2) İsa hakkında bu efsaneleri kim icat etti ve motivasyonları neydi? Efsanelerin İsa’nın ilk öğrencileri tarafından, ya da daha sonraki bazı kuşaklar tarafından uydurulduğuna ilişkin iddia konusunda bunlar için herhangi bir motivasyon mevcut değildir. Çünkü İ.S. 313 yılında Milano Genelgesi’ne kadar, Hıristiyanlar zulüm altındaydı, çoğunlukla onlardan nefret edilirdi, baskı altındaydılar ve inançları uğruna şehit edilirlerdi. Kimse, çarmıha gerilmek, taşlanmak veya başı kesilsin diye böylesi kapsamlı bir efsane uydurmaz. Ayrıca, ‘efsaneleri’ uğruna zulüm göreceklerini bilseler, zulüm gördükleri anda inançlarını bırakırlardı. Ama kimse bunu uydurduklarını itiraf etmedi- şehit edilirken bile.
3) Birinci yüzyılda yaşayan Yahudiler ve Hıristiyanlar efsanelere inanma eğiliminde değildi. Başka insanlara göre çok daha ‘efsanelerden arınmışlardır.’ Ortodoks Yahudiler, son derece kararlı bir şekilde, hatta hoşgörüsüz bir şekilde, putperestliğin çok-tanrılı efsanelerine ve dinlerini başka inançlarla uzlaştırmanın her türlü çabasına karşıydılar. Efsane ve olguyu birbirine karıştıracak son kişi bir Yahudi’dir. Tanrılığı insanlıkla efsane olarak karıştırmaya Yahudi kültürü kadar karşı çıkan başka bir kültür olmamıştır. (7)
Düşünün bir kere. Yahudi kültüründe biri diriliş hikâyesini uyduracak olsa, o zaman, argümanlarını kuvvetlendirecek olaylar yerine zayıflatacak olayları neden anlatsınlar? Örneğin:
(A) Diriliş konusunda diğerlerine ilk haber verenler İsa’yı izleyen kadınlar olmuştur. Fakat Yahudi kültüründe kadının tanıklığı, erkeğin tanıklığıyla aynı ağırlığa sahip değildi.
“İsa'yla birlikte Celile'den gelen kadınlar da Yusuf'un ardından giderek mezarı ve İsa'nın cesedinin oraya nasıl konulduğunu gördüler. Evlerine dönerek baharat ve güzel kokulu yağlar hazırladılar. Ama Şabat Günü, Tanrı'nın buyruğu uyarınca dinlendiler.
Kadınlar haftanın ilk günü [Pazar], sabah çok erkenden, hazırlamış oldukları baharatı alıp mezara gittiler. Taşı mezarın girişinden yuvarlanmış buldular. Ama içeri girince Rab İsa'nın cesedini bulamadılar. Onlar bu durum karşısında şaşırıp kalmışken, şimşek gibi parıldayan giysilere bürünmüş iki kişi yanlarında belirdi. Korkuya kapılan kadınlar başlarını yere eğdiler. Adamlar ise onlara, "Diri olanı neden ölüler arasında arıyorsunuz?" dediler. O burada yok, dirildi. Daha Celile'deyken size söylediğini anımsayın. İnsanoğlu'nun [İsa] günahlı insanların eline verilmesi, çarmıha gerilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini bildirmişti." O zaman İsa'nın sözlerini anımsadılar.
Mezardan dönen kadınlar bütün bunları Onbirler'e ve ötekilerin hepsine bildirdiler.
Bunları elçilere anlatanlar, Mecdelli Meryem, Yohanna, Yakup'un annesi Meryem ve bunlarla birlikte bulunan öbür kadınlardı. Ne var ki, bu sözler elçilere saçma geldi ve kadınlara inanmadılar. Yine de, Petrus kalkıp mezara koştu. Eğilip içeri baktığında keten bezlerden başka bir şey görmedi. Olay karşısında şaşkına dönmüş bir halde oradan uzaklaştı.” (Luka 23:55-56; 24:1-12)
(B) Öğrenciler bile İsa’nın bedeninin çalındığını düşünmüşlerdi, yani, onlar da aslında İsa’nın yeniden yaşama dönmesini beklemiyorlardı. Bütün bunların değişmesi için çok çarpıcı bir şey olmuş olmalı. “Meryem'e, "Kadın, niçin ağlıyorsun?" diye sordular. Meryem, "Rabbim'i almışlar" dedi. "O'nu nereye koyduklarını bilmiyorum.” (Yuhanna 20:13)
(C) Hikâye anlatan biri neden kuşkucu Tomas’ı icat etsin? Bir öğrencinin ikna olmadığını söylemek, kuşkusuz, İsa’nın yaşıyor olması konusunda insanları ikna etme çabalarını zayıflatacak bir şeydir. Diğer öğrenciler kendisine İsa’nın göründüğünü söylediğinde bakın Tomas ne diyor. “Onikiler'den biri, "İkiz" diye anılan Tomas, İsa geldiğinde onlarla birlikte değildi. Öbür öğrenciler ona, "Biz Rab'bi gördük!" dediler. Tomas ise, "O'nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam" dedi.” (Yuhanna 20:24-25)
(D) Anlatıcı kendi hayatını tehlikeye atacak ve zulüm görmesine, zorluklar ve yoksulluk yaşamak zorunda kalmasına neden olacak bir hikâye icat eder mi? Zannetmiyorum, tabii hikâye gerçekse, o ayrı!
4) Görgü tanıkları efsanelere karşı çıkarlardı. İsa’yla ilgili anlatıların görgü tanıkları tarafından reddedileceği için efsaneye hiçbir zaman inanılmazdı. Görgü tanıkları böyle bir uydurmaya izin vermezlerdi. Ayrıca, İncil’de kaydedilmiş olan olaylar, bunları değiştirmeye kalkacak insanların başarılı olmayacağı kadar iyi bilinmekteydi.
5) Efsanelerin oluşumu zaman alır. Efsane ve mitlerin gelişip İncil’e dahil edilmesi için yeterli zaman yoktu. Klasik tarihçiler bir efsanenin oluşması için bir ya da daha fazla kuşağın geçmesi gerektiğini söylüyorlar. Nitekim, bu teorinin ilk savunucuları İncil’in, İ.S. 150 yılından sonra yazıldığını ileri sürmüşlerdir, bu şekilde bir efsane oluşabilirdi. Eklenen efsanevi unsurlara, hatalı bir şekilde, gerçekmiş gibi inanılması içinse birkaç kuşak geçmesi gerekir.
Peki ya İncil? İsa hakkında belgelendirilmiş bilgileri aşağı yukarı yirmi yıllık bir aradan sonra buluyoruz. İncil’de Elçi Pavlus’un mektupları, İsa’nın tanrılığı ve ölümden dirilişi gibi Müjde iddialarının hepsini doğrular ve bunlar İ.S. 48 ve İ.S. 64 yılları arasında yazılmıştır. Bu, İ.S. 30 yılında İsa’nın çarmıha gerilmesi ve dirilişinden çok uzun yıllar sonra yazılmış sayılmaz değil mi? Tarihçilerin efsanelerin oluşup gerçek bir tarihsel anlatının yerini alıp kabul edilmesi için gerekli gördüğü bir veya daha fazla kuşak süresinden çok farklı.