headerLogo2b-18pt-myriadpro

Kurbanın Üzerindeki Sır Perdelerinin Kaldırılması

IV. KUZU’NUN YETKİNLİĞİ

16 verses background20a text 45Çalışma yolumuzda dördüncü durağa geldi sıra. İsrailliler çok uzun zaman önce Mısır’daki baskı ve tutsaklıktan kurtuldular ve artık Eski Antlaşma'daki üçüncü kitaba geçiyoruz. Tanrı bu kitapta kendisini hoşnut eden sunu konusunda yeni şeyler açıklamıştır. Musa’nın esinlemesiyle yazılan bu kitap İsrailli kahinler için bir kılavuz kitap gibiydi. Pek çok başka konunun yanı sıra sunulacak sunular hakkında talimatlar içeriyordu. Bu kitap boyunca vurgu Kuzu’nun karakteri üzerindedir. 

Kutsal Yazılar’ın bu kısmında bir koşul öne çıkıyor. Sunulacak kuzunun kusursuz olması gerekiyordu. Toplam on sekiz kez, tekrar tekrar Tanrı’nın kabul edeceği sunuyla ilgili olarak şunu okuyoruz:

“…kabul edilmesi için hayvan kusursuz olmalı. Hiçbir eksiği bulunmamalı.”  (Levililer 22:21, Eski Antlaşma)

Tahmin edebileceğiniz gibi kuzular sunulmadan önce kuzuları incelemek için büyük özen gösteriliyordu çünkü tapınağın ve orada kendisine ibadet edilen Tanrı’nın onurunu korumak için büyük özen gösteriliyordu. Tanrı’nın ölçüsü yetkinliktir. O halde, Tanrı’ya sunulan her şeyin türünün en iyisi olması uygundu.

Çalışma yolunun bu noktasında duraklayalım ve aslında üzerinde tartışmayı pek istemediğimiz, yapımızda bulunan eksiklikten söz edelim. Bizler insanları yargılama konusunda ustayız. Bunu yapmamalıyız ama hayat boyu kendimizi başkalarıyla kıyaslıyoruz. Bu karşılaştırmalara dayanarak ‘En azından komşum kadar iyiyim’ ya da ‘Baksana ne yaptı, ben ondan daha iyiyim’ gibi düşüncelere kapılıyoruz. Cennet konusunda da yine eksik ve yanlış bir değerlendirme yapıyoruz. ‘Ben de en azından diğer insanlar kadar iyiyim. Benim için de umut olmalı’ sonucuna varıyoruz. Tanrı’nın davranışlarımız için ölçüsünün diğer insanların davranışları değil, kusursuzluk olduğunu fark etmiyoruz. Tanrı, kendi kimliği nedeniyle bu ölçüyü daha az bir ölçü yapamazdı. Ölçüyü düşürüp yine de Tanrı olamaz.

17 image11882 walk in darkness grope 45Eşim ve ben bir apartmanın beşinci katında oturuyoruz. Yukarı çıkarken egzersiz olsun diye asansörü kullanmak yerine merdivenleri kullanıyorum. Binamızdaki elektrik sistemi nedeniyle bunu geceleri yapmak daha zor oluyor. Zemin kattan yukarı doğru çıkmaya başladığımda merdiven aralığının lambasını yakıyorum. Fakat, ışığın yanma süresi, koşsam bile, kendi katıma ulaşacak kadar uzun değil. Yukarı doğru çıkarken bir yerlerde ışık sönüyor, karanlıkta kalıyorum ve bir sonraki basamağı arıyorum. Işıktan karanlığa bir anda geçmek insanı şok ediyor. Bununla birlikte, bir süre karanlıkta durunca gözlerim ardarda basamakları hissedebileceğim kadar karanlığa alışıyor. Sonunda lamba düğmesinin olduğu duvara ulaşıyorum. 

