C. Tanrı bilgisi sonsuz yaşama da akıyor. Hıristiyan görüşüne göre, dünyadaki yaşamımız tek yaşam değildir. İsa, kendisine Kurtarıcı ve Rab olarak güvenen herkese cennette sonsuz yaşam vaadi verdi. Sonraki yaşamda Tanrı, sıkıntılarını cesaret ve sözle ifade edilemez bir sevinç veren sonsuz yaşama güvenerek taşıyanları ödüllendirecektir. Yeni Antlaşma’nın büyük bir kısmını yazma konusunda esin alan Elçi Pavlus inanılmaz sıkıntılarla dolu bir hayat sürdürdüğü halde şöyle yazmıştır: “Bu nedenle cesaretimizi yitirmeyiz. Her ne kadar dış varlığımız harap oluyorsa da, iç varlığımız günden güne yenileniyor. Çünkü geçici, hafif sıkıntılarımız bize, ağırlıkta hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar büyük, sonsuz bir yücelik kazandırmaktadır. Gözlerimizi görünen şeylere değil, görünmeyenlere çeviriyoruz. Çünkü görünenler geçicidir, görünmeyenlerse sonsuza dek kalıcıdır. ” (2.Korintliler 4:16-18, İncil)
Pavlus sanki bir terazi hayal ediyor; bu terazide bu hayattaki sıkıntılar bir kefeye konuyor, Tanrı’nın cennette çocuklarına bahşedeceği yücelik ise diğer kefeye konuyor. Yüceliğin ağırlığı o kadar fazla ki, bu dünyada yaşanan sıkıntılar bunlarla kıyaslanamaz bile! Ayrıca sonsuzlukta ne kadar uzun zaman geçirirsek bu hayatın sıkıntıları sonsuzluk içinde küçük bir değere sahip olacak şekilde küçülecektir. İşte Pavlus bu nedenle bunlardan, ‘geçici’ ve ‘hafif’ sıkıntılar diyerek söz edebiliyor. Çektiklerine karşın, sıkıntıları, Tanrı’nın kendisine güvenenlere bol bol verdiği ilahi sonsuzluk ve sevinç okyanusunun yanında hiç kalıyor.
D. Tanrı bilgisi kıyaslanamayacak bir değerdir. Sonsuz iyilik ve sevgi kaynağı olan Tanrı’yı tanımak kıyaslanamaz bir değerdir ve insan varlığının tam doyumu deneyim etmesini sağlar. Bu hayatın sıkıntıları bu bilgiyle kıyaslanamaz. Böylece, Tanrı’yı tanıyan kişi- ne kadar sıkıntı çekerse çeksin, acısı ne kadar korkunç olursa olsun- hala şunu söyleyebilir, ‘Tanrı bana karşı iyilik etti. Bunu söyleyebilmesini sağlayan şey, Tanrı’yı tanıyor olması gerçeğidir- ki bu da eşi benzeri olmayan bir değerdir.
Bu dört Hıristiyan doktrini, kötülüğün Tanrı’nın varlığı üzerine atacağı olanaksızlığı büyük oranda azaltmaktadır.
3. Kanıtların tüm kapsamına göre Tanrı’nın varlığı olasılık dahilindedir. Olasılıklar ele aldığınız arka plan bilgisine göre değişir. Örneğin, Joe üniversite öğrencisidir. Şimdi de üniversitesindeki öğrencilerin yüzde doksanının kayak yaptığını düşünün. Bu bilgiye göre Joe’nin kayak yapıyor olması yüksek bir olasılıktır. Ama sonra Joe’nin bacağının protez olduğunu öğrendiğimizi ve üniversitesindeki protez bacaklıların yüzde doksan beşinin kayak yapamadıklarını öğrendiğimizi düşünün. Aniden Joe’nin kayakçı olması olasılığı çarpıcı bir şekilde düşer!
Benzer şekilde eğer göz önünde bulundurduğunuz tek arka plan bilgisi dünyadaki kötülük ise o zaman Tanrı’nın varlığının buna göre olanaksız görünmesi şaşırtıcı olmayabilir. Fakat gerçek soru Tanrı’nın varlığının mevcut kanıtların tümüne göre olanaksız olup olmadığıdır. Kanıtların tümünü göz önünde bulundurduğunuz takdirde Tanrı’nın varlığının olanaklı olduğundan eminim.
Şimdi bu noktada Tanrı’nın varlığını destekleyen pek çok farklı argümanı yeniden ortaya koymak yerine sadece birinden söz etmek istiyorum. O da şu, Tanrı dünyada nesnel ahlaki değerler için en iyi açıklamayı sağlıyor.
Tanrı yoksa o zaman nesnel ahlaki değerler de yoktur. Birçok teist ve ateist, benzer bir şekilde bu konuda fikir birliği içindedir. Tanrı olmadan vicdanımıza kendisini kabul ettiren kesin bir değer yoktur. Bilim felsefecisi ve Guelph Üniversitesi’nde bir ateist olan Profesör Michael Ruse şöyle açıklıyor;
“Modern evrimcinin görüşüne göre insanların ahlaki farkındalığını sağlayan biyolojik değerin farkındalığıdır. Ahlak, eller ve ayaklar ve dişler gibi biyolojik bir adaptasyondur. Nesnel bir şey hakkında akılcı bir şekilde haklı gösterilebilir bir dizi iddia olarak değerlendirildiğinde ahlak yanıltıcıdır. Birisi, ‘Komşunu kendin gibi sev’ dediğinde bunu takdir ediyorum; kendilerinin üzerinde ve ötesinde birisinden söz ettiklerini düşünüyorlar. Ne var ki, bunun gerçekte herhangi bir temeli yotur. Ahlak, sadece hayatta kalma ve çoğalmada bir yardımcıdır…ve başka herhangi bir derin anlam tamamıyla bir yanılgıdır.” (16)
Ya da Oxford Üniversitesi’nde profesör olan merhum J. L. Mackie’yi düşünün; çağımızın en etkili ateistlerinden biridir. Mackie’ye göre, “Eğer… nesnel değerler varsa, bunlar bir tanrının varlığını, kanıtlar olmasa olacağından daha olanaklı bir hale getiriyorlar. Böylece… tanrının varlığı için ahlak açısından savunulabilir bir argümanımız olur.” (17) Tanrı’nın varlığından kaçınmak için Mackie ahlaki değerlerin var olduğunu kabul etmeyi reddetmiştir. Şöyle yazmıştır, “Bu ahlaki farkındalığı, doğanın bir yaratıcısı tarafından yerleştirilmiş olması yerine, biyolojik ve sosyal evrimin doğal bir ürünü olarak açıklamak kolaydır.” (18)
Fakat eğer öyleyse, o zaman nesnel ahlak, teizmle birlikte olasılık dışı kalır. O zaman insanların doğuştan gelen ahlaki değerleri yoktur. Örneğin, Hindistan’da, kadınların ölen eşlerinin cenazesinin yakılması için dizilen odunlar üzerinde canlı canlı yakılmaları beklenirdi. İngilizler bu uygulamaya son verdiler. Fakat Michael Ruse, bu uygulamayı tartışırken açıkça ve tutarlı bir şekilde şöyle diyor, “Bu uygulamanın Batı gelenekleri ve ahlakına tamamıyla yabancı olduğu çok açık. Bu ahlakın nesnel olan bir yanı olmadığı açık, aynı şekilde doğal seçimin kaçınılmaz bir sonucu olarak bulmayı bekleyeceğiniz bir şey de değildir.” (19) Diğer bir deyişle, her şey göreceli hale geliyor ve nesnel kesin değerler anlamını kaybediyor.