı pek fazla şey olmadığı bir halde ne ters gidebilirdi ki? Gazetelerde pornografi yoktu ya da internet aracılığıyla kolayca bu gibi şeylere ulaşılamıyordu. Adem’in gayrimeşru bir ilişkiye girebileceği bir ofis ve burada bir sekreteri yoktu. Havva’nın flört edebileceği veya hakkında fantaziler kurabileceği başka adamlar yoktu. Çiğnenebilecek fazla yasa yoktu. Onları ne ayartabilirdi? Şeytan’a ne dersiniz?
Bir ara çevrim içindeyken, Kutsal Kitap’ın birinci kitabı olan Yaratılış Kitabı’nın ilk üç bölümünü okuyun. Bu bölümlerde ırkımızın şu an içinde bulunduğu mahvolmuş durumun ilahi açıklamasını bulacaksınız. Bu bölümlerde düşmanımız İblis’in sinsi araçları hakkında öğreneceksiniz. Aynı zamanda günahın ruhsal etkilerini keşfedeceksiniz: Tanrı’dan kaçmaya çalışan insan. İnsanın sorunu düzeltmek için bir şeyler yapmaya çalışarak ahlaki utancının üstünü örtme konusunda sahip olduğu evrensel eğilimi fark edeceksiniz. İster inanın ister inanmayın ama ahlaksal utancımızı örtmeye çalıştığımız yollardan biri dindar olmaktır! Ne var ki bu bir çare değildir!
Bu bölümelerden öğreneceğiniz en harika gerçek Tanrı’nın suçlu günahkarlara karşı tavrıdır. Tanrı’nın en büyük ruhsal ihtiyacımızı karşılamak için sağladığı cömert çözümün ne olduğunu öğreneceksiniz. Kutsal Kitap’ın ilk bölümlerinde başlayan ve Kutsal Yazılar boyunca devam eden harika bir peygamberlik akışı vardır. Nitekim, bu makalede akan bu nehirlerden birinde duracağız bir süre için.
İblis’in Aden Bahçesi’ndeki varlığı, Adem ve Havva’nın Tanrı’ya itaatsizlik etmesi için yeterli miydi? Evet. Ayrıca olanlar, insanın sorununun dışsal değil, içsel olduğunun kanıtıdır. İlk anne babamız, hayal edilebilecek en güzel ortam içine yerleştirilmişti. Tanrı bu genç çifte ağaçlardan birinin meyvesini yememelerini söyledi. Muhtemelen Aden Bahçesi’nde çok çeşitli, ağız sulandırıcı meyveler veren binlerce başka ağaç vardı. Hepsinin tadı birbirinden lezzetliydi. Bir düşünün. Havva’nın hayatta isteyebileceği her şeye sahipti- mükemmel bir ev, mükemmel bir koca, mükemmel bir evlilik ve Yaratıcısı’yla mükemmel bir ilişki. Ne var ki, bir süre ağacın önünde durdu ve aklının, sahip olmadığı tek bir şey üzerinde derin derin düşünmesine izin verdi.
İnsanın, dünyada olabilecek en iyi koşullar altında denendiğini görüyoruz. Peki insan ne yapmayı seçti? Tanrı’yı dinlemek yerine İblis’in sesini dinlemeye karar verdi. O zamandan beri de tarih kendisini tekrar ediyor.