Bunu benzer bir şey hepimizin başına gelmiştir. Yıllar içinde çevremizdeki karanlığa alışırız. Başkalarında ve kendimizde  gördüğümüz kusurlu şeylere alışmışız. Bizim alıştığımız ve ‘normal’ olarak değerlendirdiklerimiz Tanrı’nın yetkinlik standardından çok uzaktır. Bizim yerimize sunulan Kuzu’nun yetkinliği için Tanrı’ya ne kadar minnettar olmalıyız! Peki ya Kuzu’nun gerekliliği ve boğazlanması? Tanrı’ya bizim yerimize sağladığı ve sunduğu Kuzu’nun yetkinliği için minnettarız!  

V.  KUZU BİR HAYVAN DEĞİL, BİR KİŞİ’DİR!

1884 yılında genç bir adam öldü ve cenazeden sonra yaslı anne babası onun anısını canlı tutacak bir şey yapmaya karar verdiler. Bunu düşünerek o zamanlar Amerika’daki en prestijli öğretim kurumu olan Harvard Üniversitesi’nin başkanıyla görüştüler. Başkan mütevazi çifti ofisine kabul etti ve onlar için ne yapabileceğini sordu. Oğulları için bir anı fonu kurmak istediklerini söylediklerinde başkan sabırsız bir şekilde, ‘Belki daha küçük, burs gibi birşey olabilir’ dedi. ‘Biz daha kalıcı bir şey düşünüyorduk… belki bir bina olabilir’ diye yanıtladı kadın. Başkan, çifti biraz üstten bakar bir şekilde süzdü ve onlar için çok pahalı olacağını düşünerek bu fikri bir kenara itti. Çift hiçbir yanıt vermedi. İyi dileklerini sunarak oradan ayrıldılar. Başkan, ertesi yıl bu mütevazi görünüşlü çiftin başka bir yere gidip 26 milyon dolarlık bir anıt kurup buna oğullarının adını, Stanford adını verdiklerini duydu. Bu bağış, Kaliforniya’da, bugün daha çok Stanford Üniversitesi olarak tanınan, Leland Stanford Junior Üniversitesi’nin kurulmasıyla sonuçlandı.

18 image11883 curtain unveiling 45 textGörünüm aldatıcı olabilir. Çalışma yolumuzda bir sonraki adıma geçip, Yeşaya peygamberin esinlenmiş kaleminden taşan, bütün peygamberliklerin en ünlü ve değerlisine geldiğimizde bunu unutmayın. Şimdi okuyacaklarımız ve üzerinde düşüneceklerimize bizleri hiçbir şey hazırlayamaz. Tanrı, Kuzu’nun ve kurbanın anlamının üstündeki perdeleri kaldırmak konusunda dev bir adım atıyor. Bu süreç içinde başımızın döndüğünü hissediyoruz. Bu noktaya kadar Tanrı’nın seçtiği sunu her zaman bir hayvan oldu. İlk kez, kuzunun bir KİŞİ olduğunu öğreniyoruz! Tanrı Kuzu’nun açıklanmasıyla ilgili olarak bir perdeyi daha kaldırıyor ve şunu okuyoruz:

“Aslında hastalıklarımızı o üstlendi. Acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi. Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık. Her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi. O baskı görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi açmadı ağzını.”  (Yeşaya 53: 4-7, Eski Antlaşma)

Cezamız kimin üzerine yüklendi? Türkçe’de ‘ona yüklendi’ dediğimiz zaman ‘onun’ kim olduğunu hemen anlamıyoruz. Tıpkı ‘O geldi’ dendiğinde kimin geldiğini bilemediğimiz gibi. Gelen bir kız mı, otobüs mü yoksa bir adam mı? Genellikle cümleden önce ya da sonra söylenenlere bakarak kimin gelişinden söz edildiğini anlayabiliriz. Tanrı bu ayette kimin gelişinden söz ediyor? Çerçeveye bakmamız gerekiyor.