Duygusal Anlamlarla Yüklü Semboller
Musa ve peygamberler ‘sünnet’ terimini yüreğin paklığı ve dinlemeye ve itaat etmeye hazır olmanın bir sembolü olarak kullandılar. İsrailliler’in ihtiyacı olan Tanrı’yı dinlemeye ve O’na itaat etmeye hazır olmaktı. Bununla birlikte, İsrailliler zaman içinde sünnet konusunda gururlanmaya başladılar fakat bunu sadece ruhsal ve ulusal üstünlüklerinin bir işareti olarak görüyorlardı. Yahudiler, Yahudi olmayanlar için ‘sünnetsiz’ terimini kullanmaya başladılar; bu terim saygısız bir ifadeyle Yahudi olmayanların Tanrı’nın sevgisinin dışında kaldıklarını ima ediyordu. ‘Sünnetli’ ve ‘sünnetsiz’ sözcükleri, İsrail ve öteki uluslardan komşuları için duygusal anlamlarla yüklü semboller haline gelmişti. İsa’nın vaazlarını dinlemek için büyük kalabalıklar oluşturan insanlar, İsa’nın sağlamak için geldiği Tanrı’yla yaşayan bir ilişkiye ihtiyaç duyuyorlardı.
Hangisi Daha Önemli?
Dinle ilgili dışsal uygulamalar, yüreğin durumundan çok daha az önemlidir, öyle değil mi? Büyük bir şirketin müdürü bir yandan işteki evli sekreterlerden biriyle ilişkisini düşünürken bir yandan da namaz kılabilir mi? Cumartesi günleri havrada Musa’nın yasasından öğretirken bir yandan da İsa’yı öldürme planları kuran din bilginleri var mıydı? İşte Tanrı bu nedenle, İsa Mesih’te yeni yaratıklar olmamızı sağlayan yeniden doğuşla gelen yeni bir yüreğe ihtiyaç duyduğumuzu gördü.
“Kendisini [İsa'yı] kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı'nın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne beden ne de insan isteğinden doğdular; tersine, Tanrı'dan doğdular.” (Yuhanna 1:12-13, İncil)
“Bir kimse Mesih'teyse, yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur.” (2. Korintliler 5:17, İncil)
Sünnet edildiğimiz için övünmeli miyiz? İncil’deki aşağıdaki ayetin Yahudi yazarı tersini söylüyor.
“Sünnetli olup olmamak önemli değildir. Önemli olan, Tanrı'nın buyruklarını yerine getirmektir.” (1. Korintliler 7:19, İncil)
Sünnet Olmadan Her Şey, Hiç Bir Şeydir
Tanrı bize sünnetin kendi başına bir sonucu olmadığını söylüyor. Dışsal uygulamanın tek başına herhangi bir etkisi ya da sonucu olamaz. Bu gerçek, Yahudi halkının duygularına doğrudan karşı mıdır? Kesinlikle evet! Onlar sünneti göklere çıkarıyorlar. Onlar için sünnet her şeydir ve sünnet olmadan her şey, hiç bir şeydir. Bununla birlikte İncil, bunun insanın düşündüğü kadar önemli olmadığını söylüyor. Gerçek şu ki, içsel dindarlık olmadan dışsal uygulamaların hiçbir anlamı yoktur. Eşine sadık olmayan bir adam için sünnetin ne gibi bir anlamı olabilir?
Tanrı’nın Eski Antlaşma’da Yahudi halkına buyurduğu sünnet uygulamasını küçümsüyor muyum? Bunu yapmamalıyım çünkü sünnet Tanrı’nın buyruğu olan bir uygulamaydı, öyle değil mi? Sorulması gereken önemli soru şu- büyük olasılıkla siz de bu soruyu sormak üzeresiniz- ‘Hıristiyanlar neye dayanarak sünnet uygulamasının devamına karşı çıkabilirler?’ Sünnet töreni itaatkar bir Yahudi olmanın parçası değil mi? Evet, öyle ama gördüğümüz gibi bu uygulama, sünnet olan kişi üzerinde herhangi bir etkiye sahip olmadan uygulanabiliyordu. Tevrat, Zebur ve İncil’de ‘sünnetsiz yüreklere’ sahip olmak işte bu anlama gelir.
“Ama işledikleri suçları, atalarının suçlarını, bana karşı geldiklerini, ihanet ettiklerini itiraf eder - bu yüzden onlara karşı çıkıp kendilerini düşman ülkelerine sürmüştüm- inadı bırakıp alçakgönüllü olur*, suçlarının bedelini öderlerse, ben de Yakup'la, İshak'la, İbrahim'le yaptığım antlaşmayı ve onlara söz verdiğim ülkeyi anımsayacağım.” (Levililer 26: 40-42, Eski Antlaşma). *İbranice orijinalinde, “İnadı bırakıp alçakgönüllü olur” sözleri, “Sünnetsiz yüreklerini alçaltır” anlamına gelir.
“RAB şöyle diyor: “Bilge kişi bilgeliğiyle, güçlü kişi gücüyle, zengin kişi zenginliğiyle övünmesin. Dünyada iyilik yapanın, adaleti, doğruluğu sağlayanın Ben RAB olduğumu anlamakla ve beni tanımakla övünsün övünen. Çünkü ben bunlardan hoşlanırım” diyor RAB. “Yalnız bedence sünnetli olanları cezalandıracağım günler geliyor” diyor RAB. “Mısır'ı, Yahuda'yı, Edom'u, Ammon'u, Moav'ı, çölde yaşayan ve zülüflerini kesenlerin hepsini cezalandıracağım. Çünkü bütün bu uluslar gerçekte sünnetsiz, bütün İsrail halkı da yürekte sünnetsizdir.” (Yeremya 9: 23-26, Eski Antlaşma)
Tanrı’nın Eski Antlaşma’da bizlerle yeni bir antlaşma yapmayı vaat ettiğini biliyor musunuz? Bu vaadin içinde bedenin sünnet edilmesi değil, yüreğin sünnet edilmesi vardır. İşte Tanrı Zebur’da şöyle söylüyor: “Yasamı içlerine yerleştirecek, yüreklerine yazacağım. Ben onların Tanrısı olacağım, onlar da benim halkım olacak.” (Yeremya 31: 33, Eski Antlaşma)
Koşulsuz Bir Lütuf Antlaşması
Kutsal Yazılar’ın aşağıdaki ayetlerinde Yeni Antlaşma’daki bu vaatten söz ediliyor. Eski Antlaşma’nın tek başına yeterli olmadığına inanmanın doğru olduğunun açıklaması olarak bu ayetler veriliyor. Eski Antlaşma, tamamlanma için ileriye, Hıristiyanlık’a işaret ediyordu. Bu yeni antlaşmanın Aracısının İsa olduğuna dikkat edin. Bu antlaşma daha iyi çünkü koşullu değil, kesindir. Sınırlı değil, sonsuzdur ve dışsal değil, içseldir. Daha iyidir çünkü daha iyi bir vaat üzerine kurulmuştur. Yasanın antlaşması, itaat için bereket sözü verirken, itaatsizliğe karşı ölüm tehditi içeriyordu. Doğruluk gerektiriyordu ama bunu üretme yetisi vermiyordu. Yeni Antlaşma, koşulsuz bir lütuf antlaşmasıdır. Doğruluk olmayan yerde doğruluk yaratır. İnsanlara doğru bir şekilde yaşamayı öğretir ve daha da fazlasını yapar! Bunu yapabilmeleri için insanları güçlendirir. Bu da yeterli değilmiş gibi bunu yaptıklarında insanları ödüllendirir.
“Şimdiyse, İsa daha iyi vaatler üzerine kurulmuş daha iyi bir antlaşmanın aracısı olduğu kadar, daha üstün bir göreve de sahip olmuştur. Eğer o ilk antlaşma kusursuz olsaydı, ikincisine gerek duyulmazdı.” (İbraniler 8: 6-7, İncil)